Ehlibeyt YOLU facebook sayfasını Beğenmeyi Unutmayın sevgili Canlar

28 Şubat 2017 Salı





ALEVİLİKTE, DÖRT KAPI KIRK MAKAM.✔


Dört Kapı Kırk Makam düstüru ile (ilkeleşen) insanı “İnsan-ı Kamil” (olgun insan) olmaya taşıyan ilkeleri Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli tespit etmiştir. Bu ilkeler aşama aşama olup insanı olgunluğa götürür. Ulu Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli bunları şöyle özetlemiştir: “Kul Tanrı’ya Kırk Makam’da erer.. ulaşır.. ve dost olur.

Sırayla Şeriat Tarikat Marifet ve Sırr-ı Hakikat olan bu kapıların her birinin 10 makamı vardır.

Her Can bu dört kapı (Çar Bab – İlim Şehr’ine giren kapı) ve bu dört kapı içinde kırk makamdan geçerek ruhunu ve benliğini erdemli hale getirerek İnsan-ı Kamil olur.

ŞERİAT MAKAMLARI:

1.İman etmek
2.İlim öğrenmek
3.İbadet etmek
4.Haramdan uzaklaşmak
5.Ailesine faydalı olmak
6.Çevreye zarar vermemek
7.Peygamberin emirlerine uymak
8.Şefkatli olmak
9.Temiz olmak
10.Yaramaz ve sakıncalı işlerden sakınmak

Şeriat Kapısı’nı ve makamlarını şöyle özetleyebiliriz:

Kendi öz benliğini kötülükten arıtmayangelişmemiş olgunlaşmamış insanın din kuralları ve yasalar zoruyla eğitilmesi kişilere ve topluma zarar verecek hareketlerde bulunmasına meydan verilmemesidir.

TARİKAT MAKAMLARI:


1.El almak / Tövbe etmek
2.Mürşidin öğütlerine uymak
3.Temiz giyinmek
4.İyilik yolunda çalışmak
5.Hizmet etmeyi sevmek
6.Haksızlıktan korkmak
7.Ümitsizliğe düşmemek
8.İbret almak
9.Nimet dağıtmak
10.Özünü fakir görmek

Tarikat kapısını ve makamlarını şöyle özetleyebiliriz:

İnsanın kendi öz iradesiyle hiç bir dış zorlama olmadan her türlü kötülüğü benliğinden kovabilmesi elinden gelebilecek tüm iyilikleri hiç kimseden esirgememesi aşamasıdır.

MARİFET MAKAMLARI:

1.Edepli olmak
2.Bencillik kin ve garezden uzak olmak
3.Perhizkârlık (İsraf ve müsriflikten kaçınma)
4.Sabır ve kanaat
5.Utanmak
6.Cömertlik
7.İlim öğrenmek
8.Hoşgörü olmak
9.Özünü bilmek
10.Arif olmak (kendini bilmek)

Marifet kapısını ve makamlarını şöyle özetleyebiliriz:

Duygu ve ilimde en yüksek düzeye ulaşmaktanrısal sırları fark etmektir.

HAKİKAT MAKAMLARI:

1.Alçak gönüllü olmak
2.Kimsenin ayıbını görmemek
3.Yapabileceği hiç bir iyiliği esirgememek
4.Allahın her yarattığını sevmek
5.Tüm insanları bir görmek
6.Birliğe yönelmek ve yöneltmek
7.Gerçeği gizlememek
8.Manayı bilmek
9.Tanrısal sırrı öğrenmek
10.Allahın varlığına ulaşmak

Hakkı görmek zaman ve mekân üstü Tanrısal Dem’in kudreti içinde Devr-i Alem’e dönmektir.

ALEVİLİKTE AMAÇ, İNSAN-İ KAMİL OLMAKTIR.


insan-i Kamil olma yolunda “Yol güzergahı“ kesinlikle essiz örnek Hz.Ali’dir.

Bu dogrultuda Hak Muhammed Ali üçlemesini, ezelden ebede kalpten kabul edip Ulu Yolumuzda gereklilik esasları vazgeçilmez kılan; Ilahi emirler, Farz, Ikrar, Erkan, Sünnet, Dört kapı kırk makam, Eline Diline Beline, Imam Cafer-i Sadık’in buyruğu, Tevella ve Teberra gibi olmazsa olmaz, Yol’un kurallarına riayet etmeyle kişi Insan-i Kamil olabilir.

Alevilikte örnek alınan, yüksek ahlak değerlerinin başı ve kaynağı olan temel direği: Hz.Ali ve soyundan gelen 11 Imamlardır.

Peki bu Yol’da esas kuralları özümseme ve uygulama şartları nelerdir.?

Kısaca bir Alevi: Allah’a inanip, bütün varlığı ile teslimiyet gösterip, Ilahi emirlerini yerine getirmesi gerekir. Hz.Peygamber’e iman etmesi gerekir.

Dolaysıyla dört Semavi dinleri (Tevhid) kabullenmesi gerekir.
Hz.Ali’nin Velayetine inanmalidir, soyundan gelen Imamları Yol önderleri olarak kabullenmesi gerekir.

Alevi bir canın: üstün takvasıyla (Allah’a bağlılılığı-Allah’a inanmak), derin bilgiye sahip, özü ile sözü bir olmasıyla, her türlü kötü nefislerden ve arzulardan arınıp güzel ahlaki değerleri ile insanlara örnek olmalıdır. Kısacası Alevilikte amaç insan-i kamil olmaktır.

Alevilikte tasavvuf öğretileri gereği, aynel yakın, ilmen yakın, cismen yakın (Hakkel yakın), dereceleri aşması doğrultusunda, kişi Hakk’a yakın olması amaçlanır.

Ulularımızın deyimiyle ‘’Hakk’ı uzakta arama sakın, sen seni bilirsen Hakk sana yakın’’. (Vahdet-i Vücut)

Allah’ın iradesi ile vasilerin en üstünü kılınan, Allah’ın hücceti (delili, kanıtı) olan Hz.Ali, ilahi niteliklere sahip oluşu, olağanüstü güce ve Hz.Muhammed’e en yakın olması, onun gizli sırlarını bilen, hak ve adaletin uygulayıcısı, mazlumların umudu, zalimlerin korkusu olan Hz.Ali, Aleviliğin temelini oluşturur.

Alevilikte örnek alınan Ulu Şah-ımız hakkında sonsuz methiyeler (övgüler) vardır, dolaysıyla bir kaç örnek verelim.

Hz,Muhammed buyuruyor ki;
"Ben kimin Mevlası isem, Ali de onun Mevlasıdır." "Ben ilmin şehiriyim, Ali de
onun kapısıdır."

"Ben ve Ali aynı Nurdan geldik."

"Kim bizim Velayetimizden ayrılırsa veya başkasını bize tercih ederse, kuşkusuz
onlar doğru yoldan ters yüz döndürülmüşlerdir."

"Allah tarafından tayin edilen bir Imam-ı olmaksızın sırf kendini yoran bir ibadetle,
Allah’a kulluk sunan bir kimsenin çabası kabul görmeyecektir."

Dolaysıyla Aleviler olarak ikrar verdiğimiz, bağlandığımız O yüce Hz.Şah-ı Velayet’in Nurlu Yolunu benimsemiş ve özümsemiş Aleviler olarak, Aleviliğin temel kosullarını kendimize ilke edinmemiz gerekir.


27 Şubat 2017 Pazartesi





✔PİR'LİK KİMDEN KALDI.?.💕


 O zamandan bugüne değin, şeriat, tarikat, marifet, hakikat gibi pirlik ve secde de Muhammed-Ali'den kaldı. Bu nedenle Resul soyundan başkasının pirlik yapması ve ona talip olmak caiz değildir. (Buna karşı davranan kişinin) yediği içtiği haramdır. Tarikatı murtad, hakikatı murtaddır. Ve de irşadı, biatı ve tövbesi geçerli değildir. Çünkü Resul soyuna biatı yoktur. Sermayesiz kalmıştır. Onun aslı kesinlikle yoktur. O kimse on iki imam dergâhından nasipsizdir. Hazreti Resul, bir hadiste "Ulu Tanrı bir kelam-ı kadiminde 'asıl asıldır' buyurmuştur" der. Zira ezelden hırka, meftul , irşad, tövbe, pirlik ve seccade; bunların tümü, Şahi merdan Ali'ye gelmiştir. (Bu nedenle) şimdi Şah oğlu ve soyu olmayan kimseye pirlik yapmak caiz değildir. Muhammed-Ali soyundan olmalı ki pirliği caiz ola. (Ancak pir olmak için Muhammed-Ali soyundan olmak da yeterli değildir). Pirin ilmi ile etkin olması gerekir. (Pirin) dört kapı, kırk makam, on iki erkân, on yedi kemerbest, üç sünnet-yedi farz, bir farzşeyhlerin büyük ilminden bilgi sahibi olması gerekir. Ve tarikata göre durup oturması, hakikate hakikat ile yol sürmesi gerekir ki pirliği caiz olsun. Çünkü, talip ve yol mürşidindir. Mürşit, cihanda erseri gezemez. Ahireti harap edemez. Mayaya, Muhammed-Ali'den konulan damızlık ve sikkeyi bozamaz!.. Ve İmam Cafer Sadık Hazretleri bir sözünde şöyle buyurur:
Gerek pir gerek talip olsun, her yol ehlinin belli görevi ve yükümlülüğü vardır. Bir pir talibe doğru yolu göstermezse, o nasıl pir olur? Bir talip kendine gösterilen doğru yolu bilmezse, o nasıl talip olur? Çünkü insanın kâmil ve cahil yapısı vardır. Pir ve talibin yapısı kâmil olmalı ki, ikrarları kabul olsun! Emeği, kurbanı, adağı ve yakarışı kabul olsun! Emeği boşuna dökülüp saçılmasın . Nitekim bu konuda hadis vardır: "Yaptıkları her işi alır ve onu toz duman ederiz" buyrulmuştur. Ve pir kâmil olmalı ki talibi pişirebilsin, talibi yola getirebilsin. (Böylece talip) Tanrı'yı bilir, piri bilir duruma gelsin İmam Cafer Sadık Hazretleri bu konuda şöyle buyururlar: "Yolun ve erkânın iki yön üzerinedir. Birine kâmil yön, birine cahil yön derler". İmdi, cahil pirler biat ve irşatları evlad-ı Resul'dan olmayanlardır. (Biat ve irşatları evlad-ı Resul'den olmayanlar) suyun ana gözüne ermemişlerdir. Sermayesiz kalmışlardır. Onların tövbeleri geçerli değildir. Talip tutmaları, ikrar vermeleri caiz değildir. Şeriatte murtad , tarikatta (murtad), marifette (murtad), hakikatte murtaddırlar. (Böyle bir pirin) yoldan, erkândan ve cemden sürgününe karar verilir mi? Elcevap: Verilir! Bu nedenle (onların) ikrarına inanılmaz. Onların yedikleri haramdır. İmdi, kâmil yönü olan pirler, Resul soyuna erişen pirlerdir. İkrarları, biatları Resul soyundan olmalıdır. İkrar ve imanı kabul olmalı ki, tarikatleri ve hakikatleri kâmil olsun. Pirlik etmek caiz olsun. Ve pirin hem kâmil olması hem de dört kapının ne olduğunu
bilmesi gerekir. Ve de ayetlere amil olması gerekir. Hem de amel etmesi gerekir. Ve de makamları bilmesi gerekir Ve bir sözünde İmam Cafer Sadık Hazretleri şöyle buyururlar: "Adem'den, son peygamber Muhammed Mustafa Hazretlerine gelinceye değin mezhep, yol erkân yoktu. Muhammed Mustafa ve Aliyyel Murtaza Hazretleri geldi. Yeşil hat ile vahiy indi. (O vahiyde):" "Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, o Tanrı'nın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Tanrı herşeyi bilir" dendiği zaman din ortaya çıktı. Ve Ali hakkında (şunlar) indi: "Zülfikârdan üstün kılıç, Ali'den üstün yiğit yok." (Yine Muhammed:) "Evirip çeviren, güç kudret sahibi olan ancak Tanrı'dır." "Allahümme Salli Ali Muhammed ve Ali aley Muhammed" (dedi.) (Bunlar) denince din ortaya çıktı. Lâm ve elif kondu. Lâm Muhammed, elif Ali demektir. Anlamı budur. O zaman şeriat ortaya çıktı. Tarikat, (marifet) ve hakikat sırroldu. Ve şeriat Muhammed'in şanına geldi. Tarikat, hakikat Ali'nin şanına geldi. Şeriat erkânı, tarikat, marifet ve kavl-i karar ve seccade ve biat,
irşat, ikrar, iman, halife, bekai cavidan ve pirlik Muhammed Ali'ye geldi. Önü Muhammed Ali'dir. Sonu Muhammed Ali'dir. Oruç, Namaz, hac, zekat, kelime-i şehadet, dünyalık fitresi(nin) tümü Muhammed Ali'den kaldığı için evlad-ı Resul'den başkasına pirlik yapmak caiz değildir. (Bunun) anlamı nedir dersen, şu nedenle caiz değildir: Ulu Tanrı, kutsal Muhammed Hazretlerini sevdi ve tüm evreni ona olan sevgisi yüzünden yarattı. Çünkü Muhammed'i sevdi, Muhammed oldu; Ali'yi sevdi Ali oldu. Onun sevdiği sırrı sırullah ve sırrı babullah olduğu için, irşat kavil, biat, talip ve mürit(in tümü) Resul soyuna gelmiştir. (Bu nedenle) Resul soyundan başkasına şeyhlik, meşayihlik ve pirlik yapmak, talip tutmak ve iradet getirmek caiz değildir. Ve de ikrarları geçersizdir. Ve de yedikleri haramdır. Yuttukları murdardır. Bu konuda ayet vardır: "Tanrı kötülük yapan halkı doğru yola götürmez" denmiştir. Onlar tarikatte dönektir. Yüzleri kara domuz yüzüne benzer. Bir sözünde İmam Cafer Sadık Hazretleri şöyle buyurur: "Kur'an-ı azimüşşanda 'çocuklarınız dininizdir' buyrulmuştur. Din Muhammed, iman Ali'dir. Bu söze uymayanın dini, imanı olmaz." Böylece Resul soyuna biat edip, ikrar getirirseniz dininiz imanınız kabul olur ve imana erişirsiniz. Ve de ikrarınız caiz olmalı ki işlediğiniz iş ve dileğiniz kabul ola. Ve sekiz cennet kapıları o kimse için açıla ve yedi tamunun kapısı yüzlerine bağlana. Resul soyuna ikrar getirmeyen, biat etmeyen, iradet getirmeyen (kimseler) ister pir ister talip kim olursa olsun; yedikleri haram, yuttukları murdardır. İkrarı caiz değildir. Tacı deliktir. Tarikatta murdardır, yüzleri karadır. Erkâna, tarikata ve hakikate sığmazlar. Nedeni, Resul soyundan reddolunmuşlardır. Ve de sermayesiz kalmışlardır.
Kişi Resul soyuna kabul ettiği zaman suyun ana gözüne erer. (Resul soyunu kabul etmeyenlerin) evrenin yaratılışından beri sermayesiz olduklarını şundan anla ki, Resul soyu herkesin başıdır. On sekiz bin alem onların dostluğu ile övünmüştür. Ve de haklarında ayet gelmiştir. Suyun gözünün Muhammed-Ali olduğunu bilmeyenler boşuna emek harcamışlardır. (Bunlar üzerine): "Yaptıkları her işi alır ve onu toz duman ederiz." denmiştir. Resul soyuna erişmeyen şeyhlerin, meşayihlerin ve pirlerin biatları ve ikrarları caiz değildir. (Onlar) sürgündür, yezittir. Yediği haram yuttuğu murdardır. İşledikleri günahtır. Çünkü, Hazreti Murtaza Ali'nin evladına ermemiş, sermayesiz kalmışlardır. Oysa elde sermaye olmayınca amaca ulaşılmaz ve birşey alınmaz. İmam Cafer Sadık Hazretleri şöyle buyururlar: "Hazreti Resulullah'ın ve Hazreti Şahi Merdan Aliyyel Murtaza'nın evladına erişip biat kılanlar ve iradet getirenler din, iman, ikrar ve biata ermiş ola, yol ve erkânları geçerli ola. Ahirette sevapları kabul ola. Yarın ulu divanda aklanıp kurtulalar. İkrarları caiz ola ki emekleri kabul ola . (Ve başka bir sözünde) İmam Cafer Sadık Hazretleri şöyle buyururlar: "Pir olan kimsenin son derece kâmil olması gerekir. (Pirlerin) dört kapı, kırk makam üç sünnet, yedi farzı bilmeleri, taliplere yolu erkânı öğretmeleri, gerekir. Bunlar nerden geldi ve neden oluştu, aslı nedir, kuralları nelerdir, hayası nedir, erkânı nedir, tövbesi nedir, farzı nedir, sünneti nedir, nafilesi nedir, işlemesi nedir, bunları bilmesi gerekir. Ve bir de, şeriat kaçtır, tarikat kaçtır, marifet kaçtır, hakikat kaçtır, (bilmesi gerekir). Ve ondan sonra şeriat ne ile tamamlanır, marifet ne ile tamamlanır, tarikat ne ile tamamlanır, hakikat ne ile tamamlanır, bunları bilmesi gerekir. Bunlar nedir? Bu dört erkânı
böylece bilmeyen pirin pirliği caiz değildir. Şöyle bir söyleyişle, şeriat gemidir. Tarikat denizdir. Marifet dalgıçtır. Hakikat incidir. İmdi, pir olan kimsenin şeriat gemisine girmesi, tarikat denizine açılması, marifet dalgıcı olup hakikat incisine erişip onu çıkarması gerekir ki onun ikrarı geçerli olsun! (Başka bir sorun da pirin soyu ile olan ilişkisidir). Şimdi zamanımızın (kimi) pirleri: "Ben falan post sahibinin oğluyum" diyerek övünürler. Oysa bir kimse öldüğünde öbür dünyada "kimin oğlusun" demezler. "Dünyada ne yaptın ne işledin?" diye sorarlar. Hazreti İmam Zeynel Abidin'i Yezit melun zindana atınca, (İmam Zeynel Abidin) ağladı. (Zindandaki) muhipler: "Ey İmam niçin ağlıyorsun?" diye sordular. Hazreti İmam şöyle karşılık verdi: "Dünyada bu duruma düştük. Dünyada durumumuz bu olunca, gör ahirette sonumuz ne olur?" Muhipler: "Ey İmam Muhammed Ali deden olduğuna göre daha sen niçin korkarsın?" dediler. İmam Zeynel Abidin: "Kabre vardığımda dedemi sormazlar. 'Kimin oğlusun' diye sorulsaydı, 'İmam Hüseyin'in oğluyum' demek bana yeterdi. Ancak (divanda) atamı dedemi sormazlar. Yalnız yapılan işleri sorarlar. Ne mutlu (divana vardığında) defterinde yanlış bulunmayan kula. Ve, vay o kula ki defterinde yanlış buluna!" (Pirin günahı mı olur? gibi bir düşünce olmaz.) Son dönemlerde kimi talipler: "Pirin, rehberin günahı mı olur? Onlar ocakzâdedirler. Onların küfürü iman olur." derler. Oysa gerçek onların düşündükleri gibi değildir. Nedeni, pir bir
günah etse beş günah yazılır. Talip bir günah etse bir günah yazılır. Çünkü ummadığın yerden sana bir söz gelse ona çok incinirsin. Ancak cahilden, düşmandan gelse "cahil bilmez, düşman düşmanlık etti" dersin. Sonuçta, ocakzâde Tanrı'nın sevgili dostlarının soyundandır Pir kendi konumunu düşünmeyip Tanrı'nın yasakladığı bir işi yaparsa Tanrı mahşerde ona: "Ey zalim sen, talibe örnek olup hayır işleyeceğine kitapsız oldun. Talip sana bakıp azdı. (Gerçekte) azdıran Şeytan'dır. Ancak sen neden oldun. Gel, imdi yaptıklarının hesabını ver!" deyip tamuya yollar. Bir pirin karısından ayrılması, Yezit'e kuşak çözmesi, kan dökmesi, ya da Tanrı korusun, livata yapması büyük günahtır 85. Bunları yapan pirin derdine derman olmaz. O, yol düşkünüdür. Böyle bir pirin yüzüne bakılmaz, ocağına varılmaz. Ve hiç bir şekilde ocağın eşiğinden içeri sokulmaz, konuk edilmez. Onun ayağının bastığı toprakta kırk yıl bet bereket olmaz. Böyle bir pirin yanına varılmaz. Uçsa bile 'cazıdar' denir inanılmaz. O pir, dergâhımızdan kovulmuştur. Aramızdan dışlanmıştır . Bir pir ocağında birkaç tane genç türese, onların içlerinden birini ulu bilip pir saymaları gerekir. Talipleri görüp soracak o pir olur. Ancak, pirin de başka ocaktan el alması gerekir. Kimileri ('veliler birbirlerini) göremez' gibi bir düşünce ileri sürmüşlerdir. Ancak velilerin kökü, atası birdir. Dolanıp bir yere gelinir. (Kökende) kişinin kendi kendini arıtması gerekir. Kişi kendi
kendine sahip olmayınca pir rehber doğru yola sokamaz Bir pirin soyu tükenirse, talipler hangi pire özleri yatarsa ondan et tutarlar. Ancak pirin Resul soyundan olması gerekir. Bir pir bir talibe "gel bana talip ol, tekkenişinim ol" derse onu azdırmış olur Pir olan kimsenin âlim ve kâmil olması gerekir . Pir ve rehberin okur-yazar olması gerekir. Şeriatta okur-yazar olmayan müftü görülür mü? Ya da okur-yazar olmayan molla olur mu? Okur-yazar olup anlamı anlamak gerek. (Pir) sorunu çözecek Tanrı'nın vekilidir. Tanrı'nın gönderdiği kitabı bilmeyen, hakkı nasıl bilebilir? İnsanlar doğuştan bilgi sahibi olsalardı, Tanrı peygamberlere kitap göndermezdi. Kitapsız pir Şeytan'dır. Talipler ise pire bağlıdır. (Kitapsız pirin) izinden yürünmez, sözüne uyulmaz Kimi yaratıklar "aktan okurum, karayı bilmem" derler. Kutsal Kur'an'ı inkâr ederler. Aktan okumak aşıklara özgüdür. Ancak onlarda kutsal Kur'an'ı överler. Onun buyruklarına göre davranırlar. Sözleri Kur'an'a uymayan aşığın sözüne itibar edilmez. Bilge kişi ham ile hası birbirinden ayırır, doğru yolu bulur Talip, pir rehber ve aşığın söylediklerini anlamazsa mürşid ve üstaddan öğrenip doğru yola gitmelidir. Ayetsiz, kitapsız söz söyleyip, nasihat eden pirin söylediği sözler geçerli değildir. Türkçe söz söylerse bir mürşitten alıp söylemesi gerekir. Söylenene sözün kesinlikle Kur'an'a uyması gerekir . Aşığın serveti altın ise Kur'an mihenk taşıdır, ustatlar sarraftır. Bir sarrafa altın getirildiğinde önce mihenk taşına vurur. Altınsa alır, değilse geri çevirir....
Pirin toplumun sorunlarını ve niteliklerini bilmesi gerekir. O zaman sağduyulu biçimde düşünebilir. Pir ancak bundan sonra talibi görebilir, çiği pişirebilir.Talibi görmek zor bir iştir. Talibin köşesine kurulup: "Ben falan pirin oğlu falanım. Senin günahlarını bir araba kazığına takarım" deyip, yemek içmek, sefa sürmekle pirlik olmaz. Pir, gecenin ikinci yarısından sonra kalkıp kıbleye karşı oturup gün doğuncaya değin Tanrı'ya ibadet ve niyaz etmelidir. O zaman pirin nefesi keskin olur. Oysa, günümüzde pirler yiyip içip kuşluğa değin eşek gibi yatıyorlar. "Kur'an bizim dedemize indi. Bakalım ne buyurmuş? Biz, bu dünyaya niye geldik? Yarın Tanrı katına ne yüzle çıkarız? Bu taliplerin hakkını bizden sorarlarsa ne karşılık veririz?" diye düşünmeyen talibin vay haline! Gör onun başına neler gelir? Ustanın doğru sözü böyledir !.. Ve de son dönemde kimi pirler: "Mümin kulun malı murdar olmaz" deyip murdar olmuş hayvanı yerler. Ancak, yanlış akla hizmet ederler. Zira bıçak hazreti İsmail'e çalındı. Bıçak hayvanın Kur'an'ıdır. Ama eski dönemlerde bir müminin bir malına bıçak erişmemişse, üç beş can gülbenk çekip o hayvan nişan verirdi. Ondan (sonra) boğazlayıp yerlerdi. Son zamanlarda gelenler buna güç yetirememelerine karşın yanlış fetva verip halka murdarı yedirirdiler. (Böylece) kanlı olurlar. (Böylesine kesilen hayvanı) yemek caiz değildir. Bu tür kesilenler haramdır. (Tanrı) hayvana bıçak buyurmuştur

( imam cafer-i sadık buyruğu'nda )


✔KIRKLARIN CEMİ 💕


Hz. Muhammed ( s.a.v ) bir sabah erken miraca gidiyordu. Ansızın yoluna bir aslan çıktı. Aslan üzerine kükremeye başladı. Muhammed ne yapacağını şaşırdı. Birden bir ses duydu: "Ey Muhammed, yüzüğünü aslanın ağzına ver!" Muhammed söylenileni yaptı. Yüzüğünü aslanın ağzına verdi. Aslan nişanı alınca sakinleşti. Muhammed yoluna devam etti. Göğün en yüksek katına erişti. Orda dostuna kavuştu. Onunla doksan bin söz konuştu. Bunun otuz bini şeriat üzerine idi, inananlara indi. Kalan altmış bini ise Ali'de sırroldu Cennette Hz. Muhammed'e bal, süt ve elmadan oluşan bir yemek geldi. Bunlar özellikle seçilmiş yiyeceklerdi. İnsan için sütün yüz yararı, balın yüz yararı vardı. Elma da katılınca bu üç yiyeceğin binbir yararı bulunuyordu. Balın peteği insanın mayası, sütün memesi ana rahmi, elmanın kabuğu derisi sayılırdı. Tanrı, süte sevgiyi, bala aşkı, elmaya dostluğu bağışladı. Üçünü de cennet ürünü olarak insanlara yolladı Muhammed miraçtan dönerken şehirde bir kubbe gördü. Bu kubbe ilgisini çekti. Yürüyüp onun kapısına vardı. İçerde birileri sohbet ediyordu. Hz. Muhammed içeri girmek için kapıyı vurdu. İçerden bir ses geldi "Kimsin, ne için geldin?" diye sordu. Hz. Muhammed: "Ben peygamberim. Açın içeri gireyim. Erenlerin güzel yüzlerini göreyim!" diye karşılık verdi. İçerden: "Bizim aramıza peygamber sığmaz. Var peygamberliğini ümmetine yap" dediler. Bunun üzerine Muhammed kapıdan çekildi. Tam gideceği sırada tanrıdan bir ses geldi. "Ey Muhammed o kapıya var" buyurdu. Tanrı'nın bu buyruğu üzerine Muhammed yeniden o kapıya varıp kapıyı çaldı. İçerden: "Kim o? diye sordular. Hz. Muhammed: "Ben peygamberim. Açın içeri gireyim mübarek yüzlerinizi göreyim" dedi. İçerden: "Bizim aramıza peygamber sığmaz, ayrıca bize peygamber gerekli değil" dediler. Tanrı'nın elçisi bu sözler üzerine geri döndü. Oradan uzaklaşacağı sırada Tanrı yeniden buyurdu: "Ey Muhammed, geri dön. Nereye gidiyorsun? Var o kapıyı arala" buyurdu. Tanrı'nın elçisi yine o kapıya vardı. Kapının tokmağını çaldı. İçerden: "Kimsin?" diye ses geldiğinde: "Yoktan var olmuş bir yoksul oğluyum. Sizi görmeye geldim. İçeri girmeme izin var mı? diye karşılık verdi. Yeniden geri dönüp geldiğini bildirmedi. O anda kapı açıldı. İçerdekiler: "Merhaba, hoş gelip uğur getirdin; gelişin kutlu olsun ey kapılar açarı!" diye karşılayarak içeri çağırdılar O mecliste Kırklar oturmuş aralarında söyleşiyorlardı Peygamber hazretleri: "Kutsal kapı, hayırlar kapısı açıldı. Bismillahirrahmanirrahim" diyerek önce sağ ayağını içeri atıp o kapıdan içeri girdi. İçeride otuzdokuz inanmış can oturuyordu. Muhammed bakınca bunların yirmi ikisinin erkek onyedisinin bacı olduğunu gördü "Muhammed peygamber geldi" diye gaipten bir ses geldi Muhammed'in içeri girmesi için inananlar ayağa kalktılar. Tümü ona yer gösterdi. Hz.Ali de o mecliste idi. Hz.Muhammed, Hz.Ali'nin yanına oturdu. Ama onun Hz. Ali olduğunu anlamadı. Hz.Muhammed'in aklında birtakım sorular belirdi. "Bunlar kimler? Tümü aynı düzeyde. Büyükleri hangisi, küçükleri hangisi?" diye düşündü. Soru sormayı gereksiz görüyordu. Ama dayanamadı: "Sizler kimlersiniz? Size kim derler?" diye sordu. İçerdekiler: "Biz Kırklarız" diye karşılık verdiler. Hz.Muhammed: "Peki, sizin ulunuz kim, küçüğünüz kim, ben anlayamadım." dedi. Kırklar: "Bizim ulumuz da uludur. Küçüğümüz de uludur. Bizim kırkımız birdir, birimiz kırktır" diye karşılık verdiler. Hz. Muhammed: "Ama biriniz eksik, o biriniz ne oldu" diye sordu. Kırklar: "O birimiz Selman'dır. Taşraya çıktı. Pars'a gitti. Ama niçin Sordun? Selman da burda. Onu aramızda say" dediler. Hz.Muhammed, Kırklar'dan bunu göstermelerini istedi. O zaman Hz.Ali kutsal kolunu uzattı. Kırklar'dan biri "destur" diyerek Hz.Ali'nin koluna bıçak vurdu. Hz. Ali'nin kolundan kan akmaya başladı. Bu sırada tüm Kırklar'ın bileğinden kan akıyordu. O anda pencereden bir damla kan girip ortaya damladı. Bu kan, taşrada bulunan Selman'ın kolunun kanıydı. Sonra Kırklar'dan biri Hz. Ali'nin kolunu bağladı. Öbür Kırklar'ın da tümünün kanı durdu. O sırada Pars'tan Selman-ı Farisi'nin geldiğini gördüler. Selman bir üzüm tanesi getirdi. Kırklar bu üzümü getirip Hz.Muhammed'in önüne koydular: "Ey yoksullar hizmetkârı, bir hizmet et de bu üzüm tanesini biye paylaştır" dediler. Hz.Muhammed duruma baktı. "Bunlar kırk kişi, üzüm tanesi bir tane. Ben bu üzümü nasıl böleyim?" diye düşünceye daldı. O anda Tanrı Cebrail'e: "Sevgilim (Muhammed) zorda kaldı. Tez yetiş cennetten bir nur tabak al, ilet. O üzümü bu tabak içinde ezip şerbet eylesin. Kırklar'a verip içirsin" diye buyurdu. Cebrail cennetten nurdan yapılmış bir tabak alıp Tanrı'nın elçisinin karşısına geldi. Tanrı'nın selamını ileterek o tabağı Muhammed'in önüne koydu. "Şerbet eyle, ey Muhammed" dedi. O sırada Kırklar, Hz.Muhammed üzümü ne yapacak, diye seyrediyorlardı. Birden Hz.Muhammed'in önünde nurdan tabağın belirdiğini gördüler. Tabak güneş gibi ışık veriyordu. Hz.Muhammed tabağın içine bir damla su koydu. Sonra parmağı ile o üzüm tanesini nurdan tabak içinde ezip şerbet eyledi. Tabağı Kırklar'ın önüne koydu. Kırklar o şerbetten içtiler. Tümü ilk yaratılıştaki gibi sarhoş oldular. Oturdukları yerden ayağa kalktılar. Bir kez ya Allah diyerek el ele verdiler. Üryan büryan semaha girdiler. Muhammed de bunlarla birlikte semaha girdi. Kırklar'ın semahı ilahi bir nur içinde sürdü. Semah ederken Hz.Muhammed'in başından mübarek imamesi düştü. İmame kırk parça oldu. Kırklar'ın her biri bir parçasını aldı. O parçayı etek yapıp kuşandılar Hz.Muhammed bunlara pirlerini ve rehberlerini sordu. Kırklar: "Pirimiz, Şahımerdan Ali'dir, kuşkusuz, tartışmasız ve rehberimiz, Cebrail Aleyhisselamdır" dediler. Bunun üzerine Hz.Muhammed, Hz.Ali'nin orda olduğunu anladı. Hz.Ali, Hz.Muhammed'in yanına doğru yürüdü. Hz.Muhammed, Hz.Ali'nin geldiğini görünce saygı ve sevgi ile eğilerek Hz.Ali'ye yer gösterdi. Kırklar da Hz.Muhammed'e katılarak, Hz.Ali karşısında saygı ile eğilerek yol açıp yer gösterdiler. Bu sırada Hz.Muhammed, Hz.Ali'nin parmağında nişan-ı mührü gördü.
( imam cafer-i sadık buyruğu'nda )