Ehlibeyt YOLU facebook sayfasını Beğenmeyi Unutmayın sevgili Canlar

18 Aralık 2016 Pazar



Hacı Bektaş Veli'nin Hayatı


Velâyetnâme’ye göre, Hacı Bektaş Velî, Horasan Hükümdârı İbrahim-al-Sani diye anılan Seyyid Muhammed ile Şeyh Ahmed adlı Nişabur’lu âlim bir zatın kızı Hatem Hatun’un oğullarıdır.

Sultan İbrahim-al-Sani ile Hatem Hatun 24 yıl evli kaldıkları halde çocukları olmaz. Sultan İbrahim, şehrin din âlimlerini toplayarak, bir erkek çocuğunun olması için duâlar edilmesini, Kur’ân-ı Kerîm’den hatimler indirilmesini ister. Buna karşılık ihsânlarda bulunur. Bir hafta kadar hatimler yapılır, duâlar edilir. Nitekim Hâteme Hatun, Sultan İbrahim’den hâmile kalır, müddeti dolunca da nur topu gibi bir erkek çocukları olur. Çocuğun adını Bektaş koyarlar.


Tarihi Hayatı
Asıl adı Muhammed Bektaş olan Hacı Bektaş Velî’nin, yaşadığı dönem ve çevre iyi bilinmekle beraber, tarihi kaynaklarda yaşadığı dönemler hakkında farklı bilgilere rastlanmaktadır.

Anne ve babası Türk soyundan olan Hazret-i Pîr Hünkâr Hacı Bektaş Velî, İran-Horasan’ın Nişabur şehrinde dünyaya gelmiştir. Hacı Bektaş Velî’nin doğum ve göçüş tarihleri konusunda; kütüphanelerde bulunan yazma eserlerde, ansiklopedilerde ve yazılı tarihi kaynaklarda farklı bilgiler verilmektedir. Velâyetnâme adlı eserde adı geçen; Mevlâna, Seyyid Mahmud Hayrâni, Hacım Sultan, Yunus Emre v.s. gibi bir çok zât 13. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış erenlerdir. Bu bilgilerde bize, Hacı Bektaş Velî’nin yaşadığı çağ hakkında tahmini bir fikir vermektedir.

Hacı Bektaş Velî; Horasan diyarından Anadolu’ya gönül erleri uyandırmak için kopup gelen pek çok Türk mutasavvıfından biri, belki de en mühim kişisidir.

Hacı Bektaş Velî; Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan önce 13. yüzyılda, Anadolu’da gönülleri aşkla, insan sevgisiyle, birlik ve beraberlik çerağıyla tutuşturan, büyük bir “Velî”, büyük bir “Düşünür”dür.

Hacı Bektaş Velî; Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’nin talebelerinden Lokman Perende elinde yetişmiş ve daha sonra da kendisinin geliştirmiş olduğu inanç sisteminde, öz be öz Türkçe’yi kullanmış, İslâm dîninin aşk ve bilgi mahiyetini arz diliyle yorumlayarak pek çok gönül er’i yetiştirmiştir.

Hacı Bektaş Velî; Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında birlik ve beraberliği temin eden güçleri, kendi fikir şemsiyesi altında toplayarak; büyük bir hoşgörü, insan sevgisi ve îman ile Türk tarihinin belki en kritik bir zamanında, büyük aksiyonunu kârizmâtik yapısıyla gerçekleştirmiş, Anadolu Türklüğünün ayakta kalmasını temin etmiştir.

Hacı Bektaş Velî’nin yaktığı îman, aksiyon ve inanç çerağı, tekkeleri yoluyla Anadolu’ya ve hatta Balkan ülkelerinin içlerine, Avrupa’ya kadar ulaşmış, neticede İslâm kültürü, diğer milletlerin hayatında da tesirini göstererek, günümüzde Amerika’ya kadar yayılmıştır.


Soyu Şeceresi ve Eğitimi

Hacı Bektaş Velî; Hz.Muhammed, Hz.Ali’nin soyundan ve yedinci İmâm Mûsâ Kâzım’ın neslindendir. Ve kendileri “Seyyid”dir.
Hacı Bektaş Velî hakkında bilgi veren eski kaynaklardan biri olan Velâyetnâme’de, Hazret-i Pîr’in soy şeceresi hakkında geniş bilgi verilmektedir.

Menkıbeye göre okul çağına geldiği zaman babası, Hacı Bektaş Velî’yi, Hoca Ahmed Yesevî’nin talebesi ve halîfesi Lokman Perende’ye teslim etmiştir. Lokman Perende, bâtın ve zâhir ilimlerine sâhip mübarek bir zâttır. Lokman Perende’nin himayesinde ve Yesevilik’ten feyiz alarak yetişen Hacı Bektaş Velî, iyi bir eğitim almıştır. Parlak zekâsı ve düzenli eğitimi sayesinde küçük yaşta kendisini yetiştiren Hacı Bektaş Velî, Kur’ân-ı Kerîm, dîni bilgiler ve bâtın ilmine vâkıf olmuştur.

Hacı Bektaş Velî olgunluk çağına gelince icâzetnamesini alır, daha sonra irşad göreviyle Anadolu’ya gönderilir. Velâyetnâme’de, Hacı Bektaş Velî’nin vehbî bir ilme sahip olduğuna delil olarak, hocasıyla arasında geçen bir vak’a gösterilir. Bu vak’a, Hacı Bektaş’ın henüz çocukken birçok kerâmetler gösterdiğini de belirtmektedir.
Velâyetnâme’de yer alan bu vak’a şöyledir:
Bir gün Lokman Perende, aniden Hacı Bektaş’ın bulunduğu odaya girer, odayı nûr ile dolmuş görüp şaşırır; etrafına bakınır, Bektaş’ın sağında ve solunda iki nûrâni zât görür. Onlar Bektaş’a Kur’ân okutuyorlardır. Lokman Perende girer girmez hemen onlar kaybolurlar. Lokman Perende şaşırır kalır.
Hacı Bektaş’a; “Bunların kim olduklarını” sorar. O da; “Sağımda oturan iki cihân güneşi Ceddim Muhammed Mustafa idi, solumda oturan Allah’ın Arslanı, insanların emîri Hz.Ali idi” der.


Lâkabı ve Ünvanları
a- “Hacı” Ünvanını Alması
Birçok önemli şahsiyetlerde olduğu gibi Hacı Bektaş Velî’nin hayatı ile ilgili olarak anlatılanlarda da menkıbe ile tarihi gerçeklik, iç içe girmiş bulunmaktadır. Bu yüzden onları birbirinden ayırmak oldukça güçtür.

Hacı Bektaş Velî’ye, “Hacı” ünvanının atfı da onun şu şekilde vuku bulan bir kerâmetine bağlanmaktadır.
Hocası Lokman Perende hacca gitmiş, diğer görevlerini yerine getirdikten sonra Arafat’a çıkıp vakfe’ye durmuştu.
Lokman Perende yanındakilere; “Bugün arefe günü, şimdi memlekette bizim evde «bişi» pişirirler” demiş. Bu söz Hünkâr’a mâlum olmuş. Hünkâr hemen Lokman Perende’nin evine giderek, şeyhin hanımından; bir tepsiye birkaç tane “bişi” koyup kendisine verilmesini istedi. Tepsiye konulup kendisine takdim edilen “bişi”yi alan Hünkâr, göz yumup açıncaya kadar Lokman Perende’ye götürüp sundular. Bundaki hikmeti anlayan Şeyh Lokman Perende, arkadaşları ile beraber bu “bişi”yi yerler.

Hac dönemi bitip Hicâz’dan dönülünce Nişabur halkı, Lokman Perende’yi karşılamaya çıktılar. “Haccın kabul olsun” diyerek tebrik ettiler, elini öptüler. Lokman Perende, gelen halka Bektaş’ın kerâmetlerini anlattıktan sonra; “Esas hacı olan Bektaş’tır” diyerek onu tebrik etti. Bunun üzerine adı, “Hacı Bektaş-al-Horasan”i oldu. Bu menkıbevi anlatımın yanı sıra, onun Horasan’dan Anadolu’ya gelirken hac vazifesini bizzat yerine getirdiği de, tarihi kaynaklarda yer almaktadır.

b- “Hünkâr” Lâkabını Alması
Bektaşî kaynaklarında Hacı Bektaş Velî için çok sık kullanılan bir de “Hünkâr” lâkabı vardır. Hacı Bektaş Velî’ye “Hünkâr” denilmesi de yine onun bir kerâmetine bağlanmaktadır.

Hocası Lokman Perende bir gün Bektaş’a ders verirken abdest almak için dışardan su getirmesini ister. Bunun üzerine Bektaş;
“Hocam, bir nazar etseniz, mektebin içinden su çıksa da dışarıdan su getirmeye muhtaç olmasak” cevabını verir.
Lokman Perende ise;
”Bizim buna gücümüz yetmez” deyince, Bektaş el kaldırıp; “Duâ” eder.
Lokman Perende; “Amin” der. Bektaş elini yüzüne vurup secdeye kapandığında, mektebin bahçesinden bir pınar akmaya başlar.
Hacı Bektaş’ın bu kerâmetini gören hocası Lokman Perende sevinçle;
“Yâ Hünkâr!” demekten kendini alamaz. Bundan sonra da Hacı Bektaş Velî’nin adı “Hünkâr Hacı Bektaş” kalmıştır.

Gerek Velâyetnâmelerde, gerekse Hacı Bektaş Velî ile ilgili diğer bazı eserlerde, Hacı Bektaş Velî için söylenen şu sıfatlar vardır:
“Kutb’ul-Aktâb, Mesned-i ul’lul-elbâb, Sultânu’l-evliyâ, Burhânü’l-asfiya, Fahr-i erbab-ı, Bâbullah, Envârü’l-yâkin, Fatihü’l-evbâb-ı sülâle-i hazret-i sâhib-i sırr-ı ve’l-keşf, Aşk Deryası, Küşade-i bâb-ı hikmet, Nesl-i sâki-i kevser, Sâhibi keşf-i ledünnî, Fahr-ı ma’den-i erkân, Sultânü’l-ârifin, Ser-çeşme-i nûr-ı dîn, Tâcü’l-ârifin, Gavsü’l-vasılîn, Heykel-i nûrânî, Kutb-ı Rabbânî ... v.s.”


Anadolu’ya Gelişi
Aslen Horasanlı olan ve Nişabur şehrinde doğduğu bilinen Hacı Bektaş Velî, Hoca Ahmed Yesevî dergahında üç yıl hizmet ettikten sonra şeyhinden emanetleri ve icâzeti alır.
Şeyhinin:
“Müjde olsun ki; «Kutb’ul-aktâblık» senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye kadar bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik. Rûm abdâllarına seni baş tayin ettik” demesiyle Hacı Bektaş Velî, Anadolu’ya gelmek için yola çıkar. Velâyetnâmedeki bu kayıt, tarihi kaynaklarca da doğrulanmaktadır.
Türkistan Pîri Hoca Ahmed Yesevî’nin kültür ocağında, engin bilgi hazinesini dolduran Hacı Bektaş Velî, daha sonra siyâsi ve iktisadi düzeni bozulan Anadolu Türk halkına öncülük etmek, Türk birlik ve beraberliğini sağlamak, Türk dilini yabancı etkilerden korumak, Anadolu’yu Türkleştirmek ve İslâmlaştırmak amacıyla, Hoca Ahmed Yesevî’nin isteği ve işareti üzerine Anadolu’ya gelmiştir.
Hacı Bektaş Velî’nin, kesin olarak tarih belli olmamakla birlikte, tahminen Milâdi 1275-1280 yılları arasında Anadolu’ya geldiği kabul edilmektedir. Bu yıllarda Anadolu bir yandan Moğol istîlâsı altında ezilirken, bir yandan da büyük bir siyâsi ve ekonomik buhran ile beraber, taht kavgalarına sahne oluyordu. Böyle bir ortamda Anadolu’ya gelen ve Kapadokya yöresindeki Hıristiyanlık merkezine karşı bir Türklük merkezi tesis etmek isteyen Hacı Bektaş Velî; bugünkü ismi Hacı Bektaş (O zaman yedi haneli bir köy ve adı Sulucakarahöyük) olan yere gelerek buraya yerleşir.

Türkistan’dan gelen Hacı Bektaş Velî, Türklerin yoğun olduğu Anadolu’yu gezmiş, Türk gelenek ve göreneklerinden korunabilenleri birer birer tespit etmiştir. Bunları, Sulucakarahöyük’te kurmuş olduğu ilim yuvasında, İslâm inancı ve Türk kültürü ile yoğurarak birleştirmiş, ileri sürdüğü düşüncelerini, bu birleşiğin üzerine yerleştirmiş ve burada öğrenci yetiştirmeye başlamıştır.

Hacı Bektaş Velî’nin, hoşgörü ve insan sevgisine dayalı düşünce sistemi; kısa bir sürede Hıristiyanlığın büyük bir merkezi durumundaki Kapadokya’da bile, geniş halk kitlelerine ulaşmış ve benimsenmeye başlanmıştır. Hacı Bektaş Velî’nin felsefi düşüncelerinin temelinde, insanın varoluşu ve insan sevgisi vardır.

Değişik kaynaklarda Hacı Bektaş Velî’nin, Anadolu’ya gelmeden önce Necef, Kerbelâ, Bağdat’a gittiği ve buralardaki “Ehl-i Beyt” imâmlarının makamlarını ziyaret ettiği; Kâ’be’ye gittiği, Şam, Kudüs, Halep, Gaziantep, Elbistan, Tarsus, Bozhöyük, Muğlan kalesi gibi birçok yerleri de dolaştığı kaydedilmektedir.
Hacı Bektaş Velî’nin; Amasya, Kayseri, Sivas şehirlerine de uğrayarak, daha sonra Sulucakarahöyük’e yerleştiği de anlatılmaktadır.

a- Hacı Bektaş Velî Rûm Ülkesinde
Hacı Bektaş Velî, Rûm ülkesine, Türkmen içinde, Zülkadirli ilinde Bozok’dan girer. Burada yol üzerinde bir çoban koyun gütmektedir. Koyunlar Hünkâr’dan Velâyet kokusu alarak ona doğru koşarlar. Çoban, sürünün önünü keserek dağılmalarını engellemek ister. Ancak bu kez arkadakiler de Hünkâr’a koşunca, çoban kendi kendine; Olsa olsa bu er Tanrı dostlarındandır, koyun kadar da aklım yokmuş diyerek, Hacı Bektaş Velî’nin ayaklarına kapanır.
Hacı Bektaş Velî, çoban’a:
“Çoban, adın ne?” diye sorar.
Çoban; “İbrahim Hacı” diye cevap verir.
Hacı Bektaş Velî; “Başındakini çıkar” der.
İbrahim Hacı, başındaki geyik postundan dikilmiş börkü çıkarır. Hünkâr, o börkü tekbirleyip İbrahim Hacı’nın başına giydirir; “Yürü, Bozok’la Üçok’u sana yurt verdik ekmeğin olsun, koyuncuklar da beraber varsınlar” diyerek yoluna devam eder.
Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Kayseri’ye varır. Orada erenlerden biri ile görüşürler. Konuşma sırasında erenler, elini koynuna koyarak bir salkım üzüm çıkarır ve huzûra koyar. Bunu gören Hünkâr:
“Sizin erenlerden olduğunuz, bizce mâlumdu, sizden kerâmet isteyen de yoktu. Böyle yapmaya ne hâcet vardı” der. Bir müddet daha otururlar. Hünkâr gitmek için ayağa kalkınca, eteğinin arasından bir tane Hindistan cevizi düşer.
O eren:
-Böyle yapmaya ne hâcet vardı dediniz, peki ya bu sizin yaptığınız ne oluyor?
Hünkâr:
-Hak’ka giden hak uğrum hakkı çün, benim bundan haberim yoktu. Siz o kerâmeti gösterdiğiniz için Horasan erenleri gayrete geldiler, bunu getirdiler, diye cevap verir.
Hacı Bektaş Velî, o erenle vedâlaşıp yola revân olur. Kayseri’den Ürgüp’e gelirken yolda Sineson adlı bir Hıristiyan köyüne ulaşır. Burada pek durmayıp Üçhisar adlı diğer bir köye geçer. Bu köyde halk, birbiriyle kavgaya tutuşmuştur.
Hacı Bektaş, köylülerden birine;
-Bu köyde derviş konaklayacak yer var mı? diye sorar.
Köylü:
-Halk konuk kaygısında mı? Şimdi kavgacılar gelir seninle de kavgaya tutuşurlar, var git, diye tersler.
Bu sırada halktan birkaç kişi Hacı Bektaş Velî’yi merak edip başına toplanırlar. Hacı Bektaş Velî, bunu bir fırsat bilerek konuşmaya başlar:
“Birbirinizin gönlünü kırmayın. Çünkü mü’minin gönlü Kâ’be’ye benzer, lâkin gönül ondan da yeğdir. Zira Beytü’l-ma’mur göktedir. Orayı melekler tavâf eder. Halbuki gönül Tanrı’nın nazargâhıdır. Tanrı ile gönül arasında perde yoktur. Kâ’be nasıl dokunulmaz, harim ve mübarek ise gönül de Tanrı’nın tecelli ettiği yer olduğu için mübarektir, ona dokunmayın.”
Bu nutku dinleyen halk, büyük bir suskunluk ve hayranlıkla onu süzerler.
Topluluktan biri:
-Ey Tanrı dostu! Bize ismini, nereden gelip nereye gittiğini ve maksadını söyler misin? der.
Hacı Bektaş:
-Adım Hacı Bektaş’dır. Horasan’dan Hicaz’a, oradan da Sivas şehrine gitmekteyim. Maksadım, şâki olana amân vermemek ve ahâlinin sulh ile bir arada yaşaması için lüzûmlu olan hakikat sırlarını anlatmaktır. Bunun için Pîrim Hoca Ahmed Yesevî’den emir alıp Anadolu’ya (Rûm’a) geldim.

b- Hacı Bektaş Velî Sulucakarahöyük’te
Hacı Bektaş Velî Sulucakarahöyük’e güvercin donunda indikten sonra bu durum Rûm erenleri arasında bir huzûrsuzluğa sebep olur. Hacı Bektaş’ın alt edilmesi için Karaca Ahmed adlı bir eren gönderilir. Karaca Ahmed, her mahlûkun eşiyle oturduğunu, yalnız Sulucakarahöyük’de güvercin şekline girmiş bir erenin tek başına oturduğunu, murakabe sonunda anlar. Bu eren Hacı Bektaş Velî’dir.

Hacı Bektaş Velî, İdris Hoca ile karısı Kutlu Melek’in (Kadıncık Ana) misafiri olarak bir süre evlerinde kalır. Ama daha sonra câmide kalıp ibâdetle meşgul olmaya başlar. Sulucakarahöyük’te, Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin kısa zamanda müridleri çoğalır. Gördükleri kerâmetler, ona bağlanmak istemeyen âsi ve inatçı mizaçtaki insanları bile yumuşatır.


Evli Olup Olmadığı
Ansiklopediler, bilimsel eserler, birçok yazılı kaynaklar Hacı Bektaş Velî’nin evlenmemiş (Mücerred) olduklarını yazar. Hacı Bektaş Velî’nin evli olduğunu iddia ettikleri Kadıncık Ana (Kutlu Melek, Fatıma Nuriyye de denilir) ki, İdris Hoca adındaki kişi ile evli bir hanımdır. Her ikisi de Hünkâr Hacı Bektaş Velî’ye ilk intisâb edenlerdendir. Hacı Bektaş Velî, Kadıncık Ana’yı kendisine mânevî evlât edinmiştir.


Halifeleri
Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Sulucakarahöyük’e yerleştikten sonra; kimi gelir nasîbini alır giderdi; kimi gelir kalır, hizmet ederdi; kimisini de Hünkâr bir yere yollar, kendisine halîfelik verirdi. Halîfe olan gittiği her yerde mürid, muhib edinir, halkı uyarırdı. Hünkâr Hacı Bektaş Velî, otuz altı bin çerağı uyarmış, otuz altı bin halîfe dikmişti. Bunların üçyüz altmışı, gece gündüz, Hünkâr’ın huzûrunda hizmette bulunurdu.
Hünkâr, âhiret âlemine göçünce onların her biri, Hünkâr’ca daha evvel tesbit edilen yerlerine gittiler. Bunların en meşhurları Cemal Seyyid, Sarı İsmail, Kolu açık Hacım Sultan, Baba Resûl, Pîr Ebi Sultan, Recep Seydi, Sultan Bahâeddin, Yahyâ Paşa, Barak Baba, Ali Baba, Saru Kadı, Atlas-pûş-Sultan, Dust-ı Hudâ, Hızır Sâmit v.s. idi.


Sarı İsmail’e Vasiyyeti ve Hak’ka Yürümesi
Hacı Bektaş Velî, bir gün namaz kıldı, evrâdını okudu, halvete vardı. Sarı İsmail’i çağırdı. Dedi ki:
-Sen benim has halîfemsin. Bugün Perşembe, ben bugün âhirete göçeceğim. Göçünce kapıyı ört. Çile dağı tarafını gözle. Oradan bir boz atlı gelecek, yüzünde yeşil örtü olacak. Bu zât, atını kapıda bırakıp içeri girecek, bana Yasîn okuyacak. Attan inip selâm verince selâmını al, onu ağırla. Hulle donundan kefenimi getirir, o beni yıkar. Beni yıkarken su dök, ona yardım et. Ceviz ağacından tabut yapar, beni tabuta kor, ondan sonra beni gömün. Onunla söyleşmeyin sakın. Benden sonra Fâtıma Ana (Kadıncık) oğlu Hızır Lala Civan, yerime geçsin. O elli yıl hizmet eder, ondan sonra yerine oğlu Mürsel geçer. O, kırk sekiz yıl şeyhlik eder, ölür, yerine oğlu Yûsuf Bâli geçer. O da otuz yıl hizmet eder, sonra Hak yakınlığına ulaşır.
Dünyanın hâli budur, gelen gider. Sen de hizmet et, sofra yay. Himmet dilersen cömertlikte bulun. Murtazâ’dan halk, erlik kerâmet istediler. Kanber’e, sofrayı yay buyurdu. Benden kisvet giyen her mürid, konuk istesin, konuğa hizmet etsin. Şeytan gibi kendisini görmesin, kimsenin yatan itini kaldırmasın. Kimseye karşı ululanmasın, hased etmesin, dedikten sonra, ikinci vasiyyete geçer ve şöyle devam eder:
-Öğüdümü tut, ölümümden sonra bin koyunla, yüz sığır kurban et, bütün halkı çağır, hizmet et, onları doyur. Yedinci günü, kırkıncı günü, helva dağıt, korkma, erin harcı eksilmez. Ne kadar muhib ve mürid varsa davet et, onları topla. Öğüt ver, ağlamasınlar. Bir halîfem de Barak Baba’dır (Ali Emîri), gerçek bir er’dir. Ona da söyleyin, Karasiye varsın, Balıkesir’e gidip orasını yurt edinsin.
Hünkâr böylece vasiyyette bulunduktan sonra, Sarı İsmail ağlamaya koyuldu;
“Tanrı bana o günü göstermesin” dedi.
Hünkâr:
“Biz ölmeyiz, sûret değiştiririz” diyerek onu teselli etti. “Sonra dışarı çık, bizden ses kesilince içeri gir” dedi.
Hünkâr daha sonra Tanrı’ya niyâzda bulundu, Peygamber’e selâvat getirdi. Kendisi, kendisine yâsin okudu ve Hak’ka kavuştu.
Sarı İsmail, vasiyyet gereği dışarı çıktı. Sonra içeri girdiğinde, Hünkâr bu fena âlemini terk etmişlerdi. Hünkâr’ın yüzünü hırkasıyla örttü. Halvetin kapısını çekip tekrar dışarı çıktı. Hünkâr’ın muhibleri dört bir yandan gelerek ağlaştılar.
Derken birde baktılar ki, Çile dağı tarafından bir tozdur koptu. Bir anda yaklaştı. Hünkâr’ın dediği bu zâtın elinde bir mızrak vardı. Yüzüne yeşil nikâb örtmüştü. Altında da tarife uygun olarak boz bir at vardı. Erenlere ve muhiblere selâm verdi. Selâmını aldılar. Mızrağını yere dikti ve atından inerek doğruca halvete girdi. Kendisiyle beraber içeriye yalnız Sarı İsmail girdi. Karaca Ahmed kapıda durdu, kimseyi içeriye sokmadı. Sarı İsmail su döktü, yüzü örtülü er yıkadı. Cennetten gelmiş bulunan yanındaki hulle donları, kefen yaptı. Tabuta koyup doğruca musallaya götürdüler. Boz atlı er imamlık etti, erenler de saf olup ona uydular. Namazı kılındı, götürüp mezara koydular.
Boz atlı kişi, erenlerle vedalaştıktan sonra atına atlayarak yürüdü. Sarı İsmail atın yularından tutarak köyün dışına kadar gittiler, vedalaşacakları zaman acaba bu kim, diye merak etti. Eğer Hızır ise görüştüğüm için tanımam lâzımdır deyip;
-Namazını kıldığın, yüzünü gördüğün er hakkı için, kimsin bildir bana, dedi. Boz atlı er, Sarı İsmail’in yalvarmalarına dayanamadı, örtüsünü açtı. Hacı Bektaş Velî’nin kendisinden başkası değildi.
Sarı İsmail atının ayağına düşüp yalvardı:
-Lûtfet erenler şahı, otuz üç yıldır hizmetindeyim, kusurum var seni bilememişim, suçumu bağışla, dedi.
Hünkâr:
-Er odur ki, ölmeden ölür, kendi cenazesini kendi yıkar. Sen de var buna gayret et, dedikten sonra Çile dağı’na yönelip gözden kayboldu.

Rivâyete göre, Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Hak’ka vuslat ettiğinde 63 yaşındaydı.
En doğrusunu Allah bilir.

 Hünkâr Hacı Bektaşı Veli’nin soy ağacı

(AİLE SİLSİLESİ/SECERESİ)

İmam Ali
İmam Hüseyin
İmam Zeynelâbidîn
İmam Ca’fer Sadık (1)
İmam Mûsa Kâzım
Es-Seyyid İbrahim El-Mükerrem El-Mücab
Es-Seyyid Hasan El-Mücab
Es-Seyyid Muhammed
Es-Seyyid Mehdî
Es-Seyyid İbrahim
Es-Seyyid Hasan
Es-Seyyid İbrahim
Es-Seyyid Muhammed (2)
Es-Seyyid İshak
Es-Seyyid Mûsa
Es-Seyyid İbrahim Es-Sânî
Es-Seyyid Hacı Bektaş Veli (3)

PİR HÜNKÂR HACI BEKTAŞ VELİ’NİN

TARİKAT SİLSİLESİ

İmam Ali (4)
İmam Hüseyin (5)
İmam Zeynelâbidin
İmam Muhammed Bakır
İmam Ca’fer Sadık
İmam Musa Kâzım
İmam Ali Rıza (6)
Cüneyd-i Bağdâdî (7)
Ebu Osman Mağribi
Ebu’l-Kasım Kürkâni
Ebu’l-Hasan Harkani
Şeyh Ebu Ali Farmedi
Hoca Yusuf El-Hemedani
Hoca Ahmet Yesevi
Şeyh Lokman Perende
Pir Hünkâr Hacı Bektaş Veli (8)

PİR HACI BEKTAŞ VELİ’NİN TARİKAT SİLSİLESİ

İmam Ali
Hasan Basri
Habib-i Acemi
Dâvûd-i Tâi
Ma’rüf-i El-Kerhî (9)
Şeyh Seriyy -üs Sakati
Cüneyd-i Bağdâdî
Ebu Ali Rudbari (10)
Şeyh Ebu Ali Kâtib El-Mısrî (11)
Şeyh Ebu Osman Mağribi
Şeyh Ebu Kasım Kürkâni (Kerkani)
Şeyh Ebu Hasan Harkani (Herkani)
Şeyh Ebu Ali Farmedi (Karmidi) (12)
Hoca Yusuf El-Hemedânî
Hoca Ahmet Yesevi
Şeyh Lokman Perende El-Horasani
Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli El-Horasani (13

12 Aralık 2016 Pazartesi




HZ . CELAL ABBAS KİMDİR ?


Hz. Celal Abbas, Hz. Ali’nin oğludur. Annesinin asıl adı Fatıma’dır, ancak

dört oğlu olduğu için, oğullar anası anlamına gelen “Ümmül Benin” olarak

bilinir. Hz. Fatıma anamızın 632 yılında Hakk’a yürümesinden sonra Hz. Ali efendimiz, 645 yılında Âmir b. Kilâb Kabilesinden Ümmü'l-Benin (Fatıma) ile evlendi.



Hz. Ali efendimizin evlendiği bu hanımdan, 647 yılında Celal Abbas dünyaya geldi. Daha sonra sırasıyla 648 yılında Cafer, 650 yılında Osman, 653 yılında Abdullah ve daha sonra da Hatice adında bir kızı dünyaya gelmiştir.

Hz. Ali efendimizin Hakk’a yürümesinden sonra Celal Abbas ve kardeşleri, Hz. İmam Hasan’ın himayesi altında büyüdüler. Celal Abbas, 665 yılında kendisiyle birlikte Hz. İmam Hasan’ın himayesi altında büyüyen hem Hz. Muhammed’in hem de Hz. Ali’nin amcasının kızı “Lübabe” ile evlenmiştir. Bu evlilikten Fazıl, Kasım, Hasan, Ubeydullah ve Muhammed adlarında 5 oğlu ile 2 kızı olmuştur.



Hz. İmam Hüseyin’in sancaktarlığını yapan Hz. Abbas ve diğer kardeşleri, Abdullah, Osman ve Cafer, 10 Muharrem 680 yılında Hz. İmam Hüseyin’le birlikte Kerbela’da şehit olmuşlardı.

Kerbela faciası sırasında Yezid ve yandaşları, Fırat suyunu Ehl-i Beyt ailesine yasaklamışlardı. Kerbela çölünde, kızgın güneşin altında günlerce bir yudum suya hasret bırakılan Ehl-i Beyt hanedanı, özellikle küçük çocuklar ve yaşlıların su, su diye feryatları dayanılmaz bir hal almıştı. Çocukların bu feryatlarına dayanamayan Celal Abbas, sürdü atını Fırat’tan yana; amacı bu masum yavrulara bir miktar su getirip, kısmen de olsa onların susuzluklarını dindirebilmekti. Ancak Yezid yandaşları, buna izin vermediler.

Celal Abbas, su tulumunu Ehl-i Beyt çadırlarına ulaştıramadı. Önce sağ kolunu, daha sonra da sol kolunu kestiler, daha sonra da o Kerbela Aslanını hiç acımadan şehit ettiler.



Hz. Abbas ın Annesi Ümmül Benin, oğlu Abbas’la ilgili olarak şunları söylüyor: “Yavrum Abbas, daha küçük bir çocukken bir gün babası Hz Ali, onu kucağına almış; ellerini, kollarını öpmüş; sonra da ağlamaya başlamıştı. Onu bu halde görünce yüreğim yandı, ciğerim parçalandı. Zira, güzel ve şirin bir yavruyu kucağına alıp da ağlayan bir babayı ne görmüş, ne de duymuştum.

Kendi kendime; “Bunun bir sebebi olmalı” diye düşündüm. Daha sonra Eşim Ali’ ye dönerek niçin ağladığını sordum.

Eşim Ali, bir yandan ağlıyor, bir yandan da cevap veriyordu: “Kerbela çölünde oğlum Hüseyin’e yardım ettiği sırada, kâfirler tarafından oğlum Abbas’ın kolları kesilecek” dedi.



Ben bu haberi alınca dayanamayıp ağlamaya başladım. O vakit Hz. Ali: “Şunu da bilmenizi isterim ki, gözümüzün nuru Abbas, Hak Teala katında yüksek derecelere sahip olacak. Hak Teala, daha önce kardeşim Cafer-i Tayyar’a nasıl iki kanat hediye ettiyse, ona da iki kolunun karşılığı olarak iki kanat bağışlayacak ve Abbas da bu kanatlarla, cennette meleklerle birlikte uçacak! ” diyerek, bizleri teselli etti.

Kerbela olayının geçtiği mahalde bugün Kerbela adı verilen bir şehir kurulmuş ve olayın geçtiği yerde ise hem Hz. İmam Hüseyin için hem de Celal Abbas için karşılıklı olarak çok görkemli iki türbe inşa edilmiştir. Ayrıca Celal Abbas için bir müze yapılmlış, Celal Abbas’ın kesik iki kolunun yerine altından iki kol yapılmış, bu mizede sergilnmektedir.



Hz. Celal Abbas’ın annesi Ümmü’l Benin, Hz. Hüseyin’in şehit olduğu haberini aldığında ise “yüreğimi parçaladınız” diyerek hıçkırarak ağlamıştı. Her zaman şöyle derdi: oğullarım ve yeryüzündeki her şey Hüseyin’e feda olsun. Oğlu Abbas’ın kanlı kalkanını gördüğünde ise daha fazla dayanamadı ve bayılarak yere yığıldı.



Celal Abbas’ın annesi, her gün baki mezarlığına giderek oğlu Abbas için ağıtlar söylerdi, çok hüzünlü ve keder dolu bir ağıt söylediği için, millet etrafına toplanır ve ağlarlardı. Ümmül-Benin’in baki mezarlığına gelip ağıtlar söylemesi Beni Ümeyye’nin çöküşünü hazırlayan faktörlerden birisiydi, daha sonra mersiye meclisleri Ümmül-Beninin evinde kurulmaya başladı ve zamanla bir gelenek haline geldi. Celal Abbas’ın soyu, oğlu Ubeydullah’tan yürümüştür.



Celal Abbas’ın annesi Ümmül-Benin , Hicri 64, Miladi 686 yılda vefat etti ve Baki mezarlığında toprağa verildi. Allah rahmetini gani etsin ve bizleri de o mübareklerin şefaatından mahrum bırakmasın…

_________________________________________



Abbâs bin ALİ (RA)



O’nun babası ki; Hz. Ali’dir,

Anne: Ümmü’l-Benin Bint Hizâm’dır,

Hüseyin’le baba bir kardeştir,

Es-Sekkâ lakaplı Abbas bin Ali’m.



Kardeşi Hüseyin’le kerbelâ çölünde,

Ehl-i Beyt’e su taşımış kırba elinde,

Su taşıyan “Es-Sekkâ” denilir yiğide,

Kerbelâ’da şehit olan Abbas bin Ali’m.



Kerbelâ’da susuzluk kavurmuş Ehl-i Beyt’i,

Abbas, üzerine almış su temin işini,

Su aramakla geçirmiştir gecelerini,

Selamlar olsun sana ey Abbas bin Ali’m.



Hüseyin adına Kûfelilerle görüşmüş,

Kerbelâ’nın çölünü o gün hüzün bürümüş,

Kardeşi Hz. Hüseyin için çok üzülürmüş,

Kerbelâ’da su taşıyan Abbas bin Ali’m.



Hüseyin: “Siz gidin, kurtulun buradan” der,

Abbas, bin Ali ki; buna itiraz eder,

Kardeşi Hüseyin’e göğsünü siper eder,

Başı kesilen can şehidim, yiğidim benim.



Zalim serkeşler, saldırmış acımasızca,

Hüseyin, Abdullah, Ca’fer ve osman canda,

Başları hediye edilmiş zalim Şam’a,

Kerbelâ’da şehit olan Abbas bin Ali’m.



Abbas’ın başını da vurup götürdüler,

Başsız bedeni Gadiriyye’ye gömdüler,

Cehennemde daimi olsu o zalimler,

Selamlar olsun sana ey Abbas bin Ali’m.



Es-Sekkâ lakaplı Abbas bin Ali’m.

Kerbelâ’da su taşıyan Abbas bin Ali’m.

Kerbelâ’da şehit olan Abbas bin Ali’m.

Başı kesilen can şehidim, yiğidim benim.

Selamlar olsun sana ey Abbas bin Ali’m.

_______________________________________

Muhammed Mustafa Yolunu Süren,

Kerbela’ya Doğru Gitti Erenler,

Yanında Ceddiyle Canını Veren,

Kerbela’ya Doğru gitti Erenler,



Yezidin Ordusu Etrafın Sardı,

Suların Önüne Bendleri Ördü,

Celal Abbas Kalktı Önüne Durdu,

Canını Hak için Kattı Erenler,



Kolunu Kestiler Şehit Ettiler,

Zeyneb’in derdini Bine kattılar,

Kefensiz Bedenin çöle attılar,

Celal Abbas Kevser tattı erenler



Al’Asker Gömleği Kana Boyandı,

Ehlibeyt Nidası Göğe Dayandı,

Al’ekber Sultanı Şerbetten Kandı,

Kınası Kanlara Battı erenler,



Hastaydı Zeynel’im Figana geldi,

İmam-ı Hüseyin Canını Saldı,

FUKARA bu zulüm Divana kaldı,

Arşta Bu Hesap Bitti Erenler





ALEVİLLİKTE ÇERAĞ.


Çerağcı >>Delilci >>
Cemevi’nin ilâhi nur ile nurlanmasını sembolize mumları yakmak ile sorumludur. Bu işleme çerağ uyandırmak denir. 3 adet mum yakar. Bu mumlar Allah, Muhammed ve Ali’yi temsil eder. Nur suresinin 35. âyetinden dayanarak var olan bütün güzelliklerin Allah’ın zatından tecelli ettiğini ifade etmek için mum üç yakılır( çerağ uyandırılır). Allah’ı zatı her şeyin kaynağı olan özdür. Muhammed aklı, Ali ise aşkı temsil eder ki, kâinatta var olan her şeyin akıl ve aşk üzerine olduğu hepimizce malumdur. Akıl olmasaydı doğada hiç bir denge olmazdı. Aşk olmasaydı elektron çekirdeğin etrafında dönmezdi. Anne çocuğuna, evlât atasına sahip çıkmazdı. Bir başka yorum getirmek gerekirse, biz Allah’ın Hz. Muhammed’e bildirdiği, oradan da Hz. Aliye geçen zahiri ve bâtıni bilginin yolunda ilerliyoruz, onların ışığı ile aydınlanıyoruz. Nur suresi çerağın (mumun) uyarılması ile bunlar anlatılmaktadır. Allah’ın zâtı olmasaydı Muhammed ve Ali’de olmazdı. Allah’ın kâinatı yaratması Kün” (Ol) emri ile olmuştur. Karanlıklardan aydınlığa, yokluktan varlığa, vahdetten kesrete bu emir ile çıkmak mümkün olmuştur. Nasıl ki karanlıkta etrafımızda var olmasına rağmen hiçbir şeyi göremez isek; Allah’ın zâtı olmasaydı hiçbir maddenin olması da mümkün değildi. Bu nedenle konu ile ilgili olması nedeni ile Nur Suresinin 35-36. ayetleri okunur. Çerağcı (delilci) meydana gelir. O arada Gözcü: “Marifete Hüü…” der ve Bacılardan isteyen ayağa kalkar Fatıma Ana darında durur isteyen edep-erkân oturur. Delilciçerağı Dede’nin bulunduğu yere yakın serili postun üzerine koyup dört köşesine niyaz eder, ayağa kalkıp dara durur. Tüm canların duyabileceği sesle okumaya başlar.
Desturu Pir… Bismişah…
 Göklerin ve yeryüzünün nuru Allahdır. Sanki minber üzerine konmuş bir çerağdır. Billur bir kandil içinde yıldız gibi parlamaktadır. O çerağın yağı mübarek bir ağaçdan çıkar. O mübarek ağaç, öyle bir zeytin ağacıdır ki; ne doğuda ne de batıda bulunmaz. O çerağın yağına ateş dokunmasa bile kendi kendine uyanıp saçar. Çünkü, o nurların üstünde bir nurdur. Tanrı, insanları o nur ile doğru yola iletir. İşte Tanrı, insanlara böyle örnekler getirir. Tanrı, gizli açık her şeyi bilir. Ardından eğilip çerağı uyandırır (yakar). Çerağı yakarken iki diz üzeri oturur ve okumaya devam eder: “Allahümme salli ala seyyidina Muhammet Mustafa, İmam Aliyel Murteza, Hatice-i Kibriya, Fatima-i Zöhre, İmam Hasan Hulki Rıza İmam Hüseyni Kerbelâ, 12 imam 14 masum-u pak 17 Kemerbest…”der ve çerağı yakma işi bittikten sonra tekrar okumaya başlar:

Çerağı ruşen, fahri dervişan, himmeti pirân, piri Horasan, küşad-ı meydan, kuvve-i abdalan, kanun-u evliya, gerçek erenlerin demine hüü”. Bunları da okuduktan sonra çerağcı: “Allah, Muhammet ya Ali” diyerek çerağın sağına, soluna ve önüne üç defa niyaz eder, ayağa kalkar ve üç adım geri çekilir, meydanın orta yerinde dara durup şu duazı okur:
Çün çerağ-ı Fahr uyandırdık Hüda’nın aşkına
Seyyide’l- Kevneyn Muhammed Mustafa’nın aşkına

Saki-i Kevser Aliyye’l Murtaza’nın aşkına
Hem Hatice Fatıma Hayrün’nisâ’nın aşkına
Şah Hasan Hulki Rıza hem Şah Hüseyn-i Kerbelâ
Ol İmam-ı etkiya Zeynel Aba’nın aşkına

Hem Muhammed Bakır ol kim Nesl-i Pâki Murtaza
Cafer-üs Sâdık îmam-ı Rehnüma’nın aşkına
Musa-i Kazım İmam-ı serfiraz-ı ehl-i Hakk
Hem İmam-ı Ali Rıza Sabira’nin aşkına

Şah Taki ve Ba Naki hem Hasan-ül Askeri
Ol Muhammed Mehdi-i Sahib Liva’nın aşkına
Pirimiz Üstadımız Bektaş Veli’nin aşkına
Haşre dek yanan yakılan âşıkanın aşkına”

“Ber Cemali Muhammed Kemali İmam Hasan Şah Hüseyin Ali Ra Bülend’e salâvat”
Tüm canlar: “Allahümme salli ala seyyidina muhammedin ve ala al-i Muhammed” der ve Dede şu gülbengi okur:

“Allah Allah. Akşamlar hayır ola, hayırlar fetih ola, şerler def ola. Münkirler mat, münafıklar berbat ola. Meydanlar aydın gönüller şad ola. Cabir Ensar efendimizin hüsn-i himmet ve hidayeti üzerimizde hazır ola. Hakk erenler cümlemize birlik, dirlik, düzen ihsan eyleye. Nur-ı Nebi Kerem-i Ali Pirimiz Hacı Bektaş Veli gerçek erenlerin demine hüü..’’ Görev itibariyle Cabir-ül Ensari’yi,Hadi Ekber temsil eder .
Hata ettim HÃkda yaktı delili
Muhammed Mustafa yaktı delili

Ol Ali Aba’dan Haydar-ı Kerrâr
Aliyyel Murtaza yaktı delili
Hatice tül Kübra Fatıma Zehra
Ol Hayrün Nisa yaktı delili

Hasan’in aşkına girdim meydana
Hüseyn’i Kerbela yaktı delili
İmam Zeynel, İmam Bakır-ı Cafer
Kazım Musa Rıza yaktı delili

Muhammed Taki’den hem Ali Naki
Hasanü’l Askeri yaktı delili
Muhammed Mehdi-i sahib-i zaman
Eşiğinde ayet yaktı delili

Bilirim günahım hadden aşıptır
Hünkar-ı Evliya yaktı delili
On iki İmamlardan bu nur Hatayı
Şir-i Yezdan Ali yaktı delili”ÇERAG DÜVAZI

BİSMİŞAH, ALLAH ALLAH..!
Niyet ettik vaktin hayrına,
Girdik Hak Muhammed
Ali yoluna.
Sevgimiz Muhammed Ali
sevgisi ola.
Pirimiz Seyyid saadet evladı
Resul ola.
İkrarımız İbrahim peygamberin
ikrarı ola.
Birlik ve Beraberliğimiz
Kırkların nişanı ola.
Kulluğumuz Allaha, ümmmetimiz
Hz.Muhammede,
Talipliğimiz Şah-ı merdan Aliye ola.
Er Hak Muhammed Ali aşkına,
Birlik beraberliğimiz daim ola.
Aramızdaki tüm kötülükler def ola.
Şeytanın şeri, kötünün izi
bizden uzak ola.
Hak Muhammed Ali,
Dilde dileklerinizi, gönülde
muratlarımızı
 Vere Görünür görünmez
kazalardan, belalardan.
iftiralardan. Münkir münafıkın
Şerinden bekleye saklaya göre
gözete Neyleyim nideyim
dedirmeye. Bütün evliya,
enbiyaların şefaatı
üzerimizde hazır ve nazır ola.
Lanet münkire, lanet Yezide,
rahmet mümine,Allah eyvallah.

Perşembe akşamları biz Alevilerin ibadet akşamlarıdır, ibadet eden, dua eden, delil(çerağ) uyandıran cümle canların dilde dilekleri, gönülde muradları kabul ve makbul ola.


8 Aralık 2016 Perşembe

ALEVİ CEMLERİNDE ON İKİ HİZMET->


On İki Hizmet Alevi cemlerinin olmazsa olmazıdır. Cemde On İki Hizmet sahipleri tarafından yerine getirilen On İki Hizmet, sembolik olarak yapılan ayinlerle, çok derin manalara ve gerçeklere işaret eder...


Alevi Cemlerinde On İki Hizmet nedir?

On İki Hizmet, Cem ibadeti sırasında görevli on iki kişinin yerine getirdiği hizmetin adıdır. On İki Hizmet olmazsa Cem de olmaz. Cemde On İki Hizmet sahipleri tarafından yerine getirilen On İki Hizmet, sembolik olarak algılansa da özde çok derin manalara ve gerçeklere işaret ediyor. Dolayısıyla On İki Hizmet çok önemlidir. On İki Hizmeti biçimsel bazı kurallar algılamamak gerekiyor. Sembolize ettiği hizmetlerin derin felsefi, toplumsal, inançsal boyutları vardır.

On İki Hizmetin dağılımı su şekildedir:

1. Dedelik (Mürşitlik, Pirlik): Dede, (Mürşid, pir) cemi yönetir. Cem ibadetinin mutlak hakimi konumundadır. Cem erkanının başkanlığını yapar. Cemde ikrar alır ve nasip ve­rir. Canlar arasındaki her türlü problemi çözer. Manevi olarak Kainatın Efendisi, İki Cihan Güneşi, Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa; Şah-ı Merdan, Damad-ı Nebi, İlmin Kapısı İmam Ali, ve Pir Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli'yi temsil eder.


2. Rehberlik: Rehber, görgüsü yapılanlara ve ceme katılanlara yar­dımcı olur, mihmandarlık eder.Mürşidin en ya­kın yardımcısıdır. Yol gösteren kılavuzluk eden, yolun kuralları­nı, edep ve erkanı öğreten, mürşidin yardımcısı konumundadır. Musahiplik ceminde musahiplerin ikrar vermesi için ceme taşı­ma görevini üstlenir. Görev itibariyle İmam Hüseyin'i temsil eder.

3 Gözcülük: Gözcü, cemde düzeni ve sükuneti sağlar. Rehber'in yardımcısıdır. Cemde kurallara uyulması ve yürütülmesinden sorumludur. Cemin edep ve erkanına uymayanları uyarma görevi vardır. Yol düş­künlerinin ve suçluların ceme girmelerine izin vermez. Cemin bekçisidir. Ebu Zer Gifari'yi temsil eder. Gözcülük görevinin piri Karaca Ahmed Sultan olarak da bilinir.


4. Çerağcılık: (Delilcilik, ışıkçılık); Çerağcı (Delilci) Çerağ (ateş, kandil, mum)  yakmak, meydanın aydmlatılması ile görevlidir. Cemevindeki aydınlatma işinden sorumludur. Çerağın; kan­dil, aydınlatma, mum, fitil anlamları vardır.  Cem evinde bulunan aydınlatma araçlarını yakar. Buhardanlıkları ve Mumları (Çerağları) hazırlar. Görev itibariyle Cabir El Ensari’yi temsil eder.

5.  Zakir (Aşık) Zakirlik (Aşıklık):   Aşık, cemlerde genellikle bağlama çalmasını iyi bilen ve sesi güzel olan kişidir. Zakir; deyiş, tevhid ve düvazlar, mi'raçlama, nevruziye ve mersiyeleri saz eşliğinde söyler. Genellikle üç kişiden oluşan ekiptir.

6 .Ferraşlık (Süpürgecilik): Ferraş  (Süpürgeci) Cemevinin temizliğinden sorumludur, gerekirse rehbere yardım eder. Cemevlerinin mutlaka temiz olması gerekir. Bu temizlik işi ile görevli olan kişiye ferraş denir. Cem yapılırken cemevini süpür­geci temiz tutar. Selman’ı Piri pakı yani Selman-ı Farisi hazretlerini temsil eder.

7. Sakkalık, Tezekkarlık (İbriktarlık - Ibrikçilik):  İbrikdar (İbrikçi, sakka, tezekkar) Tarikat abdestini aldırır. Cem erkanında abdest alınmasında hizmet edendir. Sembo­lik olarak elinde leğen ve ibrikle, omzunda havlu ile hizmet eden kişidir. El suyu dökerek ellerin yıkanmasını sağlayan kişi, el suyu dağıtır. Cemde Mürşidin ve cem erenlerinin abdest almalarını sağlar. Musahiplik ceminde ikrar veren canlara su dağıtır. Görev itibariyle Kamber Hazretlerini temsil eder.

8. Kurbancılık (Niyazcılık, Sofracılık): Kurbancı (sofracı, niyazcı) kurban tığlama yemek işlerine bakar ve lokma (kurban eti) dağıtır. Kurbanları tekbirler ve keser. Gelen Lokmaları alır ve dağılımını sağlar. Ceme her can lok­ması ile gelir. Lokmaları herkese eşit şekilde dağıtır. Lokmayı dağıtırken de "Göz mizan, el terazi, herkes oldu mu hakkına ra­zı?" diyerek herkesin rızalığını alır. Görev itibariyle Mahmut el Ensari’yi temsil eder.

9. Saki / Pervane:  Cem sırasında dolu sunan, su sağlayan, susuzlukları gideren kişi.  Cem evinde Su, Şerbet, Saka, Süt v.b. dağılımını sağlar. Sakacı Görev itibariyle Ammari Yaseri’yi temsil eder.

10. Peykçilik (Habercilik, Davetçilik): Peykçi (Haberci) ahaliyi cemevine (cem yerine) çağıran, cemi komşulara haber veren kimsedir. Peyk haber anlamındadır. Peykçi, cemin yapılacağını bütün canlara haber verir ve ceme katılmaları için haberdar eder. Bu hizmetin sahibi Cebrail᾿dir. Görev itibariyle Amri Ayyari’yi temsil eder.

11. İznikçilik (Meydancılık): Cemevinin temizliğine ve düze­nine bakar. Ceme gelen canların ayakkabılarına sahip çıkar ve yerleştirir, ayrıca süpürgeciye yardımcılık eder.  Cem evinde Semahserleri kaldırır. Postları yerine dizer. Görev itibariyle Hüzeymetü’l Ensari ’yi temsil eder.

12. Bekçilik (Kapıcı): Cem'in ve ceme gelenlerin evlerinin gü­venliğini sağlar, beklerler. Cemevine gelen canları karşılar. Cemin yapılışı esnasında cemdekilerin adap ve erkan içinde oturmalarım sağlar. Gözcü­nün yardımcısı konumundadır. Görev itibariyle Gülam Keysani’yi temsil eder.

12 hizmet Kırklar meclisinde uygulanmış bir erkândır. Cemlerde görev alan oniki hizmetlilerin isimleri değişik isimlerde olabiliyor. Örneğin Sivas, Kangal, Dışlık köyünde 1960’lı yıllardaki uygulanış şekliyle cem töreninde On İki Hizmetleri şu isimler sembolik  olarak icra eder:
1.
Tarikatçı: Hz. Hasan Mücteba
2. Davetçi:  Hz. Hüseyin Desti Kerbela
3. Saki: Hallacı Mansur
4. Zakir: Seyyid Nesimi
5.İbriktar: Sarı İsmail
6.Gözcü: Karaca Ahmed
7.Cerağcı: Kara Pipabat Sultan
8.Sofracı: Garip Musa Sultan
9.Meydancı: Barak Baba
10.Ferraş: Resul Baba Sultan
11.Pervane: Taptuk Emre
12.Kapıcı: Güvenç Aptal

Oniki Hizmet Sahiplerinin ettiği dua

Oniki hizmet sahipleri Delilci, delili ile; Gözcü, asası ile; Farraş, süpürgesi ile... Topluca dara dururlar. Dede, bu hizmet canlarına şu duayı eder:

Bismillah...
Bismi Şah Allah, Allah...
Akşamlar hayrola.... Hayırlar feth ola... Şerler def ola... Hizmetleriniz kabul ola... Muratlarınız hasıl ola... Hazır gaip, zahir, batın ayin-i cem erenlerinin gül cemallerine aşk ola... On sekiz bin âlemle birlikte cümle mümin müslüm âlemini Muhammet-Ali Gülbenginden mahrum eylemiye... Allah cümlemizi didar-ı Ehlibeyt’e, meşrebi Hüseyin’e nail eyleye...
Muhammedü’l Mustafa, Aliyyü’l Mürteza, gözcümüz Cebrailü’l Musaffa, çerağımız Cabirü’l Ensari, zakirimizi Bilal Habeşi, farraşımız Selmanı Piri Pak, iznikcimiz Hüzeymetü’l Ensari, kurbancımız Mahmutü’l Ensari, sakkacımız İmam-ü’l Hüseyin Şehitler Şahı, ibriktarımız Gulam Kamber, peyikimiz Miri Eyyar, Semahcımız Abuzer Gaffari ve bacımız Feyidetünnisa Fatimatün Zehra Hazretlerinin şefaatlarına nail ola...
Bu mürşitlerimizin hüsnü himmetleri üzerinizde şaye-ban ola... Saklaya, bekleye... Yolsuza uğratmaya... Hızır yoldaşınız, evliya haldaşınız ola... Dil bizden, nefes Kutbü’l arifin Gavsu’lvasilin Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli’den ola... Nuru Nebi, Keremi Ali, Gülbengi Muhammedi, Demi Pir Hünkâr Hacı Bektaşı Veli... Gerçek erenler demine hüüü...

ON İKİ HİZMET DEYİŞİ: Zakirlerin dilinden cemlerde on iki hizmet:


Haktan bize nida geldi
Pirim sana haber olsun
Şah’tan gülzarı geldi
Peyik sana haber olsun

Bu yola giden hacılar
Güruhları hep Naciler
Cem kilidi kapıcılar
Kapıcı’ya haber olsun

Hak, kuluna eder nazar
Dört nesneden âdem dizer
Kalleş gelmiş cemi bozar
Gözcü sana haber olsun

Ey kalp evi dolu kişi
Daima Hak’ladır işi
Kimdir bu halkanın başı
Zakir sana haber olsun

Mümin yolun yakın ister
Münkirlerden sakın ister
Delil yanmaz yağın ister
Delilci’ye haber olsun

Mümin çekildi meydana
Münkir atıldı zindana
Hizmet verildi Selman’a
Tazeker’e haber olsun

Zakir zikreder sazı ile
Duaz okur avazı ile
Mümin müslim niyaz ile
Carcısana haber olsun

Haydin gidelim üryana
Mümin müslim bir yana
Tekbir verildi kurbana
Kurbancı’ya haber olsun.

Yola giden haslar hası
Silinsin gönüller pası
Doldur ver engür tası
Sakkacı’ya haber olsun

Haydın girek hakikate
Kulak tutun marifete
Mümin girdi ihtikata
Semacı’ya haber olsun

Fatıma cemde oturur
Kurbana kepçe batırır
Gerçeğe lokma getirir
Nakıpsana haber olsun
Şah Hatayı’m barı çaldı

Şah’tan gülizarı geldi
Pirden bize destur oldu
İznikçi’ye haber olsun

CEM SIRASINDA 12 HİZMET EHLİ NE YAPAR
Cemde her biri özel bir görevi yerine getiren bu on iki hizmet sahip­lerini ve görevlerini daha yakından tanıyalım

1.) Dede (Pir, Mürşid): Cem’de birinci hizmet sahibidir. Cem’i yönetir, cem âyini dışında kalan zamanda sorunları çözer, toplumu aydınlatır, eğitir ve yönetir. Halka doğru yolu gösterir. Evlâd-ı Resul’ün soyuna bağlı (Seyyid) olan dede eğitim görmüş, ilim, irfan ve ahlâk sahibi, Hak-Muhammed-Ali’nin yolunu, erkânını iyi bilen ve uygulayan, Cem’de On iki Hizmet’i hakkıyla yürütebilen kişi olmalıdır. Dede'ye Ser-Cem (Cem’in başı) denilir. Rehberi, dervişi, Talibi eğitir, gözetler ve olgunlaşmaları için gerekli olan ruhi ve pratik bilgileri verir. Mürşit, Hakk-el yakin mertebesinde kabul edilir. Cemin başlamadan önce Dede, görevlileri çağırır, onları dua eder ve görevlerinin ne olduğunu bildirir, öğütlerde bulunur. Cemevinde düzenin sağlanması, gereksiz konuşmaların ve gürültülerin önlenmesi için gözcü denilen görevli sürekli ayakta bulunur. Gerekli durumlarda taliplere "Gerçeğe hû" diyerek cemde olduklarını anımsatır ve uyarır.

Cem için canlar toplandığı zaman cemi yöneten Dede, pir postuna oturmadan önce dar meydanına niyaz eder ve kendi özünü dara çeker:
"Allah Allah!...Özüm darda, yüzüm yerde; Hak huzurundayım. Erlerin, pirlerin nüfuzunu üzerimden eksik eyleme. Doğruluktan, dürüstlükten ayırma. Eksiğimi, noksanlığımı affeyle...Eda edeceğim bu ağır ve kutsal görevde yardımını benden esirgeme....Yapacağım bu hizmetimi Aliyel-Mürteza’nın, Hüseyn’i Gerbela’nın dergahına kaydeyle...Nefes benden himmet Hünkar Hacı Bektaşı Veli’den ola. Hüüüü... Ya Ali!"

Duadan sonra meydana niyaz eder, dizleri üstünde yürüyerek gider posta niyaz eder; ayağa kalkıp Elif darına[6] durur. Ayetel Kürsü(Bakara 255) ayetini okur. Ayet bittikten sonra pir postuna niyaz eder, postuna oturur.

"Erenler, 12 hizmete başlamadan önce birbiriyle küskün, dargın var mı? Alacağınız, vereceğiniz, davanız var mı? Yoksa herkes birbirinden razı mı?" diye sorar. Canların birbirlerinden razılıkları varsa hep bir ağızdan "Allah eyvallah" derler. Küskün, dargın veya herhangi bir sorun varsa davacı hemen yerinden kalkıp meydana gelir niyaz eder ve darda (ayakta) şikâyetini sorununu dile getirir. Bu arada ilgili kişiler de Dede tarafından meydana çağrılır ve onlar da aynı şekilde gelirler.

Dede Cem boyunca Kur’ân-ı Kerim’den şu ayetleri okur:  A’raf suresi 23. ayetini, Tevbe Suresi: 119. ayeti, Dedenin pir postu serilirken Ahzap Suresi 56. ayeti, Elif darına dururken Ayetel Kürsü(Bakara 255),Çerağ yakıldıktan sonra ise Nur Suresi 35. Ayet okunur. Tercüman Kurbanı var ise SaffatSuresi’nin 103 ve 107. ayetlerini okur.

2.) Rehber: Mürşidin yardımcısıdır, Cem içindeki hizmetlerin yerine getirilmesini sağlar. Tarikata girmek isteyen isteklilere kuralları ve koşulları öğretir. İsteklileri bu konuda eğitir ve olgunlaştırır. Dede buyruklarını, talimatlarını canlara ulaştırır. Talipleri eğitir ve cemde dedeye yardımcı olur. Tarikat ilmini Talip'e en iyi şekilde öğretmeye çalışır. Tarikata ters düşecek genel ahlak kurallarını ve davranışlarını engeller, Mürşid tarafından talibin eğitim ve öğretiminden(tarikat bilgisi yönünden) sorumludur. Görev itibariyle Hz. Ali temsil eder.

3.) Gözcü: Cem’de düzeni ve sükûneti sağlar, uygun davranmayan olursa önce uyarır, gerekirse Dâr’a çekilmesini ister, cezalandırır. Tarikata yeni girmiş talipleri ve dervişlik derecesine yükselmiş tarikat mensuplarını gözetler. Bazı yörelerde de gözcü sağ başta olmak üzere 12 hizmetliler hep birlikte dara dururlar. Gözcü: “12 Hizmetlerimizin kabulüne gönül birliğiyle diyelim Allah Allah” der, ve Dede şu gülbengi okur:
“Bismi Şah Allah Allah... Üçlerin, Beşlerin, Yedilerin ve Kırkların hürmetine...12 İmam, 14 Masum-u pak, 17 Kemerbest ve Kerbelâ Şehitlerinin hürmetine... Erenlerin, Evliyaların, âşıkların ve sadıkların hürmetine... Hakk erenler dilde dileklerimizi, gönülde muratlarımızı vere... Gözcü Karaca Ahmet’in ve 12 Hizmet sahiplerinin de hizmetleri kabul muratları hâsıl ola... Eksiklerimiz tamama yazıla. Hz. Pir Divanına kaydola.. .Nur-u Nebi Keremi Ali Pirimiz Hacı Bektaş Veli... Dil bizden nefes Şah-ı Şehidi Kerbelâ’dan ola. Gerçeğe hüü...”

4.) Çerağcı (Delilci): Cemevi’nin ilâhi nur ile nurlanmasını sembolize mumları yakmak ile sorumludur. Bu işleme çerağ uyandırmak denir. 3 adet mum yakar. Bu mumlar Allah, Muhammed ve Ali’yi temsil eder. Nur sûresinin 35. âyetinden dayanarak var olan bütün güzelliklerin Allah’ın zatından tecelli ettiğini ifade etmek için mum üç yakılır( çerağ uyandırılır). Allah’ı zatı her şeyin kaynağı olan özdür. Muhammed aklı, Ali ise aşkı temsil eder ki, kâinatta var olan her şeyin akıl ve aşk üzerine olduğu hepimizce malûmdur. Akıl olmasaydı doğada hiç bir denge olmazdı. Aşk olmasaydı elektron çekirdeğin etrafında dönmezdi. Anne çocuğuna, evlât atasına sahip çıkmazdı. Bir başka yorum getirmek gerekirse, biz Allah’ın Hz. Muhammed’e bildirdiği, oradan da Hz. Aliye geçen zahiri ve bâtıni bilginin yolunda ilerliyoruz, onların ışığı ile aydınlanıyoruz. Nur sûresi çerağın (mumun) uyarılması ile bunlar anlatılmaktadır. Allah’ın zâtı olmasaydı Muhammed ve Ali’de olmazdı. Allah’ın kâinatı yaratması “Kün” (Ol) emri ile olmuştur. Karanlıklardan aydınlığa, yokluktan varlığa, vahdetten kesrete bu emir ile çıkmak mümkün olmuştur. Nasıl ki karanlıkta etrafımızda var olmasına rağmen hiçbir şeyi göremez isek; Allah’ın zâtı olmasaydı hiçbir maddenin olması da mümkün değildi. Bu nedenle konu ile ilgili olması nedeni ile Nûr Sûresinin 35-36. ayetleri okunur. Çerağcı (delilci) meydana gelir. O arada Gözcü: "Marifete Hüü..." der ve Bacılardan isteyen ayağa kalkar Fatıma Ana darında durur isteyen edep-erkân oturur. Delilciçerağı Dede'nin bulunduğu yere yakın serili postun üzerine koyup dört köşesine niyaz eder, ayağa kalkıp dara durur. Tüm canların duyabileceği sesle okumaya başlar.
“Destur-u Pir... Bismişah...
“ Göklerin ve yeryüzünün nuru Allahdır. Sanki minber üzerine konmuş bir çerağdır. Billur bir kandil içinde yıldız gibi parlamaktadır. O çerağın yağı mübarek bir ağaçdan çıkar. O mübarek ağaç, öyle bir zeytin ağacıdır ki; ne doğuda ne de batıda bulunmaz. O çerağın yağına ateş dokunmasa bile kendi kendine uyanıp saçar. Çünkü, o nurların üstünde bir nurdur. Tanrı, insanları o nur ile doğru yola iletir. İşte Allah, insanlara böyle örnekler getirir. Allah, gizli açık her şeyi bilir”.

Ardından eğilip çerağı uyandırır (yakar). Çerağı yakarken iki diz üzeri oturur ve okumaya devam eder: “Allahümme salli ala seyyidina Muhammet Mustafa, İmam Aliyel Murteza, Hatice-i Kibriya, Fatima-i Zöhre, İmam Hasan Hulki Rıza İmam Hüseyni Kerbelâ, 12 imam 14 masum-u pak 17 Kemerbest…”der ve çerağı yakma işi bittikten sonra tekrar okumaya başlar:  "Çerağı ruşen, fahri dervişan, himmeti pirân, piri Horasan, küşad-ı meydan, kuvve-i abdalan, kanun-u evliya, gerçek erenlerin demine hüü”.

Bunları da okuduktan sonra çerağcı: “Allah, Muhammet ya Ali” diyerek çerağın sağına, soluna ve önüne üç defa niyaz eder, ayağa kalkar ve üç adım geri çekilir, meydanın orta yerinde dara durup şu duazı okur:

"Çün çerağ-ı Fahr uyandırdık Hûda'nın aşkına
Seyyide’l- Kevneyn Muhammed Mustafa'nın aşkına

Saki-i Kevser Aliyye'l Murtaza'nın aşkına
Hem Hatice Fatıma Hayrün'nisâ'nın aşkına

Şah Hasan Hulki Rıza hem Şah Hüseyn-i Kerbelâ
Ol İmam-ı etkiya Zeynel Aba'nın aşkına

Hem Muhammed Bakır ol kim Nesl-i Pâki Murtaza
Cafer-üs Sâdık îmam-ı Rehnüma'nın aşkına

Musa-i Kazım İmam-ı serfiraz-ı ehl-i Hakk
Hem İmam-ı Ali Rıza Sabira'nin aşkına

Şah Taki ve Ba Naki hem Hasan-ül Askeri
Ol Muhammed Mehdi-i Sahib Liva'nın aşkına

Pirimiz Üstadımız Bektaş Veli'nin aşkına
Haşre dek yanan yakılan âşıkanın aşkına"

"Ber Cemali Muhammed Kemali İmam Hasan Şah Hüseyin Ali Ra Bülend'e salâvat"
Tüm canlar: “Allahümme salli ala seyyidina muhammedin ve ala al-i Muhammed” der ve Dede şu gülbengi okur:

"Allah Allah. Akşamlar hayır ola, hayırlar fetih ola, şerler def ola. Münkirler mat, münafıklar berbat ola. Meydanlar aydın gönüller şad ola. Cabir Ensar efendimizin hüsn-i himmet ve hidayeti üzerimizde hazır ola. Hakk erenler cümlemize birlik, dirlik, düzen ihsan eyleye. Nur-ı Nebi Kerem-i Ali Pirimiz Hacı Bektaş Veli gerçek erenlerin demine hüü..’’

5- Zakir (Âşık, Sazandar, Güvende): Deyiş, Duvaz, Mirâclama, Mersiye ve Nefes söyler. Saz çalar ve Semah’ı yönetir. Genellikle üç kişi olur.Cemde saz çalar, deyişleri okuyarak ceme katılanları duygu yüklü mistik bir havaya sokarak ruhen insanları yüceltir. Dede yukarıdaki gülbengi okuduktan sonra, Zakirler hemen sazı alır, üç duvaz okur.

Duvazlar bitince zakirler sazlarının üzerine hafif eğilir, “diyelim Allah Allah” derler.
Dede şu gülbengi okur: "Allah Allah... Hizmetleriniz kabul ola. Muradlarınız hâsıl ola. Muhammed Ali, Ehl-i Beyt katarlarından, didarlarından ayırmaya. Adlarını zikrettiğiniz on iki imamların himmeti üzerinizde ola. Diliniz dert görmeye. Hakk erenler cümlemizi delili Şah-ı Merdân’dan ayırmaya. Dil bizden nefes Hazret-i Pir Hacı Bektaş-ı Veli'den ola. Gerçek erenler demine hüü."
Burada gözcü"dâr çeken didar göre erenler sefasına ere” der, Ayaktaki ve edep-erkânlı canlar rahat otururlar böylece meydan açılmış olur. Görev itibariyle Bilalı Habeş’i temsil eder.

6.) Süpürgeci(Ferraş) : Peyikçi’den sonra süpürgeci  gelir.Cem meydanını iki kez “Allah Muhammed Ali “ diyerek yeri süpürür. Fakat süpürge yerden toz çıkarmaz. Süpürürken süpürge, eski yazıdaki “vav” harfi şeklinde bir sağa bir sola doğru gider gelir. Vav harfi Lâtin harflerindeki 9 rakamı gibi bir harftir. Bu süpürme işlemi simetrik şekilde yapılır. Yani önce 9 harfine benzetilerek süpürülür. Sonra 9 harfinin simetriği şeklinde süpürülürdü. Bu şekle tasavvufta çifte vav denir. “Vav” harfinin Ebced hesabına göre sayısal değeri 6’dır. İki tane “vav” yan yana gelince sayısal değerler 66 olur. Eski yazıda Allah yazdığınız zamanda Elif 1, Lâm 30 + Lâm 30 + h 5 = 66 yapar. Buna Bektaşîlikte Hurûfi (harfler) neşesi denir. Yani burada yapılan salâtların (ibadet, namazların) Allah rızası için yapıldığı anlatılmaktadır.”

Süpürgeci, Dedenin karşısına geçer “Allah Allah ! Üç bacıyız, güruhu naciyiz kırkların ceminde süpürgeciyiz. Süpürgeyi çaldı Selman, kör olsun Mervan, zuhur etsin Mehdi’yi sahibi zaman, Allah eyvallah, nefes pirdedir”der.
Pir de ona gülbank çeker. Süpürgeci oturur. Süpürgenin iki manası vardır. Zahiri manası canlara çevrenizi temizleyin süpürün pislik içinde oturmayın, batıni manası ise, insanın iç dünyasına hitap eder. Süpürgecinin okuduğu tercümanda gürûhu naciyiz derken manası kurtulanlar topluluğundanız. Çünkü gerçek anlamda nefsinden kurtulanlar gürûhu naciden sayılır. “Kırkların ceminde süpürgeciyiz” derken, Hak cemi içinde görevimiz temizliktir, kalpleri temizleriz. “” Süpürgeyi çaldı Selman “’ın anlamı ise, Selman Fâris’dir . Selman Ehl-ibeyt yolunun mürşitlerindendir. Mürşid insanın içini temizler. ”Kör olsun Mervan” İnsanın içindeki kötü nefis kör olsun. ”Uyansın Mehdiyi sahibi zaman “ kötü nefis yok olunca onun yerine rahman hâkim olur. Mürşide teslim ol ki, o senin içindeki kötü huylarını gidersin. Seni irşad etsin, senin iç dünyana Hakk hâkim olsun.

Süpürgeci hizmetten sonra ibadet faslı başlar önce zakir saz ile düvaz denilen on iki imamların isimlerinin geçtiği ve ayrı ayrı övüldüğü deyişler okunur. Deyiş yörelere göre nefes, âyet, kelâm olarak da söylenir ki bunlar ilâhilerdir[10]. Bu düvazlarda Allah Muhammed ve on iki imamların isimleri zikredilirken cem’e katılanların manevi bir hazla coşmalarını, cezbeye kapılmalarını sağlar. Aynı zamanda muhtelif ders veren hikâyeler anlatılır insanlar eğitilmeye çalışılır.
"Hü" der, eğilir meydanı süpürür, sembolik olarak çulun (meydandaki halı, kilim v.b.) ucunu kaldırıp altına doğru "sırrı sır edenin demine hüü" deyip süpürgeyi üç defa “Allah,Muhammet, ya Ali” diye meydana çaldıktan sonra dara durur, süpürgeyi sol koltuğuna alır ve "hü" diyerek şu duayı okur: "Hamdülillah Pirimiz ol Hacı Bektaş’dır. Üstadımız Al-i Muhammed'den Seyyid-i Farraş’dır Bercemal-i Muhammed Kemal-i İmam Hasan Şah Hüseyin Ali Ra Bülend'e salâvat" der.
Tüm canlar: "Allahümme salli ala seyyidine Muhammed'in ve ala al-i Muhammed" diye salâvat getirir.

Bu Hizmeti Üç Bacı yapıyorsa yine aynı şekilde “hüü” diye meydana gelip, sırayla her biri birer defa süpürgeyi meydana çalarken “Allah, Muhammet, ya Ali” dedikten sonra
“Destur-u Pir... Biz üç bacıyız, Güruhu Naciyiz, Kırklar Meydanında Süpürgeciyiz... Süpürgeci Salman, Kör olsın Yezid-i Mervan, Zuhur eyleye Mehdi-yi sahip zaman... Nefes pir’dendir. Hü pirim hüü...” derler ve Dede’de şu gülbengi okur:
"Allah Allah. Seyit Farraş efendimizin hüsnü himmet ve hidayeti üzerimizde hazır ola. Hizmet sahipleri hizmetinden şefaat bula. Nur-u Nebi Kerem-i Ali Pirimiz Üstadımız Hacı Bektaş-ı Veli. Gerçek erenlerin demine hüü."
Görev itibariyle Selman’ı Piri Pakı temsil eder.

7.) Meydancı(İznikçi): Cemevinin temizlenmesinden, tören için hazırlanmasından sorumludur. Cem’e gelenlerin ayakkabılarını düzeltir, yanlışlıkları önler. Meydancıpostu seccadeyi alıp,
“Hüü Erenler Hak Muhammet Ali Hizmeti geliyor” diye birer adım atarak üç defa tekrar eder darda durur ve Dede şu gülbengi okur; “Bismi Şah Allah Allah… Bu post Hak Muhammet Ali’nin, Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin 12 İmamların Postu... Kamber Ali Sultanın sermiş olduğu post ola. Hizmet sahibinin hizmeti kabul muradı hâsıl ola. Dil bizden nefes pirimiz Hacı Bektaş Veli’den ola. Gerçeğe hüü...” Meydancı, postu serer niyaz eder yerine geçer. Görev itibariyle Hüzeymetü’l Ensari’yi temsil eder.

8.) Niyazcı (Sofracı, Lokmacı, Nakip, Kurbancı) Kurban ve yemek işlerine bakar. Yiyecekleri eşit olarak dağıttıktan sonra: “Elimde yok kantar ile terazi, herkes oldu mu hakkına râzı?” diye sorar. Lokmalar herkese ve eşit olarak dağıtılmışsa, ”Önüne gelen Allah Allah …” diye lokmaların yenilenmesine başlamak için izin (destûr) verilir.
Lokmacı (sofracı) sofrayı alır, meydana gelir ve şu duayı okur. “Evvel Allah diyelim, kadim Allah diyelim, geldi Ali sofrası, Şah versin biz yiyelim, erenlerin demine hü diyelim. Sofra aldım destime Hakk’dan hidayet isterim, cümle cem erlerinden nasip nusret isterim, Allah ulu, sofra dolu, Pirimiz Hacı Bektaş Veli Allah, Muhammet, ya Ali”...
Sonra sofrayı meydana serer, lokmalar birer birer sofraya canların yardımıyla getirilir. Sonunda lokmacılar: "Hakk yetirsin" der ve tüm canlar "Er Hak bereket versin" derler.
Lokmacı: "lokmaların kabulüne diyelim Allah Allah"der.
"Canlar elimizde yoktur okka terazi, herkes hakkına oldu mu razı" diye üç defa sorar. Bütün canlar rızalık getirdikten sonra Dede herhangi bir cana şah lokmasını verip destur der ve cemdeki canlar lokmalarını yemeye başlarlar. Lokmalar yendikten sonra lokmacı: "Lokmalarımızın kabulüne diyelim Allah Allah" der ve Dede şu gülbengi okur:
"Allah Allah...
Şebber ve Şübber mürşid ve rehber sundular kevser
Elhamdülallah, elhamdülallah ------- (canlar da bir defa elhamdülillah der, elhamdülillah'lar her seferinde ceme katılanlarca tekrar edilir)
Sofra Ali'nin nimet Veli'nin
Elhamdülallah, elhamdülallah
El fakr-ül fakir, Haşimi zikir bu deme şükür
Elhamdülallah, elhamdülallah
Her kim yetirdi taam, ona cehennem haram
Yardımcımız olsun On iki imam
Lokma hakkına, evliya keremine, cömertler cemine, gerçek erenler demine hüü!"

9.) İbrikçi (Sakka, Sakacı, Sakî, Dolucu, Tezekâr, İbriktar): Cem’de mersiyeler okuyarak sakka suyu dağıtır, susayanlara su verir. Lokmalar yendikten sonra, el temizliğini sağlamak için ibrik ve leğen getirip havlu tutan hizmet sahibidir.
Saki “say’ı Hüseyin” diyerek Hazreti Hüseyin’in Kerbelâ ’daki susuzluğunu anlatmak için onun aşkına su içilir. Sonra tezekâr bir bacı ile birlikte gelir. Birisi ibrik leğen birisi de havlu tutar, canlar ellerini yıkarlar. Fakat bu yıkama simgesel bir yıkamadır. Ellerin tamamı değil başparmaklar yıkanır. Alevilik inancına göre tarikat abdestinin tanımı şudur:  “Hz. Peygamber (s.a.v.) “Temizlik imandan gelir” sözüyle de imanın en önemli kısmının temizlik den geçtiğini işaret etmiştir. Yine Alevilikte ki dört kapı, Kırk makamının, ilki olan Şeriat kapısının on makamından biri de “temiz giyinmektir.” yani ibadete gelen kişi buna uymak zorundadır. Abdestin bir Şeriat yönü, bir de Tarikat yönü vardır. ruhsal bedenimizi arındırmaktır, alçakgönüllü, mütevazi olmak, Turab - toprak olmaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurur ki “Nefsini bilen Rabbini bilir” sözleri nefsimizi temizlememiz yönündeki en doğru yolu göstermektedir. Alevi inancıda Batıni olarak tarikatta alınan abdest ise bir Hak, Muhammed, Ali ve Ehli beyt ile on iki İmam yoluna girerken ibadete (ceme) başlamadan önce topluluk önünde bu yola girmek ve yolun kurallarına uymak için ikrar (söz) vermektir. Hünkâr Hacı Bektaş Veli buyurur ki: “Su hem arıdır, hem arıtıcıdır. Su arifler makamıdır.” Temiz su her hangi bir kaba girerse, o kap suya döner, pisliği dışarıda bırakır. Kendisini arıtamayanın, başkasını arıtamaz. Şeriatta elbise ve ten kirlenirse su temizler. Ariflerde su ile ten temizlenmez. Çünkü yıkayıcı arınmayınca, yıkadığı da arınmaz temizlenmez” Öyleyse arif olanın içinde şeytani fiiller olmamalıdır. Âdem pis olamaz, pis olanı da su temiz edemez. Asıl abdest, Alevilerin abdesti esas budur. Nefsimizi, özümüzü bütün kötülüklerden temizleyerek, Yaratanın evi olan kalpleri, gönüleri, temizleyerek onu orada mihman etmektir. Aleviler "abdestimiz alınmıştır" derken Şeriat gereği alınan abdesti değil, Allah’a verilen ikrardan, Hak, Muhammed, Ali ve Ehli beyit ile on iki imam yoluna girip, onun yani tarikatın hem inançsal hem de normal yaşantı da kuralların uygulamnacağına dair ikrarı kast ederler"

Cem birlemeden sonra tarikat yani el suyu hizmeti başlar. Tarikat abdesti alınması için bir sofu, bir bacı hizmete başlar. Sofu/İznikci bir ibrik su, bir de el leğeni alır. Bacı da bir el havlusu alır. Önce kendileri abdest alır. Dar meydanına gelir, dara dururlar. Dede dua eder:
"Allah, Allah, Allah....
Hizmetleriniz kabul ola, dileğinizi Hak, Muhammet, Ali vere, elleriniz dert görmeye, gönlünüz incinmeye, yoluna hizmet ettiğiniz Pir’in himmeti üzerinize ola.. .Dil bizden, nefes Hünkar’dan ola... Gerçeğe hüüü..."
Duadan sonra sofu, bir elinde ibrik, diğer elinde leğen canlara su döker. Canlar iki elinin şahadet parmaklarını yan yana getirerek dökülen suyun altına tutarlar. Arkadan gelen bacı sofu canlara havlu uzatır. Sofular el silerler. Bacı her el silmeden sonra havluya niyaz eder. Bu vaziyette halkada bulunan canlara tarikat abdesti aldırırlar. Bitince önce sofu, sonra bacı abdest alırlar. Hizmetleri bitmiş olur. Hizmet eden sofu ve bacı tekrar dara dururlar. Dede şu duayı eder:
"Allah, Allah, Allah....
Hizmetiniz kabul ola... Muradınız Hâsıl ola... Elinize, belinize, dilinize sahip olasınız. Abdestiniz devamlı ola... Yardımcınız Selmanı Pak ve Ali ola..."
Seccade serilince bazı cemlerde Selman suyu verilir.
Sakka suyu dağıtılması için Sakkacı meydana gelir. Çok kalabalık ise iki kişi de yardımcı olarak ellerinde birer tas su ile meydana gelirler. Ayaklar mühürlü bir şekilde yere inmeden hafif eğilerek “hüü” der ve doğrulup şu duayı okur:

“Destur-u Pir... Bismişah...
“Biz Her canlıyı sudan yarattık”
Tüm dertlere derman, içenlere ab-ı hayat olsun.
Selam olsun İmam Hasan Şah Hüseyin’e
Ve İmam Hasan Şah Hüseyin’in evlâdına!..
Lanet olsun İmam Hasan Şah Hüseyin’in katillerine
Ve onların izinde gidenlere!..
Lütfuna muhtacız eyle ihsan ya Hüseyin
Derdimize senden derman eyle derman ya Hüseyin!..
Gayriye muhtaç kılma aşıkanı eleman
Sen medet kıl bizlere her vakit her an ya Hüseyin!..
Sad Hezaren lanet olsun ol sapıtmış güruha
Ki şehit kıldılar onlar seni ya Hüseyin!..
İsmi pak'ın hürmetine zikredeni koyma zulmette
Ver muradın gözü kan yaş ağlayanın ya Hüseyin!..
İznin ile su getirdim aşkına vermek için
Aşkınla içenlere kıl ab-ı hayat ya Hüseyin!.."

Sakkacılar "bir su veririm İmam Hasan Şah Hüseyin aşkına" diye diye Dede'den itibaren bütün canlara ya da üç cana birer yudum su içirirler. Sonra meydana gelir, kendileri de birbirlerine birer yudum su içirir, tek kişiyse kendisi bir yudum içer.
Sonra dara durur, sakkacı "Bel mezid (bilâkis çoğalsın)” der canlar da "lanetullah kavme’l-Yezid" derler. Anlamı: "Su Hayattır ve bu suyu Hüseyin’e vermeyen Yezid’e ve ona taraf olana lanet olsun" demetir.
Sonra canların üzerine üç tarafa elle su serpilir. Serperken de sakkacı “Ya ilâhi kıl şefaat katresinden düşene dü cihanda ver muradın ya Hüseyin çağıranın” der Hemen tekrar dara gelirler, "hüü" diyerek şöyle devam eder:

"Ya ilâhi ver muradımız Mustafa'nın aşkına
Saki-i kevser Aliyye’l-Murtaza'nın aşkına
Hem Hatice Kibriya, Fatıma Hayrü’n-Nisa
İmam Hasan, Şah Hüseyn-i Kerbelânın aşkına
İmam-ı Zeynel Aba , Muhammed Bakır
Düca İmam Cafer, Musa Kazım, Ali Rıza'nın aşkına
İmam Taki, Ali Naki, Hem Hasan-ül Askeri
İmam Muhammed Mehdi Sahip Liva'nın aşkına
İki gönlü bir eden Şah-ı Merdan-ı Ali
Pirimiz Üstadımız Bektaş Veli’nin aşkına”

"Ber Cemal-i Muhammed Kemal-i İmam Hasan Şah Hüseyin Ali Ra Bülend'e salâvat... Diyelim Allah Allah!.."

Burada Dede şu gülbengi okur: "Allah Allah... Ya ilâhi secdeye inen canları katar-ı Ehlibeytten güruh-u Naci zümresinden ayırmaya, saki-i kevser Aliyyel Murtaza, yapılan hizmetleri hak makbul Divan-ı Dergâh’ına kayıt eyleye, hizmet sahipleri hizmetinden şefaat bula. Dil bizden nefes Şah-ı Şehid-i Kerbelâ'dan ola. Gerçek erenlerin demine Hüü."

Görev itibariyle Kamber Hazretlerini temsil eder.

10.) Kapıcı (Bekçi): Cem töreni yapılan evin kapısında bekler. Cem’e gelenlerin evlerinin güvenliğini sağlar. Girene çıkana göz kulak olur. Kurban yenirken kimsenin dışarı çıkmamasını sağlar.

11.) Peyikçi (Davetçi, Okuyucu, Haberci): Cem’in yapılacağını önceden bütün canlara haber verir. Görev itibariyle Amr-ı Ayyar’ı temsil eder.

12- Pervâne (Semâh dönen):  Semaha kalkacak semahçıları belirler. Semah 12 hizmetten birisidir. Pervâne denilir. Kelebekler gece ışığı giderler ışığın çevresinde o kadar yaklaşırlar ki, kelebeğin





7 Aralık 2016 Çarşamba


ALEVİLER  NAMAZ  KILARMI.? 


Aleviler ve namaz konusunu bir kaç boyutuyla ele almak gerekiyor. Çünkü  Alevilerin sürekli olarak maruz kaldığı soruların başında  “neden namaz kılınmıyor” sorusu geliyor.
Her Alevi mutlaka ömrünün birden fazla döneminde “siz Aleviler neden namaz kılmıyor, camiye gitmiyorsunuz?” sorusuyla karşılaşmıştır
Bilindiği gibi namaz Farsça bir kelimdir. Namaz kelimesin Kuran´da ki karşılığı  salat´tir. Salat ise dua, tanrıyı içten anıp selamlama anlamına geliyor. Allah´i içten anıp selamlamanın, duanın ise biçimi, sekli yoktur. Dua, insanin Yaratıcı ile beraberliğidir. Bunun için belli bir saat, mekan, kural yoktur. İnsan istediği vakit, istediği dilde, istediği şekilde dua edebilir, Yüce Yaratıcısına şükür edebilir. Yüce yaratıcıyı anmak, Yaratıcıyla dolu olmak, bir araya gelmek için belli bir zaman dilimi yoktur. Bu her an olmalıdır ve her anda mümkündür. İbadeti belirli zamanlarla sınırlayan kendisini biçimsel kurallar ve şekillerden arındırmamış demektir. Böylesi şekilsel bir kuşatma ise yaşamın gayesine ters bir durumdur.
Bazıları  ibadeti biçimsel kurallarla sinirliyor. Çokça tekrarlamak durumunda kaldığımız gibi biz Alevilerde ise ibadeti kalıplaştırmak yoktur. Elbette ibadette belirli kurallar olması gerekiyor. Özellikle toplumsal olarak yerine getirilen ibadetin kuralları vardır. Ancak inancın temelidir gibi bazı yanlış uygulamalarla sırf ibadet olsun diye ibadet, ibadetin gayesini yok saymak demektir. Biz Alevilere dayatılanda budur. Deniliyor ki; “Aleviler illa camiye gidin, namaz kilin”. Amaç burada ibadet ise Aleviler zaten toplumsal olarak Cem de ibadetlerini yerine getiriyorlar. Aleviler kimseye, “Cem evine gelip Cem ederek ibadet edin” gibi bir dayatmanın sahipleri değiller. Aleviler “herkesin inancı kendisine” ilkesi ile hareket ederken başkaları ısrarla Alevilere dayatmalarda bulunuyor. Hem de inançsal anlamda temeli olmayan gerekçelerle.
Amacımız burada Alevilerle Sünniler arasındaki inanç farklılığını bütün boyutlarıyla tartışmak değildir. Amacımız ısrarla Alevilere dayatılan “günde beş (5) kez namaz kilin böylece iyi bir Müslüman olursunuz” gibi inancı biçimsel kurallara indirgeyen, hatta neredeyse bunu inancın özü sayan mantığın yanlış olduğunu belirtmektir. Namaz, neredeyse birileri tarafından inancın asıl gayesi haline getirilmiştir. “günde beş vakit namaz kılan kişi iyi bir insandır ve yaşamı anlamına uygun yasayan kişidir, kılmayan ise münafık, kafir kişidir” gibi bir anlayış ortaya çıkmıştır. Aleviler asırlardır bunun inancın özüne ters bir tutum olduğunu belirtmişlerse de, siyasi anlamda iktidarda olmadıklarından dolayı seslerini kimseye duyuramamışlardır. İnancın asıl özünü takip edip uygulamak yerine gösteriş için yapılan fiillerle zamanını harcayanlara Maun suresinde söyle ikaz edilmektedir: “Dini yalanlayan gördün mü? İste yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İste namaz kılanların vay haline, ki onlar namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar, ve ufacık bir yardımı da engellemektedirler”. Biz Alevilerce anlaşılması gereken en önemli nokta burasıdır.
Konun daha iyi anlaşılması ve doğrularımızın bilince çıkarılması  için bazı tekrarları yapmak durumunda kalıyoruz. Konuya hakim olanların anlayışına sığınıyoruz.
Önceki satırlarda da belirtmeye çalıştığımız gibi namaz Farsça bir kelimedir. Kuran da ki karşılığı Salat´ir. Salat´in anlamı ise Allah´i içten anıp selamlama ve duadır. Bu gün egemen Sünni anlayışın günde beş vakit kıldığı ve Alevilere dayattığı ve neredeyse dinin temeli saydığı namaz ibadetinin Kuran da beş vakit olduğu yönünde acık bir beyan yoktur. Madem namaz inancın özü sayılacak kadar önemli bir ibadet neden Yüce Yaratıcı bu konuda acık ve kesin hükümler ortaya koymasın?
Aleviler namazı  ret etmiyor. Nitekim Cem ibadetinde halka namazı seklinde ibadetlerini yerine getiriyorlar. Ancak bu namaz hiç bir şekilde egemen Sünni anlayışın namazıyla benzer değildir. Bazıları çıkıp diyebilir ki: “su kadar milyon insan namazı böyle kılıyor da siz Aleviler neden farklı anlıyor ve uyguluyorsunuz?” Hemen belirtelim ki çoğunluk her zaman doğru yapıyor anlamına gelmez.
İbadetle amaçlanan kişinin kendini yenilemesi, arındırması ve sosyal dayanışmayla kişiliğini tamamlamasıdır. Maun süresi böyle bir anlama sahip. İbadet için ibadet, gösteriş için yapılan ibadet nafile ibadetlerdir.
Alevi ibadet anlayışı biçimsellikten uzak içtenliği esas alır. Al-i İmran Suresi 191. Ayetinde “Onlar; ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah´i anarlar”. Bakara s Suresi 239. Ayeti: “Eğer korkarsanız, (namazı) yaya yahut binekte iken kilin”. Bu ve benzer ayetlerde de anlaşılacağı üzere Allah insanlara içten ibadet etmeyi emrediyor.
Birileri kabul etsin veya etmesin, Alevilerin ibadet anlayışı bu minval üzeredir.






MÜMİNLERİN EFENDİSİ HZ. ALİ 

İnsanlık tarihi, evrensel değerleri savunan ve bu değerleri yaşayıp yaymaya çalışan birçok sıra dışı insana tanık olmuştur. Müminlerin efendisi Hz. Ali (a.s.), bu özel insanların en büyüğü, en yücesi ve en şereflisidir. Çünkü o, bütün pozitif nitelikleri ölümsüz kişiliğinde toplamıştır. O, zühdün ve takvanın İmamıdır, adaletin sembolüdür, ilmin kapısıdır.

O, Allah Resulünün (s.a.a.v) halifesi ve vasisidir. O, kirden arındırılmış olan pak Peygamber soyunun babasıdır. O ve Peygamber soyu kurtuluş gemisidir, boğulmaktan güvencedir. O ve Hz. Muhammed aynı nurdan, Allah`ın nurundandır. Onu sevmek, Hz. Muhammed`i sevmektir. Ona düşman olmak, Hz. Muhammed`e düşman olmaktır. O, cennet ve ateşi birbirinden ayırandır. O, bütün Müminlerin velisidir; bunu yadsıyan biri asla Mümin sayılamaz. O, cennet gençlerinin efendileri olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in babasıdır. O, kadınların en üstünü olan Hz. Fâtıma’nın kocasıdır. O, Gadîrgününün sahibidir ki Allah o günde dini bütünlemiş, nimetini tamamlamış ve İslâm’ı insanlara din olarak seçmiştir.
Evet, bunlar Hz. Ali hakkında söylenebilecek en genel şeyler. Acaba bu yüce şahsiyeti hakkıyla tanımak ve tanıtmak mümkün müdür? Bu sorunun cevabı çok nettir: Hz. Muhammed dışında hiçbir insan Hz. Ali’yi hakkıyla tanıyamaz ve tanıtamaz! Aşağıda aktarılan rivayet, bunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyar:

Ömer b. Hattâb, bir gün mescide giderek Hz. Muhammed’in huzuruna çıkar. Hz. Ali’yi Peygamberin yanında görünce der ki: "Ey Allah’ın elçisi! Sen bize: "En doğru sözlünüz Ebû Zerr’dir." demiştin." Hz. Muhammed: "Evet, bu böyledir." karşılığını verir. Ömer der ki: "Öyleyse senin yanında kimin olduğunu ona sorduğumda, neden bana: "Tanımadığım biri" diye cevap verdi? Oysaki senin yanında oturan Ali’dir." Hz. Muhammed der ki: "Ebû Zerr doğru söyledi. Ey Ömer! Ali’yi tam olarak ancak Allah ve ben tanırız."

Biz bu kısa yazımızda, Hz. Ali’nin biyografisini yazmak yerine, onun bazı üstün özelliklerine değinmeye çalışacağız. "Ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa, cinler sayman ve insanlar yazman olsa, yine de Ali b. Ebî Tâlib’in faziletleri sayılamaz."hadisini hatırımızda tutarak Hz. Ali’nin faziletlerinden küçük bir demet sunacağız.

A) Hz. Ali’nin Doğumu:


Hz. Ali’nin babası, Ebû Tâlib (Abdumenâf) b. Abdulmuttalib (Şeybetulhamd) b. Hâşim b. Abdumenâf b. Kusay’dır.

Ebû Tâlib, önde gelen mücahitlerden ve insanlığın barış ve hidayet elçilerindendir. Bazı ‘kiralık kalemler’ bu gerçeği perdelemişler, ürettikleri yalan hadislerle Ebû Tâlib’in kimliğini çarpıtmışlardır.

Hz. Ali’nin annesi, Fâtıma bt. Esad’tır. Esad, Hâşim b. Abdumenâf’ın oğludur. Dolayısıyla Hz. Muhammed’in atası Hâşim, hem Ebû Tâlib’in hem de Fâtıma’nın dedesidir. Fâtıma, ilk Müslümanlardan ve hicret edenlerdendir. Hz. Muhammed onu annesi gibi görürdü. Hz. Muhammed, onu öldüğünde gömleğiyle kefenlemiş, mezarını eliyle kazmış ve mezarın içine uzanmış, bu duruma şaşıranlara şöyle demiştir: "Cennetin giysilerinden giymesi için ona gömleğimi giydirdim. Kabri daralmasın diye onun kabrine uzandım. Çünkü o, Ebû Tâlib’den sonra bana en çok iyiliği geçen insandı."

İnsanların çoğu, Hz. Ali’nin doğumunun her hangi bir insanın doğumu gibi sıradan bir olay olduğunu zannederler. Oysa durum hiç de öyle değildir. Hz. Ali, bütün Müslümanların kıblesi olan Kâbe’nin içinde dünyaya gelmiştir. Bu, Hz. Ali’nin en büyük ayrıcalıklarından biridir. Ne ondan önce ne de ondan sonra hiç kimse onunla bu ayrıcalığı paylaşmamıştır. Çünkü o, Allah’ın evinde doğan tek kişidir. Bu mucizevî doğum, yüce Allah’ın tüm peygamberler ve insanlar arasından özel olarak Hz. Ali’ye bahşettiği bir keramettir.

Eş-Şeblencî der ki: "Hz. Ali Mekke’de Kâbe’nin içinde doğdu. Doğum günü hicretten 23 yıl önce, Receb ayının 13’ünde bir Cuma gününe/29 Temmuz 599 rastlar. Kendisinden önce ya da sonra hiç kimse Kâbe’nin içinde doğmamıştır."

Hz. Âli’nin gerçek kaynağına gelince, o, Yaradan’ın nurundandır. El- Meclisî, Enes b. Mâlik’e isnatla Hz. Muhammed’den şu hadisi nakleder:

Ben ve Ali, Âdem yaratılmadan 14 bin yıl önce Arş’ın sağında Allah’ı tenzih ve tesbih ediyorduk. Âdem yaratılınca onun sulbüne geçtik. Temiz sulblerden ve karınlardan aktarılarak Abdulmuttalib’in sulbüne vardık. Burada iki kısma ayrıldık. Bunlardan biri Abdullah’a geçti, diğeri Ebû Tâlib’e. Peygamberlik ve elçilik bana, vasilik ve halifelik Ali’ye verildi. İsimlerimizi yüce Allah kendi isimlerinden türetti. Allah Mahmud’tur, ben Muhammedim. Allah Aliyy’dir, bu ise Ali.

Bundan dolayıdır ki Hz. Ali – Hz. Muhammed dışında – bir başkasıyla kıyaslanamaz. Çünkü Hz. Ali, Allah’ın nurlarından bir nurdur. Onu başkalarıyla kıyaslayan, Allah’ın yücelttiğini alçaltmış ve alçalttığını yüceltmiş olur. Bu konuda Hz. Muhammed efendimiz şöyle der:

"Allah, Hz. Ali’yi insanlar için bir merci kıldı. Onu tanıyan Mümin olur, inkâr eden ise kâfir. Onu anlamayan ve başkalarıyla bir tutan kişi yanlış yola sapar. Onun sevgisiyle Allah’ın huzuruna gelen kurtuluşa erer ve cennete güvenle girer. Onun düşmanlığı ile gelen ise alçalmış bir şekilde cehennemi boylar."

B) Hz. Muhammed’in Vasisi ve Halifesi Hz. Ali:
Hz. Ali’nin ilk yıllarını incelersek, Resulullah’ın onu henüz beşikteyken halife tayin ettiğini görürüz. Hz. Ali’nin annesi Fâtıma bt. Esad der ki: "Ali’yi doğurduğumda, Allah’ın Resulü 30 yaşındaydı. Allah’ın Resulü, Ali’yi çok sevdi." Hz. Muhammed, Ali’nin beşiği hep yatağına yakın olsun isterdi. Ali’yi daha çok kendi eğitirdi. Onu kendi elleriyle yıkardı. Ona sütü kendi içirirdi. Uyumadan önce beşiğini sallardı. Onu göğsünde ve boynunda taşırdı. Hep şöyle derdi: "Bu benim kardeşim, dostum, destekçim, sırdaşım, kalkanım, sığınağım, damadım, davamda vekilim ve halifemdir."

İnzâr (Uyarı) Hadisi:
Ebû Cafer el-İskâfî’nin rivayetine göre Hz. Muhammed, "En yakın akrabalarını uyar." (Şu‘arâ:214) ayeti inince Hz. Ali’den bir sofra hazırlamasını ve Abdulmuttaliboğullarını davet etmesini ister. Peygamber bu davette amcası Ebû Leheb’in bir sözü yüzünden uyarısını yapamaz. İkinci gün davet tekrarlanır. Yemek yenir. Peygamber söz alır, akrabalarını dine çağırır. Kendisini destekleyecek olanı din kardeşi sayacağını, kendinden sonra onu vasi ve halife tayin edeceğini vaat eder. Herkes susar. Yalnızca Hz. Ali cevap verir: "Anlattığın şeyler konusunda seni destekliyor ve sana biat ediyorum."Peygamber, davetlilerin yüzlerini ekşittiklerini, yalnızca Hz. Ali’nin olumlu tavır sergilediğini görünce şöyle der: "Bu, benim kardeşim, benden sonra vasim ve halifemdir." Bu söz üzerine davetliler ayağa kalkar ve alaylı bir ifadeyle Ebû Tâlib’e: "Oğluna itaat et. Muhammed onu senden üstün kıldı." diyerek dağılır.

Menzile (Konum) Hadisi:
El-Havârezmî, bu hadisi Abdullah b. Abbas’a isnat ederek aktarmıştır. İbn Abbas, Peygamber efendimizin Hz. Ali’ye şöyle dediğini aktarır: "Ey Ali, sen Müminlerden ilk inanan kişisin. Müslümanlar arasında İslam’a ilk girensin. Harun’un Musa’ya göre konumu ne ise, senin bana göre konumun odur."

Gadîr Hadisi:


Hz. Ali’nin Peygamberimizin vasisi olduğunun en büyük kanıtı Gadîr hadisidir: Peygamberimiz veda haccından sonra beraberindeki 124 bini aşkın Müslüman’la Medine’ye dönerken Cahfe’deki Gadîr Humm denilen yere vardı. Zilkı‘denin 18’i Perşembe gününde vahiy meleği Cebrail, Allah katından şu ayetle indi: "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah, seni insanlardan koruyacaktır." (Mâide:67) Cebrail, Peygambere Allah’ın şu emrini iletti: "Ali’yi insanlara önder seç, onun velâyetini herkese bildir, ona itaat etmenin farz olduğunu herkese anlat." Bu arada kafilenin ilerideki ucu Cahfe’ye yaklaşmıştı. Peygamber buyurdu: "İleriye gidenler geri dönsün, geridekiler buraya gelsin." Tüm insanlar toplanınca öğle namazının ezanı okundu. Peygamber, ağaçların altında namazı kıldırdı. Peygamber, namazdan sonra deve semerlerinden oluşturulan bir platforma çıktı ve insanların tam ortasında yüksek sesiyle hutbesini okumaya başladı. Ölümünün yaklaştığını, ümmetine iki büyük değeri, Kurân’ı ve Ehlibeyti miras bıraktığını söyledikten sonra Hz. Ali’nin elini tuttu ve her ikisinin bembeyaz koltuk altları görünecek kadar havaya kaldırdı. Herkes bu muhteşem sahneyi görüyordu. Peygamber sordu:

"Ey insanlar! Müminler için kendi benliklerinden daha öncelikli olan kişi kimdir?" Dediler ki: "Allah ve O’nun Resulü daha iyi bilir." Peygamber dedi ki: "Allah, benim mevlamdır ve ben her Mümin’in mevlasıyım. Ben, Müminler için kendi benliklerinden daha öncelikliyim. Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır." Peygamber bu sözü üç defa tekrar etti ve ekledi: "Allahım! Ona dost olana dost, düşman olana düşman, destek olana destek ol. Onu ortada bırakanı ortada bırak. Nereye gitse, hakkı onunla birlikte kıl." Sonra dedi ki: "Ey insanlar! Burada bulunanlar, bulunmayanlara bunu iletsin." İnsanlar dağılmadan önce Cebrail şu ayetle indi: "…Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim…" (Mâide:3) Peygamber, bunun üzerine şöyle dedi: "Dini bütünlediği, nimeti tamamladığı, benim peygamberliğime ve benden sonra Ali’nin velâyetine rıza gösterdiği için Rabbime hamd olsun." Sonra insanlar bölük bölük Hz. Ali’yi kutlamaya geldiler. Onu ilk kutlayanlar arasında Ebû Bekir ve Ömer de vardı. Her biri şöyle diyordu: "Ne mutlu, ne mutlu sana ey Ebû Tâlib’in oğlu! Benim ve her Mümin erkek ile kadının mevlası oldun." O sırada Peygamberin şairi Hassân b. Sabit dedi ki: "Ey Allah’ın Resulü! Ali hakkında söylediğim beyitleri duymak ister misin?" Peygamber: "Allah’ın bereketi üzerine, söyle!" dedi. Hassân: "Ey Kureyş’liler! Söyleyeceklerim, Allah Resulünün velâyet hakkındaki sözüne dayanıyor." dedi ve o meşhur şiirini okumaya başladı:

Gadîr gününde Nebi, etti nida onlara,

Humm denilen o yerde… Kulak ver o nidaya.

Sordu onlara Nebi: kimdir mevlanız sizin?

Verdiler ona cevap, tereddüt etmeksizin:

İlahındır mevlamız, sen herkesin velisi,

Bu konuda bizleri, görmeyeceksin asi.

O zaman dedi ona: kalk ayağa ey Ali!

Benden sonra yerime, atadım seni velî.

Kimin mevlası isem, bu onun velîsidir,

Olunuz destek ona, bu Allah’ın emridir.

Nebi, Rab’den diledi: dost ol onun dostuna,

Ve ey Rabbim düşman ol, Ali’nin düşmanına.

C) Hz. Ali’nin İlmi:


Hz. Ali’nin ilminden söz etmek, herhangi bir insanın ilminden söz etmeye benzemez. Çünkü yüce Allah, Hz. Muhammed’e her şeyi öğretmiş, Hz. Muhammed de Hz. Ali’ye her şeyi öğretmiştir. Efendimiz Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur: "Miraca çıkıp yüce Allah’ın huzuruna geldiğimde, yüce Allah, bana seslendi ve benimle konuştu. Bildiğim her şeyi Ali’ye öğrettim. O, ilmimin kapısıdır."

"Ali, ilmimin kapısıdır. Benden sonra, mesajımı ümmetime açıklayacak olan kişidir. Onu sevmek imandır, ona öfke duymak nifaktır, ona sevgiyle bakmak ibadettir."Bundan dolayı Hz. Ali, sahili olmayan bir ilim okyanusudur. Hz. Ali’nin ilminin boyutunu anlamak için, "…Biz, her şeyi apaçık bir İmamda topladık." (Yasin:12) ayetinde belirtilen İmamın Hz. Ali olduğunu bilmek yeterlidir. Bu ayet, Hz. Ali’nin bütün ilimleri kuşattığını gösterir. "… ve belleyici kulaklar onu bellesin." (Hâkka: 12) ayetindeki ‘belleyen kişi’ de Hz. Ali’dir. Hz. Muhammed bu ayet indiğinde Hz. Ali’ye şöyle demiştir:"Ey Ali! Bu kişi sen olasın diye Allah’a dua ettim." Bundan dolayı Hz. Ali’nin şu sözleri bizi şaşırtmamalıdır: "Ben aranızdan ayrılmadan, bana istediğiniz her şeyi sorun. İlklerin ve sonların ilmine sahip olan bana, istediğiniz her şeyi sorun. Kur’ân’ı, bana ayet ayet sorun. Bana, gökteki yolları sorun. Bugüne kadar olup biten her şeyi ve kıyamete kadar olacakları bana sorun…"

"Ben aranızdan ayrılmadan, bana istediğiniz her şeyi sorun. Göğsüm derin bilgilerle doludur. Bu gördüğünüz, bilgi kutusudur. Bu, Peygamberin dilidir. Bu, Peygamberin bana yudum yudum içirdiği, vahiy olmaksızın aldığım bilgidir. Allah’a yemin ederim, bana bir yastık hazırlansa ve buna yaslansam, Tevrat’a bağlı olanlara Tevrat’la, İncil’e bağlı olanlara da İncil’le fetva veririm. Sonra Tevrat ve İncil dile gelir ve derler ki: "Ali doğru söylüyor. O, bizde yazılı olan bilgi doğrultusunda fetva verdi. Bizi okuduğunuz halde bunun farkında değil misiniz?"

İbn Abbas der ki: "Hz. Ali, bir gece bize Besmele’deki ‘b’ harfinin altındaki noktayı açıklıyordu. Şafak söktüğünde, o, açıklamalarına devam ediyordu! Kendimi onun karşısında denizdeki bir damlaya benzettim."

Denir ki: "Gökten inen Kitapların bütün sırları Kur’ân’dadır. Kur’ân’ın sırları Fâtiha’dadır. Fâtihanın sırları besmelededir. Besmelenin sırları ‘b’ harfindedir. ‘B’ harfinin sırları, ‘b’nin altındaki noktadadır. Ve Hz. Ali der ki: "Ben ‘b’ harfinin altındaki noktayım!"

Hz. Ali’nin hutbelerini, mektuplarını ve veciz sözlerini içeren Nehcu’l-Belâga adlı eser, yukarıda anlatılanları somut bir biçimde ortaya koyan mucize bir eserdir. Retoriğin doruk noktası olan bu eser, Hz. Ali’nin felsefeden psikolojiye, teolojiden filolojiye ve fen bilimlerinden metafiziğe kadar bütün ilimleri kuşattığının en büyük kanıtıdır.

D) Hz. Ali’nin Faziletleri ve Kerametleri:


1) Güneşin Hz. Ali İçin Geri Dönmesi:
Yüce Allah, Hz. Ali’nin hürmetine güneşi battıktan sonra iki defa ikindi vaktine geri döndürmüştür. Bu mucizeyi gerek Şiî gerekse Sünnî âlimler rivayet etmişlerdir. Bu rivayetlerden birkaçına yer verelim:

Esma bt. ‘Umeys ve Peygamberin hanımlarından Ümmü Seleme’nin bildirdiklerine göre, bir gün Peygamberimiz, evinde Hz. Ali ile otururken Cebrail geldi. Peygamberimiz, vahyin etkisiyle kendinden geçince başını Hz. Ali’nin kucağına koydu, güneş batana kadar o şekilde kaldı. Hz. Ali, ikindi namazını oturarak, rükû ve secde ettiğini ima ederek kıldı. Peygamberimiz, uyanınca Hz. Ali’ye: İkindi namazını kaçırdın mı?" diye sordu. Hz. Ali: "Ey Allah’ın elçisi! Senin durumundan dolayı ayağa kalkıp namaz kılamadım." dedi. Peygamberimiz: "Allah’a dua et, namazı zamanında ve ayakta kılabilmen için güneşi geri döndürsün. O, kendisine ve bana itaat ettiğin için duanı kabul edecektir." Hz. Ali, Allah’a dua etti. Güneş, ikindi vaktindeki konumuna geri döndü. Güneş, Hz. Ali ikindi namazını kılınca muazzam bir ses çıkararak hızla battı.

Peygamberimizden sonraki dönemde de güneş, Hz. Ali için ikindi vaktine geri döndü. Hz. Ali, ordusuyla Babil’de Fırat nehrini aşarken insanlar bineklerini sudan geçirmek için çok oyalandılar. Hz. Ali, küçük bir grupla ikindi namazını kıldı. İnsanlar nehri geçtiğinde güneş batmış, bu nedenle çoğu insan ikindi namazını kılamamıştı. İnsanların bu konuda konuştuğunu duyan Hz. Ali, Allah’a dua ederek insanların ikindi namazını kılmaları için güneşi geri döndürmesini diledi. Yüce Allah, bu duayı kabul etti. Güneş, ikindi vaktindeki konumuna geri döndü. Güneş, namaz bitince muazzam bir ses çıkararak hızla battı. İnsanlar, gördükleri bu muhteşem olay karşısında donup kaldılar. Allah’ı bolca tespih ve tenzih ettiler, O’ndan bağışlanma dilediler.

2) Allah’ın Hz. Ali Sevgisi:


Allah’ın, yaratılanlar arasında Peygamberden sonra en sevdiği varlık Hz. Ali’dir. Bunun kanıtlarından biri, meşhur ‘kızarmış kuş’ hadisidir. Enes b. Malik der ki: "Peygamberin huzurundaydım. Ona kızarmış bir kuş getirilince dedi ki: "Allahım! Sana en sevgili kulunu bana gönder, bu kuşu benimle birlikte yesin." Az sonra Hz. Ali geldi, kuşu Peygamberle birlikte yedi."

3) Peygamberin Hz. Ali Sevgisi:


Hz. Muhammed, Hz. Ali’yi o kadar çok seviyordu ki yüce Allah, Miraç gecesinde Hz. Muhammed’e Hz. Ali’nin diliyle seslenmiştir. El-Havârezmî, İbn ‘Umar’dan şu olayı nakletmiştir: Hz. Muhammed’e, Allah’ın miraçta kendisine hangi dille seslendiğini sordular. Hz. Muhammed şu cevabı verdi: "Yüce Allah, bana Ali b. Ebî Tâlib’in diliyle seslendi. O, bana şu soruyu sormamı ilham etti: "Ey Rabbim! Benimle konuşan sen misin, yoksa Ali mi?" Yüce Allah, bu soruya şu cevabı verdi: "Ey Ahmed! Ben, hiçbir şeye benzemem. İnsanlarla kıyaslanamam, bir şeyle vasıf edilemem. Seni kendi nurumdan yarattım. Ali’yi de senin nurundan yarattım. Senin kalbini yokladım ve en sevdiğin kişinin Ali b. Ebî Tâlib olduğunu gördüm. Gönlün rahat olsun diye sana onun diliyle seslendim."

4) Meleklerin Hz. Ali Sevgisi


Gökte bulunanların Hz. Ali’ye sevgisi, yeryüzünde yaşayanların ona sevgisinden çok daha fazladır. Enes b. Malik, şu hadisi rivayet etmiştir: "Miraca çıktığım gece, nurdan bir minberde bulunan bir melek gördüm. Bütün melekler ona bakıyordu. Cebrail’e, bu meleğin kim olduğunu sordum. Benden, ona yaklaşmamı ve selam vermemi istedi. Ona yaklaştığımda, kardeşim ve amcamın oğlu Ali b. Ebî Tâlib’i gördüm. Cebrail’e: "Ali, 4. kat göğe benden önce mi çıktı?" diye sordum. Cebrail şöyle dedi: "Hayır, ey Muhammed! Fakat melekler, Ali’yi çok sevdiklerini Allah’a söylediler. Yüce Allah, nurundan Ali’nin suretinde bir melek yarattı. Melekler, her Cuma günü ve gecesi, onu 70 bin defa ziyaret ederler. Allah’ı tespih ve tenzih ederler. Bunun sevabını, Ali’yi sevenlere hediye ederler."

E) Hz. Ali’nin Zühdü:


Zahitlerin hayatlarını incelersek, Hz. Muhammed’den sonra zahitlerin efendisinin Hz. Ali olduğunu görürüz. Hz. Ali, gerek davranışlarıyla gerekse sözleriyle zahitlerin piridir. Hz. Ali, kalın elbiseler giyer, bayat arpa ekmeği yerdi. Hz. Ali’nin ayakkabısı liftendi. Hz. Ali, gömleğini bazen deri parçasıyla bazen de lifle yamardı, dünyayı üç defa boşamıştı. Hz. Ali, Hz. Muhammed’in, Hz. İsa’nın ve Hz. Musa’nın yolunu izliyordu. Çünkü kendisi de rahmet evine mensuptu ve Peygamberlik şeceresinden geliyordu.

Hz. Ali birçok defa dünyayı tasvir etmiş, akıllı insanları ona aldanmamaları için uyarmıştır. Zahit olanların da dünyaya rağbet edenlerin de karakterlerini çok iyi analiz etmiştir. Bakınız, en büyük psikolog ve eğitmen Hz. Ali ne der:

"Dünyadan sakınmanızı tavsiye ediyorum. O, bir duraktır, fayda sağlayacak bir yer değildir. O, aldatıcı şeylerle süslenmiş, süsüyle aldatmıştır. Rab için değersizdir o. Bu nedenle Rab, dünyada helal ve haramı, hayır ve şerri, hayat ve ölümü, tatlı ve acıyı birbirine katmıştır. Allah, dostları için bu dünyayı uygun görmemiş, düşmanlarından bu dünyayı esirgememiştir. Dünyanın hayrı az, şerri çoktur. Dünyadaki birikimler tükenir, devletler zeval bulur, binalar harabeye döner. Binaların yıkılması gibi yıkılan bir dünyanın, azık gibi tükenen bir ömrün, yolculuk süresi kadar olan bir sürenin ne hayrı olabilir ki? Öyleyse, Allah’ın size farz kıldığı şeyleri yerine getirin. Sizden istediği hakkını eda etmek için O’ndan yardım dileyin. Ölüm sizi çağırmadan, ölümün sesini kulaklarınıza duyurun. Zahitler, gülseler de kalpleriyle ağlarlar. Sevinseler de hüzünlerini katlarlar. Sahip oldukları erdemlere gıpta edilse bile, yeterli olmadıkları düşüncesiyle kendilerini yererler. Ölüm vaktini aklınızın ucundan geçirmiyor, pembe hayallerle yaşıyorsunuz. Bu nedenle dünya, sizi ahiretten daha fazla avucuna almış; tez elde edilen dünya nimeti, size göre, zamanla elde edilecek ahiret nimetinden daha önemli hale gelmiş. Siz, Allah’ın dininde kardeşsiniz. Sizi bölen tek şey, vicdanınızın kirliliği ve kalplerinizin kötülüğüdür. Birbirinizle yardımlaşmıyor, birbirinize öğüt vermiyorsunuz. Birbirinize saygı göstermiyor, sevgi beslemiyorsunuz. Size ne oluyor da elinize geçen azıcık bir dünya malı ile seviniyor, fakat mahrum kaldığınız ahiret nimetleri için üzülmüyorsunuz. Elinizden küçük bir fırsat kaçarsa, bunun üzüntüsü ve nimetin sizden uzaklaşmasına olan tahammülsüzlüğünüz yüzünüze yansıyor. Sanki dünya, sürekli adresinizmiş, sanki dünya malı size kalacakmış gibi. Kardeşinizin sizi endişelendiren bir ayıbını, onun yüzüne vurmaktan çekiniyorsunuz. Çünkü aynı karşılığı kardeşinizin size vermesinden korkuyorsunuz. Ahireti göz ardı etme ve dünyayı sevme konusunda uzlaşmışsınız. Din, sadece ağzınızda bir laf haline gelmiş. İşini bitirip efendisini memnun edenlere benziyorsunuz!"

Bu sözlerden daha samimi, daha gerçekçi ve daha güçlü sözler bulunamaz elbette.

F) Hz. Ali’nin Adaleti:


Hz. Ali’nin aşağıdaki sözleri, onun adaleti hakkında bize her şeyi anlatmaktadır:

"Allah’a yemin ederim, dikenlerin üzerinde uyumak ve zincirlere vurulup sürüklenmek bile, benim için, bir kula zulmetmiş veya geçici bir nimeti zorla elde etmiş olarak kıyamet gününde Allah’ın ve Peygamberin huzuruna çıkmaktan daha sevimlidir. Çürüyecek ve toprakta uzun süre kalacak bir beden uğruna, bir insana nasıl zulüm edebilirim ki? Allah’a yemin ederim, bir gün ‘Akîl’i, buğdayınızdan kendisine bir torba vermemi isteyecek kadar yoksulaşmış gördüm. Çocuklarını, yoksulluktan ötürü saçları darmadağın olmuş, üzerlerini toz kaplamış bir halde gördüm. Sanki yüzleri kömürle siyaha boyanmıştı. Bana birkaç kez ısrarcı bir şekilde geldi. Sözünü tekrar tekrar bana söyledi. Ona kulak verdim. Gevşeyeceğimi, tuttuğum yoldan ayrılarak ona uyacağımı sandı. Bir demir parçasını kor haline getirerek ders alması için ona yaklaştırdım. Acısından, hastaların attığı çığlığa benzer bir çığlık attı. Demirin sıcağından neredeyse yanacaktı. Ona dedim ki: "Allah iyiliğini versin ey ‘Akîl! Bir insanın şaka için kor haline getirdiği bir demir parçasından korkuyorsun da beni Cabbâr olan Allah’ın, öfkesi için alevlendirdiği ateşe mi atıyorsun? Acıdan inliyorsun da dev ateşten inlemeyeceğimi mi sanıyorsun?" Bundan daha ilginç bir olay da şuydu: Biri kapımızı çaldı. Elinde, içinde lahana olan bir kap ve hamur vardı. Hamur sanki yılanın tükürüğü veya kusmuğuyla yoğrulmuştu. Ona dedim ki: "Bu, armağan mı, zekât mı, yoksa sadaka mı? Bunlar biz Ehlibeyt’e yasaktır." Dedi ki: "Bunlardan hiçbiri. Fakat bu bir hediyedir." Ona dedim ki: "Annen ölüne ağlasın emi! Beni Allah’ın dininden etmek için mi kandırmaya çalışıyorsun? Deli misin, çılgın mısın, aklını mı kaybettin? Allah’a yemin ederim, yedi kıta, feleğin altındaki her şeyiyle bana verilse ve buna karşılık bir karıncadan, taşıdığı bir arpa tanesini alarak Allah’a isyan etmem istense, bunu asla kabul etmem. Benim gözümde sizin dünyanız, çekirgenin kemirdiği bir yapraktan daha değersizdir. Ali, tükenecek nimeti ve geçici lezzeti ne yapsın ki? Aklın uykusundan ve çirkin yanlışlardan Allah’a sığınırız. Yardımı O’ndan dileriz."

G) Hz. Ali’nin Yiğitliği:


Hakkında, Cebrail’in: "Ali’den başka yiğit, Zülfikar’dan başka kılıç yoktur." dediği kişinin yiğitliğini kim anlatabilir ki? "Bütün Araplar savaşmak için karşıma çıksalar, arkamı dönüp kaçmam!" diyen birinin yiğitliğini kim dile getirebilir ki? "En onurlu ölüm, Allah yolunda şehit olarak ölmektir. Ali’nin canını elinde bulundurana yemin ederim, Allah yolunda alacağım bin kılıç darbesi, benim için yatakta ölmekten daha kolaydır." diyen birinin yiğitliğini kim, hangi sözlerle ifade edebilir ki?

Hz. Ali hiçbir savaştan kaçmamış, hiçbir ordudan korkmamıştır. O, bir vuruştan sonra ikinci bir vuruşa ihtiyaç duymamıştır. Onun her vuruşu tek olmuştur, çift değil. Onun bir kişiyi mübarezeye çağırdığı duyulmamıştır. Tersine, çağrılan kişi hep kendisi olmuştur. Bütün mübarezelerinde hep kendisi galip gelmiştir. Hz. Ali hep şöyle demiştir: "İster ölüm karşıma dikilsin, ister ben ölümün karşısına dikileyim, hiç fark etmez!" Hz. Ali, bu sözünü, Hz. Muhammed hicret edeceği gece, onun yatağına girerek eyleme dökmüştür. Putperestler bu gecede Hz. Muhammed’i öldürmeyi planlamış, Hz. Ali de Hz. Muhammed’in uğruna canını feda ederek korkusuzca onun yatağına girmiştir. Bundan daha büyük bir fedakârlık var mıdır? En büyük fedakârlık, canı feda etmek değil midir?







MUSAHİPLİK NEDİR..


Musahiplik yol kardeşliği demektir. Alevi inancına göre evli her Alevi kendisine denk düşebilecek başka bir evli Alevi ile dinsel bir kardeşlik tutar; bu aynı zamanda kendisinin ahiret kardeşidir. Öz kardeşlik kurallarından daha ağır kuralları olan bu yol kardeşliği Alevilikte farzdır.

Musahipten Özün Seçen Musahip

Musahipten özün seçen musahip,
On'ki İmam dergâhına varamaz.
Musahip sırrını açan musahip,
On'ki İmam dergâhına varamaz.

Musahip musahibin sırrın açar,
Evliyalar anın hışmından kaçar.
Dünyadan ahrete imansız göçer,
On'ki İmam dergâhına varamaz.

Musahip var musahibin varisi,
İkisi de bir elmanın yarısı.
Özü çürük kallaş olsa birisi,
On'ki İmam dergâhına varamaz.

Musahip musahibe bulsa bahane,
Anı da sürerler bir ulu hana.
Ahırı cehennem oduna yana,
On'ki İmam dergâhına varamaz.

Musahip muhasibe etse bir güman,
Anda ne din kalır, ne de bir iman.
Şefaatçi olmaz On İki İmam,
On'ki İmam dergâhına varamaz.

Pir Sultan’ım bed huylardan bezili,
Yerden gökten umutçuğu üzülü.
Musahip musahiple gezse küsülü
On'ki İmam dergâhına varamaz.

Alevi inancının önemli kurumlarından biri olan Musahiplik, kelime itibarıyla dünya ve ahiret (yol) kardeşliği anlamına gelmektedir. Hem madden, hem de, manen yani inaç boyutunda kardeş demektir. Daha açıkcası malı mala, canı cana katmaktır.

Musahipliğin kökeni her ne kadar Hz. Ali’ye dayanmasa da onun özlü bir sözünü buraya aktarmayı yararlı görmekteyiz. Şöyle demektedir: ‘’ Bütün insanlar bir biriyle her halukarde kardeştir. Ya dinen ya da yaratılış itibariyle.’’ Hz. Ali’nin bu sözü Musahiplik inancının altında yatan iki boyutlu ( genetik ve manevi) kardeşlik düşüncesinin özeti gibidir. Bu yüzden Hz. Ali ve Hz. Muhammed arsındaki ilişkiyi de bir tür Musahiplik olarak değerlendirmek mümkündür.

Şeriat düzeyini aşıp tarikat kapısına gelenler, yola girmenin ve yol sürmenin ilk adımı olarak Musahip olurlar. Musahipler birbirinin günah ve sevabından sorumludurlar. Et le tırnak gibi bir birine yakındırlar. Namus dışında, çocuklar da dahil olmak üzere her şeyleri ortaktır. Hayatın iyi yanı gibi kötü yanını da paylaşırlar. Musahiplerden biri öldüğü zaman diğeri onun çocuklarına ve aile efratına bakmakla yükümlüdür. Musahiplik bir defa yapılır ve bir ömür boyu sürer.

İnançsal ve toplumsal muhtevanın yanısıra ahlaksal açıdan da önemli bir anlam taşıyan Musahipik kurumu, gerek toplumsal dayanışma ve barışı gerek se ferdi huzur ve sukuneti sağlayan fonksiyona sahiptir. Musahipler, kimi yörelerde yedi, kimi yörelerede ise oniki göbek bir biriyle evlenmezler.
Musahip olmak isteyenler önce yakın çevrelerinin ve eşlerinin rızasını alırlar. Bir anlamda, kan bağından daha yakın bir bağ kurulacağı için çocukların dahi rızası alınır. Yedi göbek sürecek bir akrabalığın sağlam bir zemine oturması için bu çok yönlü razılık şarttır. Yedi göbek boyunca insanlar birbirine karşı sorumluluk taşırlar.

Musahip olmaya karar vermiş iki insan, eşlerini de yanlarına alarak dede ya da babanın (mürşidin) huzurunda bu isteklerini açıklarlar. Dede onları musahiplik hakkında bilgilendirir. Yükümlülüklerini ve sorumluluklarını anlatır. Ve onlara birbirini tanımaları için bir yıl zaman verir. Bu bir yılın sonunda eğer musahip olmaya karar verilmiş ise tekrar dedenin huzuruna çıkılır dededen onay alınır. Eğer yol açısından bir sakınca görülmez, uygun bulunursa musahipler adayları bir tören eşliğinde erkandan geçerek musahip olurlar.

Bilindiği gibi Alevilikte iki çeşit cem vardır. Biri yediden yetmişe her insanın katıldığı Birlik Cemleri. Bu cemler daha çok yolun kurallarını gençlere tanıtmak, öğretmek ve sevdirmek için yapılır. Herkes katılabilir, bir şart aranmaz. İkincisi ise Görgü Cemleridir. Bu cemlere yalnızca evli olanlar yani musahibi olanlar katılabilir. Musahip olmak yada görgüden geçmek isteyen insanlar için yapılan bu cemlerin periyodik bir düzeni yoktur, ihtiyaca göre yapılır.

Musahip olmak bir anlamda da tarikata girmek demektir. İkrar kapısı da diyeceğimiz tarikat kapısı kişinin şeriat düzenini aşarak, hakikatlere yaklaşması anlamına gelir. İnsanı, evreni ve tanrıyı bir başka gözle görmenin ve sezmenin kapısıdır. Bütün, şekilci ve kalıpçı anlayıştan sıyrılarak varlığı derinlemesine algılamaktır. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, ruhsal açıdan önemli bir olgunluğa (dönüşüme) erişmektir.

Görgü Cemlerinde yeni musahip olanlar, mistik bir anlam taşıyan bir merasimdem-erkandan geçerler. ‘Dört can bir baş’ felsefesini temsilen, dört kişinin sığacağı büyüklükteki elbisenin içine eşleriyle birlikte girerler. Dede bu esnada hem dua verir hem de musahipliğin sorumluluklarını anlatır.

Musahiplik kurumunun inançsal olduğu kadar toplumsal açıdan da insanlar için yararlı bir gelenek olduğunu söyleye biliriz. Olası bir kan davasını yada benzeri türden kalabalık kitlelerin bir birine girmesini sürekli önleyerek insanları barış, hoşgörü ve dayanışma içerisinde tutmuş olan musahiplik kurumu, dün olduğu gibi bugün de insanlar için faydalı bir olgu olarak ortada durmaktadır.

Başka bir sözle ifade etmek gerekirse Musahiplik, iki aile fertleri arasında kurulan komünal bir yaşamdır. Alevi inancını derinden etkilemiş olan Şeyh Bedreddin esasen sadece iki kişiyi değil bütün toplumu birbirine Musahip yapmak istemekteydi.

Şimdi evvela Hz. Muhammed ve hz. Ali'nin kardeşliği konusunda sünni ve şii kaynaklarından deliller getirerek Musahiplik konu-bahsine girelim:

1- 622 yilinda Cebrail Alehisselam tarafından, müşriklerin Hz. Muhammed'e suikast düzenlenecegi uyarisi üzerine, Muhammed sahabelerle birlikte Mekke'den Yatrib (Medine) sehrine göc etmeye karar verdi. Bu göce Hicret denilmistir.

Hz. Muhammed Bu göcten önce

Daha Mekke'deyken (göc etmeden önce), Muhammed yoldaslari arasinda bir Kardeslik Kurumu'nu gerceklestirmistir. Bu kuruma Arapca "birbirini kardeslige kabul etme", "kardes etme" anlamina gelen muvahat (muakhah/muwakhat) denilmistir. Arap kaynaklarinda bu kurum tam olarak akd el-muvahat olarak gecmektedir.

Bir cok kaynakta, bu olay su sekilde gelismistir: Hz. Muhammed herkesi birer kardese bagladiktan sonra, Ali yalniz kaliyor.

Sonrasini Sünni kaynaklar su sekilde naklediyor:

Seyyidine İbn Ömer,

Allah Elçisinin, yoldaşları arasında kardeşlik (muvahat) oluşturduğunu nakletti. Hz. Ali göz yaslariyla onun yanina geldi. Dedi ki,

"Her iki yoldaş arasında muvahat kurdun ama benim ile başkası arasında böyle bir muvahat oluşturmadın" dedi.

Peygamber şöyle dedi:

"Sen benim bu dünyada ve gelecek dünyada kardeşimsin" .

Diger bir versiyon da su sekildedir:


Taskin gözyaslari icinde Imam Ali (Allah ona rahmet eylesin) Peygamber'e (sav) yaklasti, ta ki bir kol uzunlugu mesafesine yaklasana kadar. Gözyaslarini elbisesinin ucuyla silerek dedi ki:

"Ya Allah'in Peygamberi, yoldaslarinin hepsini ikiser ikiser kan kardesi olarak birlestirdin, ama beni hala kimseyle kardes etmedin."

Peygamber (sav) gülümsedi ve Ali'yi yanina oturturdu. Ali'yi kollariyla sardi ve nazikce kucakladi ve fisildadi:

"Sen bu hayatta ve sonraki hayatta benim kardesimsin." Ondan sonra Peygamber bunu sira sira dizilmis kalabalik insanlara yüksek sesle ilan etti:

"Ey insanlar, Ali benim kardesimdir, Ali benim kardesimdir!"

Bu olay Caferi kaynaklarinda su sekilde gecmektedir:


O [Muhammed], Allah tarafindan Muhacirler ve Ensar arasinda kardeslik kurma emrini aldi. Bir gün genel bir toplantida takipcilerine döndü ve söyle dedi:

"Simdi siz ikiser ikiser inanc kardesi olacaksiniz".

Bu kardeslik kurumu tamamlandiktan sonra, Ali, gözlerinde yaslarla Peygamber'e söyle dedi:

"Takipcilerin arasinda kardeslik kurdun, ama beni kimsenin kardesi etmedin". Bunun üzerine Peygamber Ali'ye dönerek dedi ki:


"Sen benim kardesimsin, hem bu dünyada hem de sonrasinda"

Yukaridaki kaynaklarin hepsi, Muhammed'in kendine Ali'yi kardes olarak sectigini ifade ediyor.

Burada dikkat çekici nokta , kardeslik kurumunun Allah tarafindan verilmis bir emir olarak gecmesidir. ve Kur'ani farzdır: Dolayısıyla Hz. Muhammed ve Hz. Ali'nin kardes olmasi da, Allah'in emri ve istegidir..

Nitekim başka bir şii kaynağa göre:

Baska bir kaynaga göre ise Muhammed Ali'ye su sekilde cevap vermis:

"(Beni insanlar icin kilavuz olarak atayan) o Herseye Gücü Yeten'in [Allah] adiyla senin kardeslik meseleni sonraya biraktim, cünkü herkesin kardesligi tamamlandiktan sonra, ben senin kardesin olmayi istedim.

Senin pozisyonun benim pozisyonuma göre Harun'un Musa'ya göre olan pozisyonu gibidir, ancak benden sonra bir Peygamber olmayacak.

Sen benim kardesim ve halefimsin.

Alevi olmayan kaynaklara göre, Muhammed, sahabelerle beraber Medine'ye ulastiktan sonra, ikinci kez bir Kardeslik Kurumu'nu gerceklestiriyor.

Caferi kaynaklarinda bu olay ise su sekilde gecmektedir:

Hicret'ten bes ay sonra Medine'deyken, Peygamber (sav) Ikinci Kardeslik vesilesinde göcmenler (Muhacirler) ve destekciler (Ensar) arasinda kardeslik yapti. Her iki olayda [Birinci ve Ikinci Kardeslik Kurumu'nda], [Muhammed] Ali'yi kendine kardes olarak secti, böylece digerleri üzerinde onu tercih etti. Ve ona dedi ki:

"Harun Musa'ya nasilsa sen de bana öylesin, ancak benden sonra bir Peygamber olmayacak."

Bazi kaynaklara göre bu sözler Birinci Kardeslik'te söylenmis, baskalarina göre ise, Ikinci Kardeslik'te..

Sünni kaynaklar arasinda da bulunan baska bir versiyon da su sekildedir:


Ali dedi ki:

"Ey Allah'in Elçisi! Beni yalniz birakip takipcilerin icin neler yaptiklarini görünce ruhum sona erdi, omurgam kirildi. Bu, bana karsi olan kizginliginin bir isareti ise, senden özür dilerim ve affina siginirim."


Allah'in Elçisi dedi ki:

"Beni Kendisi hakkinda gercekleri bildirmek icin Yollayan'in [Allah'in] adina yemin ederim ki, seni sadece kendim icin sakladim. Sen bana karsi Harun'un Musa'ya oldugu gibisin, ancak benden sonra bir peygamber olmayacak. Sen benim kardesim, mirascim ve yoldasimsin [companion]."


Ali (as) sordu:

"Senden neyi miras alacagim?"

O (sav) cevap verdi:

"Benden önceki Peygamberler mirascilarina ne biraktilar ise: Allah'in Kitabini ve Peygamberlerin Sünnetini. Cennet'teki evimde, kizim Fatima ile beraber, sen benim arkadasim [companion] olacaksin. Sen benim kardesim ve arkadasimsin [companion]." Ondan sonra, Allah'in selami onun ve soyunun üzerine olsun, bu ayeti okudu:

"Onlar ki, birbirine kolayca bakacak sekilde oturmuslar, kardestir." [Kuran, 15:47]

Yukaridaki versiyon, Alevi inancinda da oldugu gibi, Muhammed ve Ali'nin kardes olma olayi ile ilgili, bir Kuran ayetinin indigini ifade ediyor.


Yine baska bir versiyona göre Muhammed Ali'ye söyle demis:

"Destekciler [Ensar] ve Göcmenler [Muhacirler] arasinda kardeslik kurdugum icin ve onlarin icinden sana bir kardes secmedigim icin kizgin misin? Senin bana karsi olan statün, Harun'un Musa'ya olan statüsü gibi, fakat benden sonra bir peygamberin olmayacagi haricinde olmasindan memnun degilmisin?"

Hz. Muhammed ve Ali arasinda gerceklesmis olan bir kardeslik kurumu sonrasında , Hz. Muhammed'in hala Ali'ye sürekli "kardesim" diye hitap ettigini ve kardesi olarak gördügünü görmekteyiz:

Caferi eksenli bir kaynaga göre:

Oldukca sık, Peygamber (as) Ali'ye isaret edip söyle derdi:

"Bu benim kardesim, kuzenim, damadim ve neslimin babasidir."

Baska bir firsatta ona söyle dedi:

"Sen benim kardesim, arkadasim ve Cennet'te yoldasimsin [companion]".


Bir keresinde onun [Ali'nin], kardesi Cafer'in ve Zeyd ibn Harise'nin arasindaki bir meselede ona [Ali'ye] hitap etmisti, ve söyle dedi:

"Ya Ali! Sen gercekten benim kardesim ve neslimin babasisin. Sen bendensin ve benim icinsin."


Onunla ( Hz. Ali) bir keresinde sözlesirken, dedi ki:

"Sen benim kardesim ve vezirimsin; sen benim dinimi tamamliyorsun, verdigim sözü tamamliyorsun, borcumu yerime ödüyorsun, ve vicdanimi rahatlatiyorsun."

Ölüm ona [Muhammed'e] yaklasirken, dedi ki:

"Kardesimi bana getirin." Ali'yi cagirdilar. Ona [Ali'ye] dedi ki: "Yaklas bana Ali." Ali (as) yaklasti. [Ali'nin] kulagina fisildadi, ta ki temiz ruhu bedeninden ayrilana kadar.

Ve baska bir Caferi kaynaga göre de:

Disarida düsmanlar onu [Muhammed'i] öldürmek icin komplo kurarken, Peygamber Ali'yi kendi yataginda yatarken birakinca, Yüce Allah Cebrail ve Mikail'e söyle dedi:

"Ben sizin aranizda kardeslik kurdum ve ikinizden birinin hayatini, digerinizden daha uzun kildim. Hanginiz digerinizin hayatinin kendinizinkinden daha uzun olmasini ister?"

Her biri kendi hayatini daha kiymetli gördü.

Yüce Allah söyle dedi:

"Muhammed (sav) ile arasinda kardeslik kurdugum Ali ibn Ebu Talip gibi neden olamiyorsunuz?

Ve o Muhammed'in yataginda uyumayi secti, kendi hayatini kardesi icin feda etmek ugruna. Yeryüzüne inin ve onu [Ali'yi] düsmanlarindan koruyun."

Ikisi de indiler. Mikail Ali'nin ayaklari tarafinda dururken, Cebrail Ali'nin bas tarafinda durdu. Cebrail cagirdi:

"Tebrikler! Tebrikler! Kim senin gibi olabilir ey Ebu Talip'in oglu? Allah bile seni meleklerine karsi övüyor!"

Bu olay ile ilgili

"Insanlardan kimi de vardir ki, Allah'in rizasina ermek için kendini feda eder."

(Kuran, 2:207) ayeti indi.

Alevi kaynaklarinda, Hz. Muhammed bazi insanlar tarafindan, Ali'ye hem "kardesi" dedigi icin, hem de ona kizini verdigi icin elestirildiğinden bahsedilir..

Muhammed'in bu konuda elestirildiginin bir örnegi Sünni kaynaklar arasinda su sekilde gecmektedir:

Ali ve Fatima yeni evlenmisti. Kizina destek olmasi icin, hizmetcisi Baraka'yi onlarla beraber yollamisti. Ertesi gün Muhammed Ali’nin evine gidip, kapiya vuruyor:

Baraka cikti ve Peygamber ona söyle dedi: "Ya Ümmü Aymen, kardesimi cagir bana."

"Kardesin mi? O senin kizinla evlenen kisidir?" diye kuskulu bir sekilde sordu Baraka. Sanki: "Peygamber Ali'ye neden neden "kardesim" desin?" demek istemis gibi. (Peygamber Ali'ye kardesi olarak hitap etti, cünkü Hicret’ten sonra Müslümanlari ikiser ikiser olarak bir kardeslik kurumunda birlestirmisti. Peygamber ve Ali de "kardes" olarak birbirine baglanmisti.)

Peygamber söylediklerini daha yüksek bir sesle tekrarladi.

Bu olayin, Caferi kaynakli olan, baska bir versiyonunu ele alalim:


Muhammed (sav) Ali'yi boynundan tutup:

"Bu sizin aranizda benim kardesim, vekilim ve ardilimdir. O yüzden onu dinleyin ve ona itaat edin" derdi.

O [Muhammed] (sav), genis bir gülümseme ile sülalesi ile birlikte takipcilerini [companions] karsilamak icin disari cikti. Abdul-Rahman ibn Awf, onu okadar memnun yapanin ne oldugunu sordu ona. O [Muhammed] cevap verdi:

"Rabbimden aldigim ve kardesim ve kuzenim [Ali] ile ilgili ve kizim ile ilgili olan güzel bir haberden dolayidir. Herseye Gücü Yeten [Allah] Ali'yi Fatima'ya es olarak secti." Dünya kadinlarin en büyük Hizmetcisi Peygamber'in soyunun sahibi [Ali'nin] yaninda kalirken,

Peygamber (sav) dedi ki:

"Ey Ümmü Aymen! Kardesimi getir bana."

Ümmü Aymen sordu:

"O senin kardesindir ve sen hala onu kizinla mi evereceksin!?"

O [Muhammed] söyle dedi:

"Evet, elbette Ümmü Aymen." O [Ümmü Aymen] Ali'yi cagirdi.


Olayin bu versiyonu, bu olayla ilgili gösterdigimiz ilk örnegi tasdiklemek disinda, baska bir önemli konuya da isik tutuyor: Ali ve Fatima’nin evliligi. Burada, Ali ve Fatima’nin evliliginin Allah tarafindan istendigini görmekteyiz. Allah’in da bu evliligi istedigini, hatta emrettigine göre, bu evliligin belli bir maksadi olmali, ki var, ve biliyoruz da: Oniki Imamlar.


Aleviligin kaynaklarina dayali versiyon'da, Muhammed'in ve Ali'nin "ayni nurdan" geldigi sözleri vardi. Bu sözlere Alevi olmayan kaynaklarda da bolca rastlanabilir.

Bu "ayni nurdan" gelme ifadesinin önemini aciklamakta yarar var:

Dünya yaratilmadan önce, Muhammed ve Ali'nin nuru yaratilmisti. Bu nur bütün peygamberlerle beraber olup, Abdullah ve Ebu Talip'e varinca ikiye ayrildi. Ve Oniki Imam’larin olmasi icin, bu nurlarin birlesmesi gerekiyordu.

Muhammed Zahir'i ortaya koydu, Imamlarin maksadi ise, Batin'i yasatmakti. Baska bir deyimle, nübüvvet göstermekle, velayet ise gizlemekle olur.

Müsahiplik Hicretten sonrada devam etmiş midir?


Bazi cevreler ( şii/ sünni) tarafindan, bu kardeslik kurumu sadece Hicret’le ilgili, bir kerelik olay olarak görülmektedir, ve dolayisiylaAlevi-bektaşilikteki musahiplikle ilgisi olmadigini savunurlar.

Fakat biz, bu olayin, Hicret'ten bagimsiz, ve Hicret'le ilgili olmayan bir dönemde de gerceklestigini, Sahih Buhari'nin bir kac hadisiyle göstermek istiyoruz. Böylece, bu kardeslik kurumunun sadece bir kereye mahsus olmadigini izah etmis olacagiz:

Enes nakletti:

'Abdur-Rahman ibn 'Auf bize geldi ve Allah'in Elçisi onun ve Sa'd bin Rabi'a arasinda bir kardeslik bagi kurdu.

"Sen ['Abdur-Rahman] evlendigine göre, bir yemek ziyafeti sun, sadece bir koyun ile olsa bile..."

'Asim nakletti:

Enes bin Melik'e dedim ki:

"Peygamber'in "Islam'da kardeslik sözlesmesi yoktur" dedigi sana ulasti mi?"

Enes söyle dedi:

"Peygamber benim evimde Ensar ve Kureys arasinda bir [kardeslik] sözlesmesi yapti."

Ebu Cuhayfe nakletti:

Peygamber Selman ( Selanı farisi) ve Ebu Darda' arasinda bir kardeslik bagi yapti.


Burada ilginç olan ikinci hadis örneğidir. demekki her dönemde Islam'da kardeslik sözlesmesinin olmadigini savunan bazi kesimlerinin varligı aşikar, fakat bu iddianin da gercek olmadigi vurgulaniyor. Yani daha dogrusu, bazi kesimler tarafindan, böyle bir kardeslik kurumunun istenmedigi görünüyor ki,

bunun da Ali’nin önemini kücümsemek icin olmasi muhtemel bir nedendir.

Ebu'l Vefa ve Musahiplik


Ebu'l Vefâ (d. 1026), onikinci kusaktan Ali'nin torunudur, seyyiddir. Ebu'l Vefâ'nin, Anadolu Aleviligin erken dönem pirleri arasinda yer aldigi tartisilmazdir ve özellikle bu nedenden dolayi Ebu'l Vefâ bizim acimizdan cok önem tasimaktadir. Kendisi bir Seyh (Mürsid) olup, Babai'lerin Pir'idir. Ebu'l Vefâ'yi görebilmek, ve onun tarikatina baglanabilmek icin, bir cok ülkeden ve yöreden insanlar gelmistir.

Ebu'l Vefâ, semâ’ (semah) dönen, 12 Imamlara inanan, Zahir ve Batin inancini benimseyen, âyinlerini kadin-erkek birlesik yapan bir mutasavvifti. Bunlarin disinda, daha da ilgi cekici olan, ve konumuzun da ilgi alanini olusturan sey ise, Ebu’l Vefâ'nin, kendi müridlerini birbirine "muvahat" (kardes) etmesidir. Bunu bir örnekle gösterelim:

Beyazid-i Bestami'nin tarikat üyeleri ve Ebu'l Vefâ'nin kendi tarikat müridlerinin beraber oldugu bir toplantida, Beyazid-i Bestami’nin tarikatindan yirmi kisiyi kendi tarikatindan yirmi kisiyle muvahat ediyor:

"...Andan sonra ashâb-i Bayezid'in muteberleri durub Hazreti Seyyid’in elin öpüb ve istigfar etdiler ve dahi iltimâs etdiler ki;

bu silsilenin ashâbi Hazreti Seyyid silsilesi ashâbiyla kardas olalar. Hazreti Seyyid bu iltimâsi Kabul idüb yirmi kisi ol tarafdan ve yirmi kisi bu tarafdan akdi muvahat idüb, ahiret kardasi oldilar...."

Yukaridaki alintida dört önemli noktaya rastliyoruz:

1- görüldügü üzere yukarida bahsi gecen kardeslik kurumu, Caferi ve Sünni kaynaklarinda da Arapca olarak gectigi gibi, akd-i muvahat ismiyle geciyor. Böylece, burada gördügümüz ve Alevilerin en büyük pirlerinden biri tarafindan uygulanan muvahat'in, Muhammed ve Ali'nin arasinda yapilan muvahat'a dayandigi anlasilmaktadir.

2- bugün Alevilerde bile kullanilan "ahiret kardesligi" tabirinin de yukarida gecmesidir, ki bu tabir bugün musahipligin ta kendisi icin kullanilmaktadir. Bu da muvahat'in Alevilikle olan iliskisini daha da güclendiriyor.


3- bu kardeslik kurumunun nasil uygulandigidir. Alintida gördügümüz gibi, kardeslik kurumu, tarikat seyhi tarafindan, yani Ebu'l Vefâ tarafindan uygulaniyor. Muvahat olmadan önce, muvahat olmak isteyen kisiler seyhin (Ebu'l Vefâ'nin) elini öpüp, ondan af diliyorlar, ve birbiriyle muvahat olabilmek icin, ilk önce ondan ricada bulunup, onun rizasini aliyorlar.

Günümüz Alevilerde uygulanan musahiplik erkânini çok ciddi bir sekilde cagristirmakla beraber, olayin baska bir boyutunu da hatirlatiyor bize:

4- Hem yukaridaki alintida, hem de Muhammed ve Ali'nin akd-i muvahat'inda, her insanda, baskasini muvahat yapma yetkisinin olmadigini görüyoruz. Ali'nin döneminde, insanlar arasinda muvahatligi sadece Muhammed uygularken (Alevi kaynaklarinda da bu sekilde geciyor), yukaridaki alintimizda da, muvahatligin sadece bir seyh tarafindan uygulanabilecegi göze carpmaktadir. Bu seyhin de ayni zamanda Oniki Imamlarin soyundan gelen bir seyyid olmasi, yine Alevi dedelerininin bugünkü durumuna götürüyor bizi.

Günümüzde de musahiplik sadece (seyyid olan) pirler/dedeler tarafindan uygulanabiliyor.

Musahiplik (Ahiret Kardeşliği Töreni Cemi)

Musahiplik; İslam literatürünün içindeki Tahkik-i Müstakim inancının
olmazsa olmazıdır. Musahiplik, dört canın birbirine ikrar1 verme olayıdır. Cenabı Allah, Âdem’in belini kudret eliyle sıvazladığında Âdem’in belinden gelecek olan bütün ruhlar, zerreler hâlinde geldi. Cenabı Celil onlara sordu:
-Sizi kim yarattı?
Ruhlar cevap verdiler:
-Sen Ya Rabbim!
-Sizin Rabbiniz kim?
-Sensin Ya Rabbim.

Cenabı Allah da bu ikrarla kâinatı yaratmıştır. Yerle gök, havayla su birbirine musahiptir. Âdem Safiyullah ile Cebrail birbirine musahiptir. Hatta Havva anamız orada olmadığı için lokma olarak bir parça helva da ona ayırmışlardır. Musahiplikte verilen ikrar, ruhlar âlemindeki ikrarın devamıdır. Yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerim’in Fetih Suresi - 10.ayetinde şöyle buyurmuştur : “(Ey Muhammed!) Şüphesiz ki; sana biat edenler ancak Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli (kudreti) onların ellerinin üstündedir. Şu halde kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim Allah’a verdiği sözü yerine getirirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”

Musahiplik kavli; “dehmeke deme cismeke cismi ruhake ruha”, yani; “musahip kardeşlerin canı bir teni bir, kanı bir ruhu birdir”. Musahip çocukları birbirleriyle evlenemezler çünkü kardeştirler. Musahip olacak dört can ilk önce gönül birliği yapıp bağlı bulundukları pire (dede) gelirler.

Pir soyu mutlaka Seyit-i Saadet, evladı Resul, On İki İmamlar soyuna
dayanmalıdır. Piri hazır bulunan cemaatin huzurunda musahip duracak canlara, pir tarik-i müstakimin yol ve erkânının zorluklarını anlatır. Seyit (pir, dede) der ki
“Gelme gelme, dönme dönme. Gelenin malı, dönenin canı”.

Dede (pir) telkinde bulunur. Nasihatlerini yaptıktan sonra bir elmayı dörde böler, musahip duracaklara verir ve der ki: “Size bir sene zaman veriyorum. Bu cemaat de tanıktır size. Birbirinizi taşıyacağınıza, bu yolu, erkânı süreceğinize, bu ikrarda duracağınıza kanaat getirirsek bir sene sonra esas ikrara bent olacaksınız.
Sevgili canlar; belirtmek isterim ki iki doğum vardır

1. Anadan doğmak: Anadan doğmak zahmetlidir çünkü yapacağı, nelerle karşılaşacağı, zalim mi olacak mazlum mu olacak belli değildir.

2. Pir huzurunda hidayete ermek: Esas, kutsal doğum, halk huzurunda pir divanında ikrar verip hidayete ermektir.
Bu bağlamda da musahiplik pir divanında ikrar verip hidayete ermek
olduğundan Alevilikte oldukça önemli bir yere sahiptir.

Musahipli canlar bir sene sonra ceme gelirler, bir horoz getirirler. Cemaatin huzurunda, pir divanında dara dururlar. Pir, ilk dualarını verir. Erkân olduğundan Cebrail de ulu bir melek olduğundan horoza “Cebrail” adı verilir. Yani evveli yolunda İmam Cafer erkânında ceme gelirler. Yolun rehberi eşliğinde cemaatin huzurunda pir divanına gelip pirin karşısında dururlar.

Pir: Nerden gelip nereye gidiyorsunuz?
Rehber: Dünyalıktan gelip ahrete gidiyoruz.
Pir: Bunlar bu hâl, bu yol ile bu dil ile ahirete gidebilecekler mi?
Rehber: Allah’ın izniyle, pirin himmetiyle giderler inşallah.
Pir: Gelme gelme, dönme dönme. Gelenin malı, dönenin canı bunlar. Belki bu yolun zorluklarının ve bu yol ne kadar ince ve ulvi olduğunun farkında değiller.
Allah aşkına bir eşik atlat.

Rehber musahipli canları üç kere dışarı götürüp getirir. İkinci sefer geldiğinde dede (pir) sorar: Pir: Nerden gelip nereye gidiyorsunuz?
Rehber: Dünyalıktan gelip ahrete gidiyoruz.

Pir: Bunlar bu hâl, bu yol ile bu dil ile ahirete gidebilecekler mi?
Rehber: Allah’ın izniyle, pirin himmetiyle giderler inşallah.
Pir: Gelme gelme, dönme dönme. Gelenin malı, dönenin canı bunlar. Belki bu yolun zorluklarının ve bu yol ne kadar ince ve ulvi olduğunun farkında değiller.
Allah aşkına bir eşik atlat.

Rehber musahipli canları üç kere dışarı götürüp getirir. İkinci sefer geldiğinde dede (pir) sorar:

Pir: Nerden gelip nereye gidiyorsunuz?

Musahipler: Dünyadan gelip ahirete gidiyoruz.

Pir: Ahiret yolu kardır, borandır. Bu yolda sermaye isterler. Sermaye
dediğimiz ne paradır, ne de puldur. Sermayedeki amaç itikat bütünlüğüdür. Bu yolda iyi amel isterler, itikat isterler. Siz şimdiye kadar ne ettiyseniz, ne yaptıysanız sizinle arasında bu saniyeden itibaren büyüğünüzü büyük, küçüğünüzü küçük bileceğinize; büyüklerinizi sayacağınıza, küçüklerinizi seveceğinize; komşu hakkı
Tanrı hakkıdır, komşu hakkına riayet edeceğinize; kimsenin malına, namusuna iffetine göz dikmeyeceğinize; elinize, belinize, dilinize sahip olacağınıza, gözünüzle görmediğinizi ‘ben gördüm’ demeyeceğinize; kulağınızla duymadığınıza ‘ben duydum’ demeyeceğinize; dilinizle kov (gıybet) yapmayacağınıza; yalan
söylemeyeceğinize; elinizle harama, ayağınızla nagah yere gitmeyeceğinize, tevellah dediğimize tevellah, teberra dediğimize teberra diyeceğinize; ehlibeytin dostuna dost, düşmanına düşman olacağınıza; rehberinizi rehber, pirinizi pir, mürşidinizi
mürşit bileceğinize; aşınıza, işinize, eşinize bağlı kalacağınıza; dünya insanını seveceğinize; doğayı seveceğinize; doğayla kucaklaşacağınıza inanarak söz veriyor musunuz? Hü cem erenleri dört can Muhammed Ali yoluna, İmam Hüseyin’in İmam Caferi Sadık Rehnuman’ın erkanına girip bu yola talip olmak istiyorlar. Alıp kabul ediyor musunuz?

Cemaat hep bir ağızdan “İyi huylarla.” derler.

Pir tekrar eder:
Pir: Soruyorum musahiplik kavli hem çok zordur hem de çok kolay. Yolu itikat bütünlüğüyle sürersen çok kolay. Bir musahip bir musahibin evine kem gözle giderse o musahibin derdine derman bulunmaz. Bir musahip musahibine surat asarsa derdinin dermanı yok. Bu yolda itikat bütünlüğü önemlidir. Tekrar soruyorum: Büyüklerinizi büyük bileceğinize; küçüklerinizi küçük bileceğinize;
büyüklerinize saygı küçüklerinize sevgi göstereceğinize; komşu hakkına riayet edeceğinize; elinizle koymadığınızı almayacağınıza; gözünüzle görmediğinizi “Ben gördüm.” demeyeceğinize; kulağınızla duymadığınızı “Duydum.” demeyeceğinize; dilinizle kov (gıybet) yapmayacağınıza; ayağınızla nagah yere gitmeyeceğinize;
Allah’ını bir bileceğinize; peygamberinizi Hak bileceğinize; Muhammed Ali yolundan ayrılmayacağınıza tevellah dediğimize tevellah, teberra dediğimize teberra diyeceğinize; ehlibeytin dostuna dost, düşmanına düşman olacağınıza; bu ikrarda
duracağınıza; oturan cemaat, serilen secde, yanan delil, ay, gün, yer, gök, arşı kürşü levh-i kalem yerdeki melaikeler gökteki melekler şahit olsun mu?

Pir, üç sefer sorar bunu. Orası ölmeden önce ölünen yer olduğu için musahip
duran canların yerine yolun rehberi üç defa yanıt verir:
Rehber: Olsun.
Pir: Eğer bu ikrardan dönerseniz Hz. Ali’nin zülfikarı boynunuza insin mi?

(Üç sefer sorar.)
Rehber: İnsin. (Üç defa yanıt verir.)
Pir ve cemaat “Allah esirgesin” der.
Pir: Sağında kim var?
Rehber: Rehberim.
Pir: Solunda?
Rehber: Musahibim.
Pir: Karşında?
Rehber: Pirim.
Pir: Önünde?
Rehber: Nasibim.
Pir: Arkanda?
Rehber: Ecelim.
Pir: Cenabı Allah ecel zevalliği vermeye.
Pir Tecella ve Temenna duasını verir. Musahip duran canlar secde yapıp halkada oturan cemaatle niyazlaşır ve rehber eşliğinde diz üstü, pirin önüne kadar gelirler. Pir, talibin boynundaki ikrarı bendi teslim eden tülbenti alır, canların başparmaklarını, Yedullah Ayetini okuyup bağlar. “Kandi bend olasınız, Muhammed Ali’ye talip olasınız.” der. Üç defa “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali. Bu bendi
bağlayan ancak çözer. İkrarınızda kadim olasınız. Hak Muhammed Ali yolunda, İmam Hüseyin didarında, İmam Caferi Sadık erkânında utandırmaya.” der. Musahip canlar niyaz olup yerine otururlar. Musahiplik ikrarı tamamlanmış olur