Ehlibeyt YOLU facebook sayfasını Beğenmeyi Unutmayın sevgili Canlar

21 Nisan 2017 Cuma





Hacı Bektaş-ı Veli'nin Yunus Emreye Nefesi ve Himmeti.💕

( full film ) 


Filmin Konusu:
Filmde, bir müridin şeyhiyle olan ilişkisi anlatılır. Bir köyde kuraklık olur ve ekin yetişmez. Köy büyükleri herkese yardım eden Hacı Bektaşi Veli’den yardım istemeye karar verir. Bunun içinde köyden Yunus’un gitmesini isterler. Yunus yola koyulur ve Hacı Bektaşi Veli’nin dergahına gider. Veli, Yunus’a yiyecek yerine himmet vermeyi teklif eder. Ancak Yunus kabul etmez ve yiyecekleri alır. Köye dönerken hata yaptığını düşünerek geri döner. Ne var ki Veli, himmetini artık Taptuk Emre’den alması gerektiğini söyler. Yunus, Taptuk Emre’nin dergâhını bulup ondan himmet alamaya çalışacaktır.

Yönetmen : Özdemir Birsel
Tür : Dram, Dini, Tarihi
Yapım Yılı : 1973
Oyuncular : Hakan Balamir, Müfit Kiper, Tülin Örsek, Altan Bozkurt, Atıf Kaptan

19 Nisan 2017 Çarşamba






Alevi İslam Anlayışına Göre Kıble Neresidir? – Alevi İnancında Kıble Anlayışı.💕


Ellerin Kabe’si var, benim Kabem insandır.
Gören de, gösteren de insanoğlu insandır.

Hacı Bektaş-ı Veli

Yine Hacı Bektaş-ı Veli Çevirisine göre Kur an-ı Kerim de;

Cenab-ı Hak Der ki :

“Şüphesiz insanın bedeninde bir et parçası vardır.

Onun içerisinde bir kalp vardır.

O kalp içerisinde bir gönül vardır.

O gönül içerisinde bir giz vardır.

O giz içerisinde bir nur vardır.

O nur içerisinde bir sır vardır.

Ve o sırrın içerisinde BEN varım ! ”

Cenab-ı Hak insanları yaratırken her insanoğlu için kendi özünden nurunu üfürmüş/bağışlamıştır. İşte insan o nur ile hayat bulmuştur. İşte bu yüzden yani her insanoğlunun gönlünde gizli bir nur yani Hak var olduğu için Alevilik/Bektaşilik te kıble yani kabe İnsan-ı Kamil dir. İbadet esnasında en Önemli nokta, bir insanın kendi kalbi veya iç varlığıdır. Bu sebeptendir ki Alevilerin kıblesi insandır. Cem İbadetinde gülbenklerde Hz Ali nin eşine dönüp secde etmesi , peygamberimize dönüp secde etmesi söylenir. Buradaki secde insanın insan bedenine yani bir kula değil O insan-ı Kamil in gönlündeki Hak a o nura secde etmesidir.

Alevi Müslümanların Kıble Konusunda Kur’andan referans aldıkları Ayetlerden Bazıları Şunlardır:

Suretil Bakara 115. ayet:

“Ve lillahil meşriku velmağribu fe eynema tüvellü fesemme veçhullahi innallahe vasi’un’aliymün ”

Türkçesi: Güneşin doğup battığı yerlerin cümlesi Tanrı­teala mülküdür. Hangi tarafa yüz döndürürseniz Allahü¬teaIa ibadet tarafı orasıdır.

Zümer Suresı’nın 17. 18. ayetinde buyurur:

“Velleziynectenebü tagute en ya’büdüha ve enabü ilellahi lehümülbüsra febeşşir ibadi. Elleziyne yestemi ünelkavle feyettebiune ahsenehu ülaikelleziyne heda hümmüllahü ve ulaikehüm ülülelbaba”i.

Türkçesi: Ya Muhammed onlar ki, her putlardan sakınıp kaçtılar. Şunlar Allah­u teala’nın ibadet ve niyazına döndüler. Onlar için ölüm vakitlerinde ve geri dirildiklerinde melekler diliyle onlara cennet müjdesi vardır. Ya Muhammed, sözü işitilip onun güzelliğine uyan kullarına müjde eyle. Menzili maksuda erdiler onlar. Aklı kamil sahipleridir. Allah’a yalvarmak için her taraf kıbledir.

ibadet esnasında belli bir noktayı ve bir şehir daimi olarak Kıble kabul etmek o nokta veya şehri putlaştırmak gibi bir şey olur. Allah’ı bir yerde aramak olur ki “o bize şah damarımızdan yakındır”

Maide Suresi’nin 57. ayetinde buyurur:

“Vemenyetevellellahe ve resulehu vellezine amenü feinne hizbelleahi hümülgalibüne.”

Türkçesi: Kim ki Allahü­teala’yi ve Resülü’nü ve müminleri evliya kabul eyler, yani cümlesinin yüzünü evliya bilir, onlar Allahü­ tealanı’nin gerçek İslam askeridir.

Kaf suresi ayet 16: “Ben size ŞAH damarınızdan daha yakınım.




✔BENİM KABEM İNSANDIR💕🎆


Benim kabem insandır hele nenni
Kuran da kurtaran da hele nenni
İnsanoğlu insandır hele nenni
Benim kabem sevidir hele nenni

Kuran da kurtaranda hele nenni
Sevili insanlardır hele nenni
Benim kabem emektir hele nenni
Kuran da kurtaran da hele nenni
Dünyayı insanlardır hele nenni

Ellerin kabesi var
Benim kabem insandır
Kuran da kuratan da
İnsanoğlu insandır

Ellerin kabesi var
Benim kabem sevidir
Kuran da kuırtaran da
Sevili insanlardır

Ellerin kabesi var
Benim kabem emektir
Kuran da kuırtaran da
Emekçi insanlardır

Ellerin kabesi var
Benim kabem dünyadır
Kuran da kurtaran da
Dünyayı insanlardır

16 Nisan 2017 Pazar






ŞEHİTLERİN SERDARI, ERENLERİN SERVERİ: İMAM HÜSEYİN


Hakk için kendini kurban eyleyen,
Şâh-ı Merdân oğlu İmâm Hüseyin,
Cümle erenlere fermân eyleyen,
Erenler serdârı İmâm Hüseyin

Hakk-Muhammed-Ali’yi cândan seven her tâlibin zihnine bir kahraman olarak yerleştirdiği Hz. Hüseyin, Hakk için kendisini kurban eylemiştir. Burada kastedilen Hakk hem Allâh’ı, hem de zulüm karşısındaki hak ve hukûku ifade etmektedir. Hz. Hüseyin haksızlığa ve zulme boyun eğmediği, bütün baskı ve dayatmalara rağmen harâmları işleyen, yasakları çiğneyen, insanlara zulüm, cevr ü cefâ eden Yezîd’e biat etmediği için şehit edilmiştir. Onun bu denli büyük bir fedakârlığı yapmasına neden olan ise Hakk’a (Allâh’a) sadece bir âbid, zâhid olarak değil âşık derecesinde bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. Tâliblerin gönül dünyasında yer alan ve her Alevînin çocukluğundan itibaren cemlerde, âdâb ve erkân içerisinde gözüne, kulağına ve yüreğine işleyen Hz. Hüseyin rol modelinde; hakkın yerine gelmesi, adâlet, merhamet gibi İslâm’ın temel prensiplerinin sürdürülebilmesi için gerekirse cânın verilebileceği anlayışı bulunmaktadır. Bu makalede Amasya/Merzifon Karatepe Köyü’nde bulunan el yazması bir Muharremiyye ekseninde Hz. Hüseyin’in nasıl algılandığı ve bu algının Alevî-Bektâşî erkânına nasıl yansıdığı söz konusu edilecektir. Yazılı kültürü yansıtan yazma bir eserle birlikte, sözlü geleneğe şekil veren âşıkların düvâz-imâm, deyiş, nefes ve mersiyeleri de makalenin alan malzemesini oluşturmaktadır.

Hz. Hüseyin’e böylesine büyük bir fedakârlığı yapma gücü veren yukarıdaki deyişte vurgu yapıldığı üzere; babası Şâh-ı Velâyet İmâm Ali’dir. Alevî-Bektâşî edebiyatında Hz. Ali hicreti sırasında İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in yatağına yatan, gözü kara bir yiğit olarak resmedilmektedir. Hz. Hüseyin bir insanın yapabileceği en büyük fedakârlık olan başını vermeyi, ceddi Muhammed Mustafâ’dan miras kalan İslâm davası uğruna severek kabul etmiştir. Pir Sultan Abdal’ın Hz. Hüseyin’in bu hareketiyle, erenlere fermân olduğunu söylemesinin nedeni erenlerin yolu hakkında bilgi vermektir. Gelenekte ölmeden önce ölmeyi göze alamayan, hakîkat uğrunda cânını, başını fedâ edemeyen bir tâlib-i Hakk’ın velî veya mürşid olması mümkün sayılmamıştır. Hz. Hüseyin’e gönül veren dervişler onunla öylesine bütünleşmişlerdir ki Kerbelâ’da gövdesine açılan yaralar, sanki onların vücudunda açılmış gibidir. Çünkü o Hakk için serini kurbân eylemiştir. Deli Boran bu duygusunu şöyle ifade eder:

Bakıp çâr köşeyi seyrân eyleyen,
Yaraların bende İmâm Hüseyin,
Hakk için serini kurbân eyleyen,
Yaraların bende İmâm Hüseyin.

Velâyete tâlib dervişlerden olan ve Hz. Hüseyin’i derûn-ı dilden seven Derviş Mehemmed bu sevgi ve özdeşleşmenin insanı kendinden geçirmesi; deli/dîvâne haline getirmesi sayesinde hangi manevî hallerin ortaya çıkacağını işlemektedir. Hz. Hüseyin’in yaralarını bedeninde hissettiği kadar, onun aşkına gözyaşı döken âşık, Hakk’ı kendi özünde bulma gibi bir manevî derece ile ödüllendirilmektedir. Özünü köz etmek isteyen, sözünü özünden söylemeyi murad eden âşıkların/sâdıkların gözbebeği Hz. Hüseyin’dir:

Seni seven âşık dîvâne olur,
Arar Hakk’ı kendi özünde bulur,
Yaşını silmeğe kapuna gelür,
Ver benim murâdım İmâm Hüseyin.

Teslim Abdal gözündeki perdeyi aralayan, kalbini nazargâh-ı ilâhî haline getiren ve Hakk’ın dîdârını gören gerçeklerin (velîlerin) Hasan Hüseyin aşkına başlarını nasıl kurban verebileceklerini işlemektedir. Nefsinin sesine kulak vermek, hırs, kin ve öfkenin esiri olmak Hz. Hüseyin’i şehid eden Yezîd’in özelliklerindendir. Bu sebeple kalbin manevî ikliminde seyr ü sülûk etmek yerine, nefsin emirlerine itaat etmek gibi bir bayağılığı sergileyen kişi murdâr sayılmıştır. Hüseyin’leşen cânlar onun aşkına fakire, fukarâya vermenin, yemeyip yedirmenin, giymeyip giydirmenin, nefsi aşmanın ve benlik ağacını gönül şehrinden söküp atmanın sembolü olmuşlardır:

Fehmettik dîdârımızı yüzdürelim derimizi,
Kurban verdik serimizi Hasan Hüseyin aşkına.

Gerçekler kalbini güder nefsini dinleyen murdâr,
Verdiğin za’ya mı gider Hasan Hüseyin aşkına.

Zulmün karşılığı adâlet, merhamet ve cömertliktir. Muharremiyye’de yas ve matem günleri yetim ve fakîrlerin gönüllerinin kazanılacağı zaman dilimi haline getirilmiştir. Şu tavsiyelerde bulunulmaktadır: “Bir kişi âşûrâ günlerinde bir fakîrin karnın doyursa cemî’ ümmet-i Muhammed’in yoksulların doyurmuşça sevap bula ve her kim âşûrâ günlerinde bir yetimin başın sığasa şefkat eliyle, Hak Teâlâ Hazreti Kemâl-i Kerem’inden eli altında ne kadar kıl var ise, adedince ol kulun derecâtını arturur. Pes mü’min olan kişiye lâzımdır ki âşûrâ günlerinde ve gayrı günlerde fakîrleri, yetîmleri, ve garîbleri hoş tutalar. Allah içün kâdir olduklarınca hürmet ve şefkat ve riâyet ideler, rencîde ve remîde (ürkütmek, korkutmak) etmiyeler. Zira gönül Hakk’ın evidir ve hem nazargâhıdır. Ev sâhibi evden hâlî değildir.” Muharremiyye’deki şu ifadeler ise ihtiyaç sahiplerine yardım etme konusunda Hz. Ali’nin örnekliğini gözler önüne sermektedir: “Rivâyettir ki ol Esedullâhi’l-Gâlib Hazret-i Emîrü’l-Mü’minîn İmâm Ali ibn-i Ebî Tâlib kerremallâhu vechehû yetimleri yetîmleri ve garîbleri göricek merhamet ve şefkat idüp gâyetle hoş tutardı ve riâyet etmesine işâret iderdi…”

Öğrendiği dinî bilgiyi, uğruna cân fedâ edilebilecek kadar hazmedemeyen, özü (rûhu) ve sırrıyla buluşturamayan, yani zâhiri bâtınla bütünleştiremeyen kişi rûh-ı revân-ı Muhammedî’yi kavrayamamış demektir. İnancın konusu olan ğayb görünmeyen, bilinmeyen bir âlemdir. Hz. Hüseyin kimsenin görmediği ğayba sanki görmüşçesine kesin bir inançla inandığı ve inancının gereğini yerine getirdiği için cümle mü’minlerin şâhı olmuştur. Mü’minler Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-Süedâ’da anlattığı üzere akrabası Müslim bin Akil’in ölüm haberini alınca; “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” âyetini okuyan Hz. Hüseyin örneğinden yola çıkarak, îmânın bedelinin yüksek bir tasdîk olduğunu kavrayabilmektedirler. Alevî-Bektâşî algılamasında Hz. Hüseyin mü’minlerin îmânını artıran bir fenomendir. Pir Sultan Abdal yukarıdaki deyişin bir başka dörtlüğünde bu gerçeğe şöyle dikkat çekmektedir:

Bâtının sultânı mü’minler şâhı,
Ğayb âleminin şems ile mâhı,
Şah Hüseyin deyü ederler âhı,
Mâtem ile zârı İmâm Hüseyin.

Alevî-Bektâşînin muhayyilesinde Muharrem ayı ve özellikle aşûre günü, sadece mü’minlerin değil, bütün cihânın hû çekip ağladığı bir gündür. Hz. Hüseyin ve Âl-i Abâ muhibbi olan Âşık Cevâbî Ehl-i Beyt’i sevenleri ağlamaya davet ederken, Hz. Hüseyin aşkına gözyaşı dökenlerin ancak îmân ehli olabileceklerini haber vermektedir. Hakk’a îmân, Hakk için kendisini kurban eyleyen İmâm Hüseyin için gözyaşı dökmeyi gerektirmektedir:

Sen nice gâfil durursun ey muhibb-i hânedân,
Firkatinden hû çeker cümle cihân ağlar bugün,

Hakk’ı inkâr eyleyen münkir, münâfık ağlamaz,
Didesinde nem döken ehl-i îmân ağlar bugün.

Âşık Ali de tıpkı Cevâbî gibi gaflete dalıp, Hz. Hüseyin’in çektiği acıları görmezden gelenleri, hayatında Muharrem yasına yer vermeyenleri uyandırmak istemektedir. Ancak onun dikkat çektiği konu biraz daha farklıdır. O Muharrem’de İmâm Hüseyin aşkına ağlamanın Allah tarafından bir şekilde değerlendirileceği üzerinde durmaktadır:

Ağla bugünlerde gözünü silme,
Âb-ı revân eyle, za’y olur sanma,
Aç gözün gafletten sen, gâfil olma,
Ağla gözler İmâm Hüseyin aşkına.

Zahmî’ye göre; matemin her Muharrem’de yenilenmesi normal bir durumdur. Çünkü bütün melekler, insanlar ve cinler aşûre günü matem tutmaktadırlar:

Dila tecdîd-i ma’tem et bugün mâh-ı muharremdir,
Melâik, ins ile cinnî bugün hep ehl-i ma’temdir.

Muharrem ayının dışında da kırk sekiz Cuma olarak isimlendirilen ve yılın kırk sekiz haftası Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan geceleri cem erkânı yürütülmektedir. Erkân sırasında Hz. Hüseyin aşkına su dağıtılması ve okunan mersiyelerin gözyaşı dökülerek dinlenmesi, tâliblerde oldukça güçlü bir Hz. Hüseyin algısı meydana getirmektedir. Muharremiyye’deki şu satırlar aşûre gecesi erkânını özetlemektedir: “Pes imdi bilmiş olasız kim âşûrâ günlerinde Ehl-i Beyt-i Rasûl’ün muhibleri cem’ olup, bir yere gelseler, aş pişirip, sohbet kılsalar, Hadîkatü’s-Süedâ ve Ravzatü’ş-Şühedâ ve bazı mersiyeler okuyup, Âl-i Muhammed’in yezîdler elinden çektikleri cefâların ve derd ü belâların yâd idüp, firkat ve rikkatle giryân olup, gözlerinden bir katre yaş akıtanların cümle günâhları hazân vaktinde ağaçların yaprakları döküldüğü gibi döküle… Dahi Hak Sübhânehû ve Teâlâ Hazreti buyurur ki: Ey kullarım! Bilin ve işitin ki âşûrâ günlerinde benim Habîb’im evlatları içün gözlerinden bir katre yaş akıtanların gözleri yaşın Âb-ı Hayât’a kattım ve her kim ol Âb-ı Hayât çeşmesinden nûş iderse (içerse) ölmez dirlik bula ebedü’l-âbâd.” Her cemde mutlaka on iki hizmetten birisi olan su dağıtılması Kerbelâ’da susuz bırakılan Hz. Hüseyin aşkına yapılır. Böylece ceme katılan cânlar, Kerbelâ’da susuzluktan şehit olanların çektikleri sıkıntıyı tecrübe ederek, susamışları suya kandırma deneyimini yaşarlar. Bir nevî nefislerinde var olması muhtemel bulunan mazlûm insanları susuz bırakma, onlara eziyet etme eğiliminden uzaklaşmaktadırlar. Suyu dağıtan sakkasucu da, suyu içenler de benzer duygulara ortak olarak, Hz. Hüseyin ve yetmiş iki evlâdına su verirmişçesine erkânı uygulamaktadırlar. Dürrî yaşananları mısralara şöyle yansıtmaktadır:

Sâkıya ver kırbadan âşıklara bir dane su,
Ahmed-i Mahmûd-ı Muhammed Mustafâ’nın aşkına,
Ah ciğer bin pâre oldu evliyânın aşkına,
Şah Hasan Hulk-ı Rizâ sâhib-i vefânın aşkına,
Vaka-yı Şâh Hüseyin’in aşkına ver câne su,
Kerbelâ vadilerinde cân veren atşâne su.

Mersiyede ifade edildiği gibi cemde dağıtılan su, aynı zamanda Ahmed-i Mahmûd-ı Muhammed Mustafâ’nın aşkınadır. Hz. Hüseyin herhangi bir insan değildir. Cümle mü’minlerin ikrâr verdiği, îmân getirdiği İki Cihân Serveri Muhammed Mustafâ’nın torunudur. Haydar-ı Kerrâr, Sâhib-i Zülfikâr’ın ve Hz. Fâtıma’nın oğlu, Hz. Hasan’ın kardeşidir. Hıfzî Hz. Hüseyin’i şehid edenlerin Hazret-i Peygamber’in hukûkunu saymadıklarını dile getirir. Hz. Hüseyin’i şehid edenler bir anlamda âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Hz. Peygamber’in kanını yere dökmüşlerdir. Onlar görünüşte Müslüman olmalarına rağmen dünya, makâm ve mevkî hırsına kendilerini kaptırarak, kalplerindeki inancı kaybetmiş kimselerdir:

Çün bilirdi nûr-ı çeşm-i Ahmed-i Muhtâr idi,
Vâlidi Âl-i Cenâb-ı Hazret-i Kerrâr idi,
Mâderi bint-i Rasûl-i Hazret-i Zehrâ idi,
Dâderi pâk-i Hasan-ı Hulk-i Rizâ Hünkâr idi,
Nesl-i Peygamberliğin âyâ kim ızhâr idi,
Biz azim fitne uyandırdı Yezîd-i bî-hayâ,
Söyle vallâhi sezâdır cânına lâ’net sezâ.

Allah Allah öyle bedbahtın olup fermânberi,
Saymadı asla hukûk-ı Hazret-i Peygamber’i,
Bir içim suyu diriğ etti havâric leşkeri,
Sûretâ İslâm idi sîrette kâfir ekseri,
Olmadı böyle musîbet devr-i Âdem’den beri,
Ya nice yaş dökmesin erbâb-ı aşkın gözleri,
Biz azim fitne uyandırdı Yezîd-i bî-hayâ,
Söyle vallâhi sezâdır cânına lâ’net sezâ.

Hz. Hüseyin’in Kerbelâ fâciâsına kadar devam eden, kararlı ve kendinden emin duruşu, o günden bugüne milyonlarca insanı etkilemektedir. Hatâyî, Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye hitaben söylediği rivâyet edilen; “Ey Ali! Ben Kur’ân’ın tenzîli için mücadele ettim, sen de te’vîli için mücadele edeceksin” hadîsini hatırlatırcasına, Hz. Hüseyin’in kesik başının dahi Kerbelâ’da Kur’an okuduğunu dile getirir. Bu iç yakıcı fotoğraf Alevî-Bektâşînin zihninde sürekli canlı tutulan Ben size benden sonra dalâlete düşmeyeceğiniz iki emanet bırakıyorum. Bunlar Kur’an ve Ehl-i Beyt’imdir hadîsi ile de anlam bütünlüğü oluşturmaktadır. Kevser havuzunun başına kadar birbirinden ayrılmayacak olan Kur’an ve Ehl-i Beyt şehâdet pahasına birbirinden kopmamıştır. Hz. Hüseyin dedesinden miras kalan Kur’an emanetine cânı ve başı pahasına sahip çıkmıştır. Onun bu sadâkati derviş ve tâliblerin Kur’ân’a bağlılığını daha da pekiştirmektedir:

Kerbelâ’da delik taşlar,
Kur’an okur kesik başlar,
Fatmanaya olan işler,
Âh Hüseyin vâh Hüseyin.

Erkân sırasında kurbanlar kesilmekte; lokmalar yenilmektedir. Pîrin, mürşidin duâsından sonra yenilen bu lokmalar “rızâ lokması”dır. Birbirinden râzı olmayan, birbirine helâllik vermeyen cânların rızâ lokması yemesi doğru sayılmaz. Bu sebeple dede (pîr) cânlara dönerek; “birbirinizden râzı mısınız, aranızda bir başkasından ağrınmış, incinmiş var mı?” diye sorar. Aralarındaki senlik ve benliği kaldırmayanların, Hüseyin’leşerek dünya hırsını terk etmeyenlerin, Hakk için cânını ve başını vermeyenlerin, birlik ve dirliği sağlamayanların rızâ lokmasını yemelerine izin verilmez. Malatyalı Sâdık Baba bir mersiyesinde yenen lokmanın Hasan ile Hüseyin aşkına olduğunu vurgular:

Kaldır gitsin senlik benlik hatalar,
Benliğe yok dedi güzel atalar,
Kesilen kurbanlar yenen lokmalar,
Hasan ile Hüseyin’in aşkına.

Böylece âdâb ve erkân açısından bir eksiği kalmayan, senlik ve benliği terk ederek, yolun hakkını veren bir cân (tâlib) rızâ lokmasını yiyebilir. Tâlib kendi ailesi içerisinde de huzûr ve güveni temin edebilmelidir. Hz. Hüseyin yârânı ve evlâdı ile birlikte şehit olmuştur. Onun en yakınındakiler, en yakın akrabalarıdır. Bu sebeple Muharrem ayı ev halkı ve akrabalar ile olan ilişkilere de dikkat edilmesi gereken bir zaman dilimi sayılmıştır. “Ol günlerde her kim kendi ehlin ve iyâlin hoş tutsa, Hak Sübhânehû ve Teâlâ Hazreti ânın dirliğin dünyadayken kılıvere, hâl-i hayâtında oldukça azîm dirlik süre, kimseye muhtaç olmaya, ol dirlikle pîrliğe irişe, sâlihler, velîler gürûhuna karışa…” cümlesi erkânın aile ilişkilerine verdiği önemi göstermektedir. Eğer tâlibde bir eksik, bir kusur varsa bundan birinci derecede onun manevî eğitimini gerçekleştiren rehber sorumludur. Şah Hatâyî rehberden tâlibinin eksiğini tamamlamasını ister. Tâliblerin sorgu ve görgüden geçtikleri, bir nevî sosyal kontratın/sözleşmenin yapıldığı meydân, hem eksikliklerin tamamlandığı, hem de rızâ lokmasının yendiği bir mekândır. Hakk aşkının nûş edildiği bu meydânda semâh dönebilmek için, öncelikle Hüseyin ahlâkına sahip olmak gerekir:

Rehber tâlibini arıkla getür,
Tamâm eyle eksük yerlerin yetür,
Rızâ lokmasını meydana getür,
Yiyelim İmâm Hüseyin aşkına.

Hatâyî başka bir deyişinde meydânda semâh dönen peyklerin dînin serveri İmâm Hüseyin’in dervişleri olduğu vurgusunu yapar. Hakk aşkından dolayı yana yana, döne döne Allah Allah diyenler, kadir gecelerindeki lutuf ve inâyete de mazhar olurlar. İnceden ince bu yol, İmâm Ca’fer’den Hz. Hüseyin’e kadar sürüp gitmektedir:

Senin dervişlerin semâlar döner,
Kadir geceleri şem’alar yanar,
Katarımız İmâm Ca’fer’e uyar,
Gel dînim îmânım Hüseyin.

Alevî-Bektâşî erkânında aşûre gecesi, günâhların Allah tarafından bağışlandığı bir tövbe gecesi de sayılmıştır. Gelenekte Hz. Hüseyin rûhu, Yezîd nefsi temsil etmektedir. Tâlibler bu gece nefislerinin fısıltılarından kurtularak, rûhlarının esintilerine kendilerini kaptıracak ameller yaparlar. Muharremiyye’de bu olay Hz. Peygamber’le ashâbı arasında geçen bir olaya dayandırılarak, tövbenin usûlü de anlatılmış olmaktadır: “Rivâyettir ki Medîne şehrinde sahâbelere katı hastalık ârız oldu. Rasûl Hazretine arz ettiler. Buyurdu ki: Âşûrâ gecesi gusül eylen, Hak Teâlâ Hazreti cemî’ günâhlarınızı yârlığaya ve bedeniniz sıhhat bula didi. Vardılar sahâbe gusül ittiler. Âşûrâ gününün gecesi tâat ve ibâdet ittiler. Fi’l-cümle sıhhat buldular. Hak Teâlâ Hazreti’ne şükürler kıldılar. Âşûrâ gecesi her kim pâk gusül idüp, başına su koya, bir âşûrâya değin hastalık görmeye. Dahi başında olan kıl adedince günâhı olsa, Hak Teâlâ Hazreti yarlığaya, rahmet ve mağfiret eyleye.” Şah Hatâyî aşağıdaki; hata ettim günâhımı bağışla redifli deyişinde Allâh’a yakarışın şeklini seslendirmektedir:

Seksen bin Urum Erenleri içün,
Doksan bin Horasan Pîrleri içün,
Hasan Hüseyin’in nûrları içün,
Hata ettim günâhımı bağışla.

Muharremiyye’de Hz. Peygamber’in Abdulah bin Mes’ûd’a tavsiye ettiği daha ayrıntılı bir aşûre gecesi erkânı yer almaktadır. Bu erkânda aşûre gecesi kaç rek’ât namâz kılınacağı, hangi rek’âtta hangi sûrenin okunacağı, kaç kere salavât getirilip, tesbîh çekileceği ve okunacak duâ tarif edilmektedir: “Her kim âşûrâ gecesi pâk gusül idüp ve abdest alıp, ârî donlar giyse, kıbleye müteveccih olup, on rek’at namâz kılsa, her bir rek’atta bir Fâtiha üç İhlâs-ı Şerîf ba’de’l-ferâğ tesbîh ve duâ kılıp, yetmiş kerre Rasûlullâh Hazreti’ne salavât getirse ve yetmiş kerre istiğfâr-ı tövbe idüp Estağfirullâh Sübhânallâh ve’l-Hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekberu lâ havle velâ kuvvete illâ bi’llâhi’l-aliyyi’l-azîm dese, Hak Sübhânehû ve Teâlâ o kişinin kabrini misk ve amberle doldura ve feriştehlere buyura ki; kıyâmete değin ol kulun mezârın ziyâret ideler ve kıyâmet gününde kabrinden kopıcak şehîdler ve sâlihlerle haşrola, hesâbsız ve azâbsız Cennet’il-Me’vâ’ya ve Firdevs-i A’lâ’ya vâsıl ola.”
Pîr Sultan Abdal’ın ifadesiyle; erenlerin serdârı olan İmâm Hüseyin, velâyet için gerekli olan cândan geçme amelini yerine getirerek, erenlere bir nevî maneviyât fermânı yazmıştır. Muharremiyye velâyete nasıl erilebileceği hakkında da bilgiler verilmektedir. Hakk için kendisini kurbân eyleyen Hz. Hüseyin’in ayı olan Muharrem’de tâlib-i velâyetin dilinin virdi olan Hakk’ın güzel isimleri de sıralanmaktadır. Yazmada Muharrem’in ilk gününden itibaren sabah namâzından sonra Cenâb-ı Hakk’ın Allâh, Hafîz, Alî, Kâfî, Bâsit, Rezzâk, Selâm, Vedûd ve Azîz isimlerinin kaçar kere zikredileceği tarif edilmektedir. Her bir ismi zikretmenin maddî ve manevî fazîletleri anlatılmaktadır.

Böylece Hz. Hüseyin rol modelinin zihinlerde canlandığı, kökleştiği Muharrem ayı tâlib ve dervişlerin maddî/manevî kirlerden arındıkları, Hüseyin’leştikleri, Hakk ve hakîkata bağlılıklarının arttığı bir zaman dilimi olmaktadır. Mürşidin şahsında Muhammed Mustafâ (s.a.v.)’ya verilen ikrârın tazelendiği bu ayda, okunan mersiyeler ve dökülen gözyaşları sayesinde gönüllerdeki dinî ve ahlâkî duygular yeşermektedir. Harekete geçen iyilik yapma iradesi sayesinde fakîr, miskîn ve yetimler sevindirilmektedir. Nefsin aşıldığı bu süreçte Ehl-i Beyt’in en önemli vasfı olan cömertlik, şefkat ve merhamet gibi toplumu birbirine yakınlaştıran duygu ve davranışlar daha kolay karakterize edilebilmektedir. Mersiye ve Maktel-i Hüseyin’lerle birlikte Kur’ân’ın daha çok okunduğu, Allâh’ın daha fazla zikredildiği bu ayda tâlibin ailesi ile olan ilişkileri de olumlu yönde etkilenmektedir. Bu ayda Allâh’ın birliğini ifade eden kelime-i tevhîd daha bir içten okunarak, peykler semâhı daha büyük bir ilâhî coşkuyla dönmektedirler. Lâ ilâhe illallâh, illallâh Şâh illallâh, Ali mürşid güzel Şâh, Şahım eyvallâh eyvallâh sözleriyle edâ edilen miraçlama erkânı sırasında Allah sevgisi yüreklere işlenmektedir. Hz. Hüseyin aşkına dağıtılan suyla zihinlerdeki ma’rifet ve kalplerdeki muhabbet artmaktadır.

15 Nisan 2017 Cumartesi





SIRAT KÜPRÜSÜNDEN HER İNSANIN GEÇMESİ MUHAKAKTIR..!

Zamanın birinde,Seyidi saadet evladı Resul soyundan olan bir pir, dede çok alim kuranı hatim etmiş ilim bilim
Sahibi talipleri olan posta oturan cem kuran Alevi önder piri olan,yoksul ve maddi durumu kötü olduğu için
Zenginlik hevesi ile, kuran bilgisi hocalığı olduğu için
Bıktım bu Fakirlikten diyor ve kararını veriyor
Gidiyor bir sunni köyünde cami hocalığını yapıyor,
Köyde her yıl herkes hocaya zekâtını veriyor. önderliğini hocalığı yaptığı için köyde herkes bişe veriyor zekât veriyor ve durumu çok iyi olur.mal mülk sahibi olur..
Gel git zaman aradan yıllar geçiyor,Bu seyyid'in Bir talibi Pirini çok üzlüyor,ve pirin evine gidiyor.gece geç vakitte odada ikisi yalnız kalıyor ve Pirini sorguya çekiyor.diyorki pirim niye yolundan döndün her yıl gelirdin cem kurardın bize önderlik yapardın senin talipleriniz sana ikrar verdik.seni canımızdan daha çok sevdik yapma etme yolundan dönme gel köye gidelim diyor talip...
Seyyid pir de diyor talibim ben yolumdan dönmedim bak sazım asılı sazımı alayım elime 12 imamların Ali nin yolunda ibadet edeyim ağlayım.diyor talipbim ben her gün saz çalıyorum Allah Muhammed Ali yolunda ibadet ediyorum diyor..
Talip tekrar diyor,pirim etme eyleme köyümüze gidelim
Pir yok diyor, köye gitmem o çileli günlerime dönmem
Burda durumum iyi mutluyum diyor.O esnada pirin kızı içeri giriyor meğerse kapıda onları dinliyormuş babasına diyor baba sen köye gitmesen ben giderim talibimiz haklıdır diyor...
geç saatlere kadar konuşuyorlar uykuları geliyor yatıyorlar,Seyyid pir yatarkerken uykusunda ruya görüyor, ruyasında çok çok susanıyor su arıyor
Tek bir Çeşme görüyor bu Çeşme'de köprünün öbür tarafından köprüye doğru gidiyor köprünün başında iki gövenlik.kolundan tutuyorlar gel diyorlar Emel defterine önce bakalım.küprü başında çadır kurulmuş masanın başında bir görevli masanın üstünde kocaman Emel defteri,ve seyyidin dosyasına bakıyorlar,sen suçlusun sana su yoktur.seyyid peki ben nasıl su içerim..bizden sana su yoktur git sırat köprünün öbür ucunda Çeşme var O çeşmenin bekçisi senin pirindir O sana su verdiyse verir vermediyse vermez...köprünün üstünde geçince bir aşağı bakıyor aşağıda alev köpüğü katran yanıyor kötü ruhları sırat Köprüsünün üstünden aşağıda yanan katranın içine atıyorlar ve Seyyid köprüyü geçiyor su içmeye,Çeşme bekçisi olan piri diyor sana su yok imdat imdat diye pirine yalvarıyor..piri diyor sen niye tek bir elinle iki karpuzu tutmuşun birini bırakmalıydın sana su yok diyor. O heyecandan uyanıyor ruyadır kan ter içinde kalmış..ve hüngür hüngür ağlıyor..talibi uykudan uyanıyor,pirim ne oldu diyor sorma be talip sabah erkenden köyümüze gidiyoruz sabah oluyor hic bişe almadan köyden giderken köylü halkı etme eyleme gitme hoca biz seni çok sevdik yok diyor köyüme gitmeye karar verdim herkes bana ne verdiyse alsınlar
Köyüne varıyor çok şükür buna aç olayım sağlıklı olayım kendim halkım milletimle beraber olayım diyor
Sevgili canlar ruhların var olduğunu übür dünya ve ahirette sual sorgu olduğu sırat küprüsünden geçmek muhakaktır.

Bu yazımı okuyan sunnni arkadaşlar östüne alınmasın bu tanınmış yaşanmış olaydır...
gayemiz insanları karalamak değil dini ayrımcılığını yapmak değildir...her inanç kendi bağında Allah katından haktır...
Yolumuz islamın Özü Hak muhammed Ali yoludur
Yolumuz; ilim, irfân ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur
Hakk ile...aşk ile ola...

Sırat köprüsü 


Ahiretle ilgili iman edeceğimiz bir esas da, Sırat' ın kurulmasıdır.

Sırat, Cehennemin üzerine kurulacak köprüdür.

Sırat köprüsünün genişlik, şekil  ve uzunluğunu  Allahu Teala bilir. Sırat köprüsü hakkında Hz. Rasulullah (s.a.v) Efendimizin bildirdiği çok açık ve kesin haberler vardır. Bu hadislerden şunları öğreniyoruz:

“Mü'min, kafir herkes oradan geçer. Müminler, amel  ve takvalarına göre farklı süratlerde geçerler. Kimisi yıldırım hızıyla geçer. Kimisi rüzgar gibi geçer. Kimisi koşarak, kimisi, yürüyerek, kimisi sürünerek geçer. Kafir ve münafıklar ise ilk adımda Cehennem'e düşerler. “           ( Buhari, Rikak, 52, Müslim, iman, 329; ibnu Mace, Zühd, 33.)

Sırattan ilk önce Hz. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz ve ümmeti geçer. Peygamberlerden başka kimse sırat üzerinde konuşmaz. Peygamberlerin o andaki tek duaları :

"Allahım! ümmetimi kurtar, Allahım onları kurtar, selamete çıkar!" şeklinde olur.( Buhari, Rikak, 52; Müslim, iman, 299; Ebu Davud, Sünnet, 25; Tirmizi, Cennet, 20.)

Sırat için "kıldan ince kılıçtan keskindir" denmesi, yokuşu bir seneliktir, inişi bir seneliktir ifadesi oradan geçmenin zorluğunu anlatmak içindir. Bazı alimler:

"Sizden hiç kimse hariç olmamak üzere hepiniz oraya uğrayacaksınız. Bu Allah'ın kesinleşmiş bir hükmüdür. Sonra biz takva  sahiplerini kurtarırız; zalimleri ise diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız."              ( Meryem, 71.) ayetinin sırat hakkında olduğunu belirtmişlerdir.             ( Ebu'l-izz ed-Dımeşkî, şerhu Akideti'-Tahâvi, II, 604-605.)

Mahşerde ve sıratta her mü'minin nuru farklıdır. Kimisi nurlar içinde yüzerken, kimisi önünü görecek kadar bir nura sahiptir. Amel ve marifet derecelerine göre herkesin nuru farklıdır.


12 Nisan 2017 Çarşamba

HZ. YUSUF (a.s )45 Dizisi 

Hz.Yusuf(1.Bölüm)

Hz.Yusuf. ( 2.Bölüm )


Hz.Yusuf. ( 3.Bölüm )


Hz.Yusuf. ( 4.Bölüm )


Hz.Yusuf(5.Bölüm )


Hz.Yusuf (6.Bölüm)


Hz.Yusuf (7.Bölüm)


Hz.Yusuf (8.Bölüm)


Hz.Yusuf (9.Bölüm)


Hz.Yusuf (10.Bölüm)


Hz.Yusuf (11.Bölüm)


Hz.Yusuf (12.Bölüm)


Hz.Yusuf (13.Bölüm)


Hz.Yusuf (14.Bölüm)


Hz.Yusuf (15.Bölüm)





Hz



HZ. FATIMA’NIN YÜKSEK AHLAKI.


Fatıma, "yüksek bir ahlâka, onurlu bir karaktere, üstün bir nefse, ulu bir duyarlılığa, çabuk kavrayan bir anlayışa, keskin bir zihne, yüce bir erdeme, parlak bir üstünlüğe, misk kokan bir nefese, cesur bir yüreğe, bitmek nedir bilmeyen bir heyecana, yüksek bir hamiyet duygusuna, kendini beğenmişlikten uzaklığıyla hayranlık uyandıran bir izzete sahipti. Kibirlilerin tasavvur ettikleri büyüklük onun düzeyine erişmekten çok uzaktı. Büyüklenenlerin ve zorbaların karşısında eğilmezdi."

    O, hoşgörü, sükûnet ve geniş göğsüyle, geniş ufuklu vakarıyla, öz güven ve yumuşaklığıyla, ağırlığı ve temkinliliğiyle, sağlam karakteri ve iffetiyle, onurunu korumasıyla bir ahlâk abidesiydi.

    Babasının vefatından önce, parlak bir onur ve açık bir hâyâ timsaliydi. Güler yüzlü ve mütebessim bir güzellik abidesiydi. Ama babasının (s.a.v) vefatıyla birlikte yüzündeki tebessüm kaybolmuştu.

    Dilinden haktan başka bir söz dökülmezdi, sadece doğruyu konuşurdu. Kimsenin kötülüğünden söz etmezdi. Gıybet etmez, kimseyi arkadan çekiştirmezdi. Kimseyi küçümseyici kaş göz işareti yapmazdı. Başkalarının sırrını saklar, verdiği sözü tutardı. İstişarede doğruyu söyler, onların gerçek hayrını isterdi, başkalarının mazeretlerini kabul ederdi. Yanlışlıkları hoş görürdü. Çok kere sürçmeleri ve kötülükleri hilim hoşgörüyle karşılardı.

    "Kötülükten kaçar, daima iyiliğe eğilimliydi. Güvenilirdi. Sözünde doğruydu. İyi niyetliydi ve sözünde kesinlikle dururdu. İffetin en yüksek doruklarındaydı. Tertemiz bir ünü vardı ve adında en ufak bir leke yoktu. Eğilimleri üzerinde hevâsının etkisi yoktu. Hz. Zehra az ile yetinen zühd sahibi biriydi. O, ihtirasın kalbi parçaladığını, işlerde düzensizlik ve dağınıklığa neden olduğunu çok iyi biliyordu. O, hayatının sonuna kadar babasının kendisine söylediği şu sözü prensip edindi: "Ey Fatıma! Ebedi nimetlere kavuşa bilmen için, dünya hayatının acılarına karşı sabret." Basit bir hayata razıydı. Hayatın zorluklarına karşı sabırlıydı. Helâlin azıyla yetinirdi. Razıydı ve kendisinden razı olunmuştu. Başkasına ait olan, başkasının sahip olduğu şeylere göz koymazdı. Hakkı olmayan bir şeye de gözlerini dikmezdi. Allah"tan başkasından bir şey istemeye tenezzül etmezdi. O, yüzsüzlük etmez onurlu nefsin tam bir timsaliydi. Nitekim babası (s.a.v) şöyle demişti: "Asıl zenginlik gönül zenginliğidir."

    O, dünyasını bir yana bırakarak kendini Rabbine adayan Hz. Betül"dü. Dünyanın çekici süslerine arkasını dönmüştü. Dünya hayatının aldatıcı güzelliklerine eğilim göstermiyordu ve dünyaya meyletmenin ne büyük felâketlere yol açtığını çok iyi biliyordu. Dünya hayatının zorluklarına sabrederken, dilinden Rabbinin zikrini eksik etmeden sorumluluğunu yerine getirme hususunda muazzam bir sabır örneği sergiliyordu.

    Hz. Zehra"nın asıl ilgisi ahirete yönelikti. Dünyanın göz alıcı güzelliklerine değer vermiyordu. Çünkü babasının (s.a.v) dünyadan, dünyanın nimetlerinden, lezzetlerinden ve şehevî arzularından yüz çevirdiğini görüyordu.

11 Nisan 2017 Salı





İMAM HÜSEYİN'İN ALTI AYLIK ŞEHİT OĞLU ALİ ASGAR


Sabahın erken saatlerinde başlayan kanlı direniş, artık yerini sükûnete bırakmıştı. Kuru sahrada binlerce kişilik düşman ordusu karşısında yarensiz kalan Hüseyin (a.s), feryadına henüz bir cevap alabilmiş de değildi. Hayata karşı dakika dakika yabancılaşıyor, adeta yeni bir dünyayla tanışıyordu. Bir an için eskiye dönmüş; çektiği sıkıntıları, tattığı acıları tek tek gözden geçiriyordu:

Ceddi Resul-u Ekrem’in (s.a.a) rihleti ve onun ardından anası Fâtıma’nın (s.a) bitmek bilmeyen çileler zinciri, çektiği ıstırap ve işkenceler; babası Hz. Ali’ye (a.s) yapılan zulümler ve onun hazin sonu; kardeşi Hasan’ın (a.s) Muaviye karşısında sabrı ve o melun tarafından şehit edilişi ve bir de bu acılara ek olarak Kerbela faciası..

İşte tüm bu çileler Hüseyin (a.s) için örülmüş, onun için takdir edilmişti. Bu yüce şahsiyet, Resul-u Ekrem’in “İyisi de var, kötüsü de” şeklinde beyanlarda bulunduğu ashap ve tabiinin arasındaki “iyi” olarak tanınan “kötüler” sınıfının kurbanı olmuş, tüm Ehl-i Beyt gibi, o da bunun cefasını çekmişti.

Artık Hüseynî çadırlarda Hüseyin’den (a.s) başka savaşabilecek kimse kalmamıştı. Vefalı dostların tümü, az önce arka arkaya aşk diyarına doğru süzülmüşlerdi çünkü. Hüseyin yavaş yavaş çadırlara doğru yürürken Ehl-i Beyt hatunlarına sesleniyordu:

-Ey Sakine, ey Fâtıma ve ey Zeynep! Allah’ın selamı size ve yanınızdaki diğer Ehl-i Beyt’ime olsun. Bu, benim size olan son selamım, sizinle son görüşmemdir. Bilesiniz ki, artık hüzün defteri size yeni yeni sayfalar açacak, keder size daha da yakınlaşacaktır!..

İmam, daha fazla dayanamamış, ağlamaya başlamıştı son sözlerinden sonra. Bu sözler, aynı zamanda onun hazin sonunun da habercisiydi. Gözyaşları Kerbela sahrasında kaybolup giderken herkes susmuştu şimdi.

Ne var ki bu suskunluk fazla sürmemişti. Kahkahalar, küfürler ve nâralar... Az önceki sessizlik, düşman askerlerinin bu çirkin çığlıklarıyla tekrar bozulmuştu.

Onların bu çirkin saldırıları Kerbela’yı kuşatmışken Hüseyin (a.s) çadırların hemen önlerinde toplanan birkaç şehidin yanı başındaydı. Buruk bir dille, onların huzurunda feryadını tazeliyordu:

-Bana yardım edecek kimse yok mu?

Bu cümlenin hemen ardından gözyaşlarına mani olamayıp ağlamaya başladı:

-Abbas, Müslim, Kâsım!.. Neredesiniz? Neden Hüseyin’e cevap vermiyorsunuz? Siz değil miydiniz bir seslenişime bin can veren fedailer, şimdi ne oldu da cevap vermiyorsunuz bana?

İmam, Allah’a şikâyetini böyle dile getirmeye, acısını böyle dindirmeye çalışıyordu. Yarenlerinin, biricik yavrularının ve can dostu yakınlarının cansız bedenleri onu epey hüzünlendirmiş, yasa boğmuştu çünkü.

O, şimdi kendi çadırına yönelmiş, Ehl-i Beyt’ine uyarılarda bulunuyordu:

-Gördüğünüz ve göreceğiniz cefalar karşısında sabredin. Yüksek sesle ağlamayın. Düşman sesinizi duyup da sevinmesin sakın!

Sonra, kız kardeşi Zeynep’e döndü:

-Hatırlıyor musun; sana hep derdim “Sonsuz hayat sahibi yalnız Allah’tır” diye. Ey kardeşim! Benden sonra kadınlar ve çocuklar sana emanet!

Zeynep ağlamaya başladı. Kızı Sakine de... Onlar, Hüseyin’in meydana çıktıktan sonra bir daha geri dönmeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Onun da diğer şehitler gibi paramparça edileceğini, atların altında lime lime edileceğini ve şehadet şerbetini içip sonsuz diyara doğru uçup gideceğini biliyorlardı. Bu ayrılık ateşi onları tamamen yasa boğmuştu. Şimdi her üçü de ağlıyordu. Hüseyin (a.s) içindeki ıstırabı beyitlere dökerek kızı Sakine’ye seslendi:

Benden sonra çok ağlayacaksın kızım
Istırabın artacak, keder sahibi olacaksın
Ama en azından hayatta olduğum
Ve seni görebildiğim müddetçe
Islak gözlerinle yakma kalbimi!
Hasret gözyaşlarını şimdiden akıtma!
Eğer cansız bedenim yere düşer de
Tutunacak hiçbir dalım kalmazsa
Ey güzel kızım benim!
İşte o zaman sarılır, ağlarsın bana!..

Vedalaşmak için sırada en küçük yavrusu Ali vardı. Kerbela’nın en küçük kahramanı Ali Asgar’dan da vedalaşmak istiyordu şehitler serveri.

Zeynep’e dönerek minik yavrusunu istedi:

-Ey benim vefalı kardeşim; kundaktaki yavrumu getir bana, gönlüm onunla da vedalaşmak ister!

Bir müddet sonra Ali Asgar da getirildi. Kızgın güneşe karşı gözlerini sıkı sıkı kapayan minik yavru, susuzluktan neredeyse kurumak üzereydi. Hüseyin, yavrusunun kuruyan dudaklarına son kez sıcak bir buse etti. Ancak yüreği onun acı feryadına dayanamıyordu. Minik yavruyu havaya kaldırıp Kûfelilere seslendi:

-Ey Yezid'in yandaşları! Sizin gözünüzde ben zalim ve dinden çıkmış biri de olsam en azından şu masum çocuğa Muhammed'in (s.a.a) dini hatırına su verin!

O sırada Kûfe ordusu içerisinde Harmile b. Kâmil adlı bir okçu da onları sinsice izliyor, şeytani planlar kuruyordu. Özel olarak hazırladığı üç başlı çatallı oku torbasından çıkarıp yayına yerleştirerek minik yavruyu nişan aldı.

Kısa bir süre sonra ok yayından çıkmıştı bile... Hüseyin’in veda öpücüğü henüz sıcaklığını kaybetmemişken Ali Asgar’ın narin bedeni bir anda sarsılmış, bembeyaz kundağı bu okla al kanlara bulanmıştı.

Ali Asgar babasının elinde can verirken düşman saflarından yükselen sevinç çığlıkları daha da fazlalaşmıştı. Küçük yavru, gerdanına saplanan okla birlikte babasının kucağından halası Zeynep’in kucağına taşındı. Hüseyin, avuçlarına dolan kızıl kanları gökyüzüne saçarken bir yandan da bağırıyordu:

-Musibet ne türden olursa olsun, tahammülü benim için o denli kolaydır. Şüphe yok ki Allah, beni görmede, bilmededir!..



KERBELA, Hz.Zeynep Anadan Hz.Hüseyin'e Ağıt.


Gitme kardaş gitme bizi koyupta
Bende senin ile geleyim kardaş
Bir değil bin değil yaram sarılmaz
Dertlerine derman olayım kardaş

Böyle mahcup durup yüzüme bakma
Yaralı yüreğim birde sen yakma
Zeynel Abidin’i yetim bırakma
Ben senin yerine öleyim kardaş

Kanlı Kerbela’nın ıssız çölünde
Kan deryası oldu gözüm selinde
Alırsalar kardaş seni elimden
Ben seni nerede bulayım kardaş

Yadigarı idin bize dedemin
Buna şahitim dir gök ile zemin
Gözyaşımdan başka yoktur merhemim
Getir yaraların çalayım kardaş

Görmesin halini dedemle anam
Babam gelip görse halimiz yaman
Kan ağlar yüreğim yanıyor sinem
Ömrüm boyu sana köleyim kardaş

Yanarım yanarım tütünüm tütmez
Kanlı yezidlere gücümüz yetmez
Ben ölsem de benim için fark etmez
Senin mutluluğun dileğim kardaş

Anam yok ki yaralarım sardıram
Babam yok ki hal hatırın sorduram
Kardaş yok ki çekip seni kurtaram
Kırıldı kanadım bileğim kardaş

Ali Sefa’m derki bu dertli başta
Yedim tüm ömrümü gözlerim yaşta
Kanlı Kerbela’da koydum kardaşlar
Canımı serimi yüreğim darda

8 Nisan 2017 Cumartesi




Yaşar Nuri Öztürk : Muaviye ve düzenini anlattı.

Kuran'da Lanetlenen Soy.
İsra suresi 60. ayette kast edilen Emeviler ve Lanetlenen soyu anlattı.
Halk Arenasının izleyicileri tarafından alkışlanan Yaşar Nuri, Hz. Ali'ye düşmanlığın sebebini de açıklamış oldu.
Yaşar Nuri : Hazreti Yezit diyen namussuz ve imansızlar da var.

BU GERÇEKLER BİLİNMELİ YOKSA KURTULUŞ YOK .
Gerçek İslam yaşanmamasının sebebi o lanetli muaviyenin yolundan gidilmesi + EMEVİ DİNİNİN YAŞATILMASIDIR .

TÜRKİYE'NİN BİR NUMARALARI BELASI DİNCİLİKTİR ...!

Arapların Petrolünü yenen Batı ,ATATÜRK'Ü yenemiyor .
Atatürk ile Aydınlanmış bir Türkiyeyi yenemiyorlar.

Şu müspet ilimin kapısını açan
Biri Hacı Bektaş biri Atatürk
Bu vatana en çok emeği geçen
Biri Hacı Bektaş biri Atatürk

Uyuma Mehmetçik uyan ha uyan
Adın Yeniçeri Mehmetçik koyan
Erkekle kadına eşittir diyen
Biri Hacı Bektaş biri Atatürk