Ehlibeyt YOLU facebook sayfasını Beğenmeyi Unutmayın sevgili Canlar

16 Nisan 2017 Pazar






ŞEHİTLERİN SERDARI, ERENLERİN SERVERİ: İMAM HÜSEYİN


Hakk için kendini kurban eyleyen,
Şâh-ı Merdân oğlu İmâm Hüseyin,
Cümle erenlere fermân eyleyen,
Erenler serdârı İmâm Hüseyin

Hakk-Muhammed-Ali’yi cândan seven her tâlibin zihnine bir kahraman olarak yerleştirdiği Hz. Hüseyin, Hakk için kendisini kurban eylemiştir. Burada kastedilen Hakk hem Allâh’ı, hem de zulüm karşısındaki hak ve hukûku ifade etmektedir. Hz. Hüseyin haksızlığa ve zulme boyun eğmediği, bütün baskı ve dayatmalara rağmen harâmları işleyen, yasakları çiğneyen, insanlara zulüm, cevr ü cefâ eden Yezîd’e biat etmediği için şehit edilmiştir. Onun bu denli büyük bir fedakârlığı yapmasına neden olan ise Hakk’a (Allâh’a) sadece bir âbid, zâhid olarak değil âşık derecesinde bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. Tâliblerin gönül dünyasında yer alan ve her Alevînin çocukluğundan itibaren cemlerde, âdâb ve erkân içerisinde gözüne, kulağına ve yüreğine işleyen Hz. Hüseyin rol modelinde; hakkın yerine gelmesi, adâlet, merhamet gibi İslâm’ın temel prensiplerinin sürdürülebilmesi için gerekirse cânın verilebileceği anlayışı bulunmaktadır. Bu makalede Amasya/Merzifon Karatepe Köyü’nde bulunan el yazması bir Muharremiyye ekseninde Hz. Hüseyin’in nasıl algılandığı ve bu algının Alevî-Bektâşî erkânına nasıl yansıdığı söz konusu edilecektir. Yazılı kültürü yansıtan yazma bir eserle birlikte, sözlü geleneğe şekil veren âşıkların düvâz-imâm, deyiş, nefes ve mersiyeleri de makalenin alan malzemesini oluşturmaktadır.

Hz. Hüseyin’e böylesine büyük bir fedakârlığı yapma gücü veren yukarıdaki deyişte vurgu yapıldığı üzere; babası Şâh-ı Velâyet İmâm Ali’dir. Alevî-Bektâşî edebiyatında Hz. Ali hicreti sırasında İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in yatağına yatan, gözü kara bir yiğit olarak resmedilmektedir. Hz. Hüseyin bir insanın yapabileceği en büyük fedakârlık olan başını vermeyi, ceddi Muhammed Mustafâ’dan miras kalan İslâm davası uğruna severek kabul etmiştir. Pir Sultan Abdal’ın Hz. Hüseyin’in bu hareketiyle, erenlere fermân olduğunu söylemesinin nedeni erenlerin yolu hakkında bilgi vermektir. Gelenekte ölmeden önce ölmeyi göze alamayan, hakîkat uğrunda cânını, başını fedâ edemeyen bir tâlib-i Hakk’ın velî veya mürşid olması mümkün sayılmamıştır. Hz. Hüseyin’e gönül veren dervişler onunla öylesine bütünleşmişlerdir ki Kerbelâ’da gövdesine açılan yaralar, sanki onların vücudunda açılmış gibidir. Çünkü o Hakk için serini kurbân eylemiştir. Deli Boran bu duygusunu şöyle ifade eder:

Bakıp çâr köşeyi seyrân eyleyen,
Yaraların bende İmâm Hüseyin,
Hakk için serini kurbân eyleyen,
Yaraların bende İmâm Hüseyin.

Velâyete tâlib dervişlerden olan ve Hz. Hüseyin’i derûn-ı dilden seven Derviş Mehemmed bu sevgi ve özdeşleşmenin insanı kendinden geçirmesi; deli/dîvâne haline getirmesi sayesinde hangi manevî hallerin ortaya çıkacağını işlemektedir. Hz. Hüseyin’in yaralarını bedeninde hissettiği kadar, onun aşkına gözyaşı döken âşık, Hakk’ı kendi özünde bulma gibi bir manevî derece ile ödüllendirilmektedir. Özünü köz etmek isteyen, sözünü özünden söylemeyi murad eden âşıkların/sâdıkların gözbebeği Hz. Hüseyin’dir:

Seni seven âşık dîvâne olur,
Arar Hakk’ı kendi özünde bulur,
Yaşını silmeğe kapuna gelür,
Ver benim murâdım İmâm Hüseyin.

Teslim Abdal gözündeki perdeyi aralayan, kalbini nazargâh-ı ilâhî haline getiren ve Hakk’ın dîdârını gören gerçeklerin (velîlerin) Hasan Hüseyin aşkına başlarını nasıl kurban verebileceklerini işlemektedir. Nefsinin sesine kulak vermek, hırs, kin ve öfkenin esiri olmak Hz. Hüseyin’i şehid eden Yezîd’in özelliklerindendir. Bu sebeple kalbin manevî ikliminde seyr ü sülûk etmek yerine, nefsin emirlerine itaat etmek gibi bir bayağılığı sergileyen kişi murdâr sayılmıştır. Hüseyin’leşen cânlar onun aşkına fakire, fukarâya vermenin, yemeyip yedirmenin, giymeyip giydirmenin, nefsi aşmanın ve benlik ağacını gönül şehrinden söküp atmanın sembolü olmuşlardır:

Fehmettik dîdârımızı yüzdürelim derimizi,
Kurban verdik serimizi Hasan Hüseyin aşkına.

Gerçekler kalbini güder nefsini dinleyen murdâr,
Verdiğin za’ya mı gider Hasan Hüseyin aşkına.

Zulmün karşılığı adâlet, merhamet ve cömertliktir. Muharremiyye’de yas ve matem günleri yetim ve fakîrlerin gönüllerinin kazanılacağı zaman dilimi haline getirilmiştir. Şu tavsiyelerde bulunulmaktadır: “Bir kişi âşûrâ günlerinde bir fakîrin karnın doyursa cemî’ ümmet-i Muhammed’in yoksulların doyurmuşça sevap bula ve her kim âşûrâ günlerinde bir yetimin başın sığasa şefkat eliyle, Hak Teâlâ Hazreti Kemâl-i Kerem’inden eli altında ne kadar kıl var ise, adedince ol kulun derecâtını arturur. Pes mü’min olan kişiye lâzımdır ki âşûrâ günlerinde ve gayrı günlerde fakîrleri, yetîmleri, ve garîbleri hoş tutalar. Allah içün kâdir olduklarınca hürmet ve şefkat ve riâyet ideler, rencîde ve remîde (ürkütmek, korkutmak) etmiyeler. Zira gönül Hakk’ın evidir ve hem nazargâhıdır. Ev sâhibi evden hâlî değildir.” Muharremiyye’deki şu ifadeler ise ihtiyaç sahiplerine yardım etme konusunda Hz. Ali’nin örnekliğini gözler önüne sermektedir: “Rivâyettir ki ol Esedullâhi’l-Gâlib Hazret-i Emîrü’l-Mü’minîn İmâm Ali ibn-i Ebî Tâlib kerremallâhu vechehû yetimleri yetîmleri ve garîbleri göricek merhamet ve şefkat idüp gâyetle hoş tutardı ve riâyet etmesine işâret iderdi…”

Öğrendiği dinî bilgiyi, uğruna cân fedâ edilebilecek kadar hazmedemeyen, özü (rûhu) ve sırrıyla buluşturamayan, yani zâhiri bâtınla bütünleştiremeyen kişi rûh-ı revân-ı Muhammedî’yi kavrayamamış demektir. İnancın konusu olan ğayb görünmeyen, bilinmeyen bir âlemdir. Hz. Hüseyin kimsenin görmediği ğayba sanki görmüşçesine kesin bir inançla inandığı ve inancının gereğini yerine getirdiği için cümle mü’minlerin şâhı olmuştur. Mü’minler Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-Süedâ’da anlattığı üzere akrabası Müslim bin Akil’in ölüm haberini alınca; “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” âyetini okuyan Hz. Hüseyin örneğinden yola çıkarak, îmânın bedelinin yüksek bir tasdîk olduğunu kavrayabilmektedirler. Alevî-Bektâşî algılamasında Hz. Hüseyin mü’minlerin îmânını artıran bir fenomendir. Pir Sultan Abdal yukarıdaki deyişin bir başka dörtlüğünde bu gerçeğe şöyle dikkat çekmektedir:

Bâtının sultânı mü’minler şâhı,
Ğayb âleminin şems ile mâhı,
Şah Hüseyin deyü ederler âhı,
Mâtem ile zârı İmâm Hüseyin.

Alevî-Bektâşînin muhayyilesinde Muharrem ayı ve özellikle aşûre günü, sadece mü’minlerin değil, bütün cihânın hû çekip ağladığı bir gündür. Hz. Hüseyin ve Âl-i Abâ muhibbi olan Âşık Cevâbî Ehl-i Beyt’i sevenleri ağlamaya davet ederken, Hz. Hüseyin aşkına gözyaşı dökenlerin ancak îmân ehli olabileceklerini haber vermektedir. Hakk’a îmân, Hakk için kendisini kurban eyleyen İmâm Hüseyin için gözyaşı dökmeyi gerektirmektedir:

Sen nice gâfil durursun ey muhibb-i hânedân,
Firkatinden hû çeker cümle cihân ağlar bugün,

Hakk’ı inkâr eyleyen münkir, münâfık ağlamaz,
Didesinde nem döken ehl-i îmân ağlar bugün.

Âşık Ali de tıpkı Cevâbî gibi gaflete dalıp, Hz. Hüseyin’in çektiği acıları görmezden gelenleri, hayatında Muharrem yasına yer vermeyenleri uyandırmak istemektedir. Ancak onun dikkat çektiği konu biraz daha farklıdır. O Muharrem’de İmâm Hüseyin aşkına ağlamanın Allah tarafından bir şekilde değerlendirileceği üzerinde durmaktadır:

Ağla bugünlerde gözünü silme,
Âb-ı revân eyle, za’y olur sanma,
Aç gözün gafletten sen, gâfil olma,
Ağla gözler İmâm Hüseyin aşkına.

Zahmî’ye göre; matemin her Muharrem’de yenilenmesi normal bir durumdur. Çünkü bütün melekler, insanlar ve cinler aşûre günü matem tutmaktadırlar:

Dila tecdîd-i ma’tem et bugün mâh-ı muharremdir,
Melâik, ins ile cinnî bugün hep ehl-i ma’temdir.

Muharrem ayının dışında da kırk sekiz Cuma olarak isimlendirilen ve yılın kırk sekiz haftası Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan geceleri cem erkânı yürütülmektedir. Erkân sırasında Hz. Hüseyin aşkına su dağıtılması ve okunan mersiyelerin gözyaşı dökülerek dinlenmesi, tâliblerde oldukça güçlü bir Hz. Hüseyin algısı meydana getirmektedir. Muharremiyye’deki şu satırlar aşûre gecesi erkânını özetlemektedir: “Pes imdi bilmiş olasız kim âşûrâ günlerinde Ehl-i Beyt-i Rasûl’ün muhibleri cem’ olup, bir yere gelseler, aş pişirip, sohbet kılsalar, Hadîkatü’s-Süedâ ve Ravzatü’ş-Şühedâ ve bazı mersiyeler okuyup, Âl-i Muhammed’in yezîdler elinden çektikleri cefâların ve derd ü belâların yâd idüp, firkat ve rikkatle giryân olup, gözlerinden bir katre yaş akıtanların cümle günâhları hazân vaktinde ağaçların yaprakları döküldüğü gibi döküle… Dahi Hak Sübhânehû ve Teâlâ Hazreti buyurur ki: Ey kullarım! Bilin ve işitin ki âşûrâ günlerinde benim Habîb’im evlatları içün gözlerinden bir katre yaş akıtanların gözleri yaşın Âb-ı Hayât’a kattım ve her kim ol Âb-ı Hayât çeşmesinden nûş iderse (içerse) ölmez dirlik bula ebedü’l-âbâd.” Her cemde mutlaka on iki hizmetten birisi olan su dağıtılması Kerbelâ’da susuz bırakılan Hz. Hüseyin aşkına yapılır. Böylece ceme katılan cânlar, Kerbelâ’da susuzluktan şehit olanların çektikleri sıkıntıyı tecrübe ederek, susamışları suya kandırma deneyimini yaşarlar. Bir nevî nefislerinde var olması muhtemel bulunan mazlûm insanları susuz bırakma, onlara eziyet etme eğiliminden uzaklaşmaktadırlar. Suyu dağıtan sakkasucu da, suyu içenler de benzer duygulara ortak olarak, Hz. Hüseyin ve yetmiş iki evlâdına su verirmişçesine erkânı uygulamaktadırlar. Dürrî yaşananları mısralara şöyle yansıtmaktadır:

Sâkıya ver kırbadan âşıklara bir dane su,
Ahmed-i Mahmûd-ı Muhammed Mustafâ’nın aşkına,
Ah ciğer bin pâre oldu evliyânın aşkına,
Şah Hasan Hulk-ı Rizâ sâhib-i vefânın aşkına,
Vaka-yı Şâh Hüseyin’in aşkına ver câne su,
Kerbelâ vadilerinde cân veren atşâne su.

Mersiyede ifade edildiği gibi cemde dağıtılan su, aynı zamanda Ahmed-i Mahmûd-ı Muhammed Mustafâ’nın aşkınadır. Hz. Hüseyin herhangi bir insan değildir. Cümle mü’minlerin ikrâr verdiği, îmân getirdiği İki Cihân Serveri Muhammed Mustafâ’nın torunudur. Haydar-ı Kerrâr, Sâhib-i Zülfikâr’ın ve Hz. Fâtıma’nın oğlu, Hz. Hasan’ın kardeşidir. Hıfzî Hz. Hüseyin’i şehid edenlerin Hazret-i Peygamber’in hukûkunu saymadıklarını dile getirir. Hz. Hüseyin’i şehid edenler bir anlamda âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Hz. Peygamber’in kanını yere dökmüşlerdir. Onlar görünüşte Müslüman olmalarına rağmen dünya, makâm ve mevkî hırsına kendilerini kaptırarak, kalplerindeki inancı kaybetmiş kimselerdir:

Çün bilirdi nûr-ı çeşm-i Ahmed-i Muhtâr idi,
Vâlidi Âl-i Cenâb-ı Hazret-i Kerrâr idi,
Mâderi bint-i Rasûl-i Hazret-i Zehrâ idi,
Dâderi pâk-i Hasan-ı Hulk-i Rizâ Hünkâr idi,
Nesl-i Peygamberliğin âyâ kim ızhâr idi,
Biz azim fitne uyandırdı Yezîd-i bî-hayâ,
Söyle vallâhi sezâdır cânına lâ’net sezâ.

Allah Allah öyle bedbahtın olup fermânberi,
Saymadı asla hukûk-ı Hazret-i Peygamber’i,
Bir içim suyu diriğ etti havâric leşkeri,
Sûretâ İslâm idi sîrette kâfir ekseri,
Olmadı böyle musîbet devr-i Âdem’den beri,
Ya nice yaş dökmesin erbâb-ı aşkın gözleri,
Biz azim fitne uyandırdı Yezîd-i bî-hayâ,
Söyle vallâhi sezâdır cânına lâ’net sezâ.

Hz. Hüseyin’in Kerbelâ fâciâsına kadar devam eden, kararlı ve kendinden emin duruşu, o günden bugüne milyonlarca insanı etkilemektedir. Hatâyî, Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye hitaben söylediği rivâyet edilen; “Ey Ali! Ben Kur’ân’ın tenzîli için mücadele ettim, sen de te’vîli için mücadele edeceksin” hadîsini hatırlatırcasına, Hz. Hüseyin’in kesik başının dahi Kerbelâ’da Kur’an okuduğunu dile getirir. Bu iç yakıcı fotoğraf Alevî-Bektâşînin zihninde sürekli canlı tutulan Ben size benden sonra dalâlete düşmeyeceğiniz iki emanet bırakıyorum. Bunlar Kur’an ve Ehl-i Beyt’imdir hadîsi ile de anlam bütünlüğü oluşturmaktadır. Kevser havuzunun başına kadar birbirinden ayrılmayacak olan Kur’an ve Ehl-i Beyt şehâdet pahasına birbirinden kopmamıştır. Hz. Hüseyin dedesinden miras kalan Kur’an emanetine cânı ve başı pahasına sahip çıkmıştır. Onun bu sadâkati derviş ve tâliblerin Kur’ân’a bağlılığını daha da pekiştirmektedir:

Kerbelâ’da delik taşlar,
Kur’an okur kesik başlar,
Fatmanaya olan işler,
Âh Hüseyin vâh Hüseyin.

Erkân sırasında kurbanlar kesilmekte; lokmalar yenilmektedir. Pîrin, mürşidin duâsından sonra yenilen bu lokmalar “rızâ lokması”dır. Birbirinden râzı olmayan, birbirine helâllik vermeyen cânların rızâ lokması yemesi doğru sayılmaz. Bu sebeple dede (pîr) cânlara dönerek; “birbirinizden râzı mısınız, aranızda bir başkasından ağrınmış, incinmiş var mı?” diye sorar. Aralarındaki senlik ve benliği kaldırmayanların, Hüseyin’leşerek dünya hırsını terk etmeyenlerin, Hakk için cânını ve başını vermeyenlerin, birlik ve dirliği sağlamayanların rızâ lokmasını yemelerine izin verilmez. Malatyalı Sâdık Baba bir mersiyesinde yenen lokmanın Hasan ile Hüseyin aşkına olduğunu vurgular:

Kaldır gitsin senlik benlik hatalar,
Benliğe yok dedi güzel atalar,
Kesilen kurbanlar yenen lokmalar,
Hasan ile Hüseyin’in aşkına.

Böylece âdâb ve erkân açısından bir eksiği kalmayan, senlik ve benliği terk ederek, yolun hakkını veren bir cân (tâlib) rızâ lokmasını yiyebilir. Tâlib kendi ailesi içerisinde de huzûr ve güveni temin edebilmelidir. Hz. Hüseyin yârânı ve evlâdı ile birlikte şehit olmuştur. Onun en yakınındakiler, en yakın akrabalarıdır. Bu sebeple Muharrem ayı ev halkı ve akrabalar ile olan ilişkilere de dikkat edilmesi gereken bir zaman dilimi sayılmıştır. “Ol günlerde her kim kendi ehlin ve iyâlin hoş tutsa, Hak Sübhânehû ve Teâlâ Hazreti ânın dirliğin dünyadayken kılıvere, hâl-i hayâtında oldukça azîm dirlik süre, kimseye muhtaç olmaya, ol dirlikle pîrliğe irişe, sâlihler, velîler gürûhuna karışa…” cümlesi erkânın aile ilişkilerine verdiği önemi göstermektedir. Eğer tâlibde bir eksik, bir kusur varsa bundan birinci derecede onun manevî eğitimini gerçekleştiren rehber sorumludur. Şah Hatâyî rehberden tâlibinin eksiğini tamamlamasını ister. Tâliblerin sorgu ve görgüden geçtikleri, bir nevî sosyal kontratın/sözleşmenin yapıldığı meydân, hem eksikliklerin tamamlandığı, hem de rızâ lokmasının yendiği bir mekândır. Hakk aşkının nûş edildiği bu meydânda semâh dönebilmek için, öncelikle Hüseyin ahlâkına sahip olmak gerekir:

Rehber tâlibini arıkla getür,
Tamâm eyle eksük yerlerin yetür,
Rızâ lokmasını meydana getür,
Yiyelim İmâm Hüseyin aşkına.

Hatâyî başka bir deyişinde meydânda semâh dönen peyklerin dînin serveri İmâm Hüseyin’in dervişleri olduğu vurgusunu yapar. Hakk aşkından dolayı yana yana, döne döne Allah Allah diyenler, kadir gecelerindeki lutuf ve inâyete de mazhar olurlar. İnceden ince bu yol, İmâm Ca’fer’den Hz. Hüseyin’e kadar sürüp gitmektedir:

Senin dervişlerin semâlar döner,
Kadir geceleri şem’alar yanar,
Katarımız İmâm Ca’fer’e uyar,
Gel dînim îmânım Hüseyin.

Alevî-Bektâşî erkânında aşûre gecesi, günâhların Allah tarafından bağışlandığı bir tövbe gecesi de sayılmıştır. Gelenekte Hz. Hüseyin rûhu, Yezîd nefsi temsil etmektedir. Tâlibler bu gece nefislerinin fısıltılarından kurtularak, rûhlarının esintilerine kendilerini kaptıracak ameller yaparlar. Muharremiyye’de bu olay Hz. Peygamber’le ashâbı arasında geçen bir olaya dayandırılarak, tövbenin usûlü de anlatılmış olmaktadır: “Rivâyettir ki Medîne şehrinde sahâbelere katı hastalık ârız oldu. Rasûl Hazretine arz ettiler. Buyurdu ki: Âşûrâ gecesi gusül eylen, Hak Teâlâ Hazreti cemî’ günâhlarınızı yârlığaya ve bedeniniz sıhhat bula didi. Vardılar sahâbe gusül ittiler. Âşûrâ gününün gecesi tâat ve ibâdet ittiler. Fi’l-cümle sıhhat buldular. Hak Teâlâ Hazreti’ne şükürler kıldılar. Âşûrâ gecesi her kim pâk gusül idüp, başına su koya, bir âşûrâya değin hastalık görmeye. Dahi başında olan kıl adedince günâhı olsa, Hak Teâlâ Hazreti yarlığaya, rahmet ve mağfiret eyleye.” Şah Hatâyî aşağıdaki; hata ettim günâhımı bağışla redifli deyişinde Allâh’a yakarışın şeklini seslendirmektedir:

Seksen bin Urum Erenleri içün,
Doksan bin Horasan Pîrleri içün,
Hasan Hüseyin’in nûrları içün,
Hata ettim günâhımı bağışla.

Muharremiyye’de Hz. Peygamber’in Abdulah bin Mes’ûd’a tavsiye ettiği daha ayrıntılı bir aşûre gecesi erkânı yer almaktadır. Bu erkânda aşûre gecesi kaç rek’ât namâz kılınacağı, hangi rek’âtta hangi sûrenin okunacağı, kaç kere salavât getirilip, tesbîh çekileceği ve okunacak duâ tarif edilmektedir: “Her kim âşûrâ gecesi pâk gusül idüp ve abdest alıp, ârî donlar giyse, kıbleye müteveccih olup, on rek’at namâz kılsa, her bir rek’atta bir Fâtiha üç İhlâs-ı Şerîf ba’de’l-ferâğ tesbîh ve duâ kılıp, yetmiş kerre Rasûlullâh Hazreti’ne salavât getirse ve yetmiş kerre istiğfâr-ı tövbe idüp Estağfirullâh Sübhânallâh ve’l-Hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekberu lâ havle velâ kuvvete illâ bi’llâhi’l-aliyyi’l-azîm dese, Hak Sübhânehû ve Teâlâ o kişinin kabrini misk ve amberle doldura ve feriştehlere buyura ki; kıyâmete değin ol kulun mezârın ziyâret ideler ve kıyâmet gününde kabrinden kopıcak şehîdler ve sâlihlerle haşrola, hesâbsız ve azâbsız Cennet’il-Me’vâ’ya ve Firdevs-i A’lâ’ya vâsıl ola.”
Pîr Sultan Abdal’ın ifadesiyle; erenlerin serdârı olan İmâm Hüseyin, velâyet için gerekli olan cândan geçme amelini yerine getirerek, erenlere bir nevî maneviyât fermânı yazmıştır. Muharremiyye velâyete nasıl erilebileceği hakkında da bilgiler verilmektedir. Hakk için kendisini kurbân eyleyen Hz. Hüseyin’in ayı olan Muharrem’de tâlib-i velâyetin dilinin virdi olan Hakk’ın güzel isimleri de sıralanmaktadır. Yazmada Muharrem’in ilk gününden itibaren sabah namâzından sonra Cenâb-ı Hakk’ın Allâh, Hafîz, Alî, Kâfî, Bâsit, Rezzâk, Selâm, Vedûd ve Azîz isimlerinin kaçar kere zikredileceği tarif edilmektedir. Her bir ismi zikretmenin maddî ve manevî fazîletleri anlatılmaktadır.

Böylece Hz. Hüseyin rol modelinin zihinlerde canlandığı, kökleştiği Muharrem ayı tâlib ve dervişlerin maddî/manevî kirlerden arındıkları, Hüseyin’leştikleri, Hakk ve hakîkata bağlılıklarının arttığı bir zaman dilimi olmaktadır. Mürşidin şahsında Muhammed Mustafâ (s.a.v.)’ya verilen ikrârın tazelendiği bu ayda, okunan mersiyeler ve dökülen gözyaşları sayesinde gönüllerdeki dinî ve ahlâkî duygular yeşermektedir. Harekete geçen iyilik yapma iradesi sayesinde fakîr, miskîn ve yetimler sevindirilmektedir. Nefsin aşıldığı bu süreçte Ehl-i Beyt’in en önemli vasfı olan cömertlik, şefkat ve merhamet gibi toplumu birbirine yakınlaştıran duygu ve davranışlar daha kolay karakterize edilebilmektedir. Mersiye ve Maktel-i Hüseyin’lerle birlikte Kur’ân’ın daha çok okunduğu, Allâh’ın daha fazla zikredildiği bu ayda tâlibin ailesi ile olan ilişkileri de olumlu yönde etkilenmektedir. Bu ayda Allâh’ın birliğini ifade eden kelime-i tevhîd daha bir içten okunarak, peykler semâhı daha büyük bir ilâhî coşkuyla dönmektedirler. Lâ ilâhe illallâh, illallâh Şâh illallâh, Ali mürşid güzel Şâh, Şahım eyvallâh eyvallâh sözleriyle edâ edilen miraçlama erkânı sırasında Allah sevgisi yüreklere işlenmektedir. Hz. Hüseyin aşkına dağıtılan suyla zihinlerdeki ma’rifet ve kalplerdeki muhabbet artmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder