Ehlibeyt YOLU facebook sayfasını Beğenmeyi Unutmayın sevgili Canlar

24 Ağustos 2017 Perşembe

Cem dirliği gönül birliği duası





 CEM DİRLİĞİ GÖNÜL BİRLİĞİ DUASI 
BismiŞah... Allah Allah...
İbadetlerimiz kabul ola. Secdelerimiz meleklerin yaptığı secde ola.
Meydanlarımız abad ola... Cemlerimiz Kırklar Cemi ola.
Evrenin yaratıcısı O yüce Hakk, Muhammed Mustafa'nın Aliy'ül Murteza'nın şefaatinden mahrum etmesin.
Müminlerin Anası Hatice't-ül Kibriya, Fatıma't-ül Zöhre, huzuru mahşerde bizlerin yardımcısı olsunlar.
Yüce Allah cümlemizi ve cümle muhibbanı , Resulü Kibriya'nın, Şah-ı Evliya'nın, Ehl-i Beyt'in hürmetine, cehennemin narından, Şeytanın şerrinden, kabir azabından, zalimin zulmünden, kâfirin küfründen, haksızın nekrinden, ateş ve afetlerden, görünür görünmez kazalardan, belalardan saklasın, beklesin, korusun.
Eli erde, yüzü secdede, Allah Allah diyenlerin, Hakk âlemin dilden dileklerini, gönülden muratlarını versin...
Ey yüce Allah, Âdem-i Safuyullah, Nuh-u Naciyullah, İbrahim-i Halilullah, İsmail-i Teslimullah, Musa-i Kelâmullah, İsa'yı Ruhullah, Muhammed-i Habibullah, Aliy'el Veliyullah yüzü suyu hürmetine emeklerimizi boşa verme, bizi doğru yoldan (EhliBeyt) ayırma, dertlerimize derman, hastalarımıza şifa ihsan eyle...
Kerbela'da susuz şehit düşen erenlerin, evliyaların yüzü suyu hürmetine, bilerek ya da bilmeyerek yaptığımız günahlarımızı af eyle. Korktuğumuza uğratma, umduğumuza nail eyle.
Gökten hayırlı rahmet, yerden hayırlı bereket ihsan eyle ya Rab.
Üçlerin, Beşlerin, Yedilerin, On İki İmamların, On Dört Masumu Pakların, On Yedi Kemerbestlerin, Kırkların katarından, didarından ayırma.
Onların hürmetine, milletimizin, toplumumuzun birlik ve beraberliğini bozma, huzur ve sükûnet nasip eyle, ya Rab...
Bütün Hakk'a göçmüşlerimize rahmet, geleceğimize selamet ihsan eyle.
Emeklerimizi boşa verme, dualarımızı dergâh-ı izzet'inde kabul eyle ya Rab...
Nur-i Nebi, Kerem-i Ali, gülbangı Seyyid Mahmudi Hayrani.
Dil bizden, kabülü Cenab-ı Allah'tan, şefaati Hz. Muhammed-Ali'den olsun.
Gerçeğe Huuuuuuuuuu,
Mümine ya Ali...
Allah Allah, Allah Allah!..

https://www.facebook.com/EhlibeytYOLU.1can/

21 Haziran 2017 Çarşamba

Kuran'da Adalet kavramı.





Kur'an'da Adalet Kavramı ve Adalet Yürüyüşü 

Kur’an’ın en temel kavramlarından biri de adalet kavramıdır. Nitekim...
Tüm Öğretmenler Burada Toplanıyor! Siz de katılın!

Kur’an’da Adalet Kavramı ve Adalet Yürüyüşü

Kur’an’ın en temel kavramlarından biri de adalet kavramıdır. Nitekim adalet anlamına gelen Arapça “adl” sözcüğü türevleriyle birlikte Kur’an’da 30 dan fazla yerde geçmektedir. Aynı şekilde denge ve orta yolu izleme anlamına gelen itidal sözü de “adl” sözünden türemedir.

Türkçede kullandığımız adalet sözcüğüne de kök olan adl sözü Kur’an terminolojisinde zulmün karşıtı bir kavram olarak yer almaktadır. Gerçek şu ki, adaletin olmadığı yerde zulüm vardır. Zulmün her çeşidi adaletsizlik, adaletsizliğin her hali de zulümdür.

Bundan dolayıdır ki, Kur’an’ın ifadesiyle; Allah daima adalet üzere iş yapar ve peygamber de adalet üzere olmakla emrolunmuştur.

Bu noktada  Danışma Bölümü / Şura Suresi 15. Ayete bakalım:

“... Bana aranızda adaletle hükmetmek emredildi...”

Aynı şekilde Bal Arısı Bölümü / Nahl Suresi 90. Ayete de bakalım:

“Şu bir gerçek ki, Allah size adaleti ve iyilik yapmayı emreder...”

Hz. Muhammed’den nakledilen bir hadiste onun şöyle dediği bildiriliyor:

“Haksızlık yani adaletsizlik karşısında susan dilsiz şeytandır.”


Hz. Peygamberin bu sözünün kaynağı aslında Kur’an’ın Kadınlar Bölümü / Nisa Suresi 135. Ayetidir. Ayette çok çarpıcı bir biçimde şöyle denilmektedir:

“Ey inananlar, kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa Allah için tanık olarak adaleti gözetin. Tanıklık ettiğiniz kişiler ister zengin, ister yoksul olsun, Allah onlara daha yakındır. Öyleyse canınızın arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker ya da yüz çevirirseniz bilin ki, Allah’ın, yaptıklarınızdan elbette ki haberi olacaktır.”


Evet, kendi aleyhimize bile olsa adaletten sapmamak müminler için bir Kur’an buyruğudur.

Kur’an’a göre adaletten sapmanın hiçbir bahanesi ve gerekçesi olamaz. Bundan dolayıdır ki, Kur’an, bütün müminlerin her hal ve şart altında adaleti korumalarını yani “adl” denilen kavrama uygun davranmalarını ister. Öyle ki, adaleti gözetirken insanların yakınımız oluşu dahi, yumuşatıcı ve ödün verici bir unsur olarak kabul edilmemelidir.

Hatta düşmanımıza karşı bile adaletten asla ayırlmamamız gerektiği kesin ve keskin bir ilke olarak Kur’an’daki yerini almaktadır.

Kur’an’ın adalet konsundaki bu görkemli tutumu, Sofra Bölümü / Maide Suresi 8. Ayette şu şekilde ifade edilmektedir:

“Ey inananlar, Allah için adaletle tanıklık edenler olun! Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın. Korunup sakınma haline uygun olan budur. Allah’tan sakının. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”

Evet; Kur’an diyor ki, kin duyduğunuz topluluğa karşı bile adaletten ayrılmayın! Ama bugün ülkemizin siyasi erkine egemen olan sözde dindar ve muhafazakar siyasal hareket, her fırsatta İslam’ı ve Kur’an’ı refere ettiğini söylese de adalet konusunda, gerçekte İslam öncesinin Bedevi müşrik Arapları gibi davranıyor. Fakat Emeviler gibi bunu İslamî bir kılıfla gizlemeyi de son derece usta bir biçimde başarıyor.

Gerçek şu ki, İslam’ın en temel ilkesi olan adalet ilkesini ayaklar altına alma konusunda en pervasız ve utanmaz tavrı Emeviler sergilemişler ve hatta bunu sözde İslamî bir zemine dayandırarak doktrin haline getirmişlerdir.

Emeviler, yönetimleri süresince yaşanan bütün adaletsizlikleri doğrudan doğruya Allah’a fatura edip bunu kader inancıyla ikame etme yoluna gitmişlerdir. Buna göre halkın adaletsizlik ve zulüm olarak gördüğü her şeyi “Allah’ın takdiri” diyerek kadere bağlamışlar ve neredeyse zulme ve adaletsizliğe isyanı dine ve Allah’a başkaldırı olarak göstermişlerdir. Emevilerin başlattığı bu zelil ve rezil yolu sonraki devirlerlerde de sürdürenler oldu. Hatta İslam tarihinin büyük bir bölümüne bu çirkin ve din karşıtı zihniyet damga vurdu.

Emevi sultanları kendilerini “Halifetullah ve Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak takdim etmişler, her türlü itirazı da fitne ve din düşmanlığı diye yaftalamışlardır.

Heyhat; bugün de adalet isteyenleri, fitne çıkarmakla, dış müdahale çağrısı yapmakla ve dinsizlikle itham edebilenler var. Aslında böyleleri Emevilerin; Muaviye ve Yezit’in ideolojik torunu olmayı seçen münafıklardır.

CHP lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşünü bu çerçevede düşünüyor ve yazılıp çizilenleri ibretle takip ediyorum.  Adalet yürüyüşüne muhalefet eden kafaları anlamak mümkün değil. Adalet talebinden kim rahatsız olur? Kuşku yok ki adaletsizliği yol tutanlardan başkası böylesi bir talepten rahatsızlık duymaz.

İşte Kur’an ayetleri, işte İslamî hükümler...

Ve işte adaletsizliği yol edinen Emevi tavrı; Muaviye tavrı, Yezit tavrı...

Öte yandan Sayın Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşünü bazı tarihsel hadiselere benzetenler oldu. Söz gelimi; Odatv, Gandi’nin meşhur tuz yürüyüşünü hatırlatarak adalet yürüyüşünü, analojik bir yaklaşımla haberleştirdi. Kanımca son derece yerinde bir benzetmeydi.

Ben bu benzetmelere bir yenisini eklemek istiyorum.

Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü bana Hz. Hüseyin’in Medine’den Kerbela’ya yürüyüşünü hatırlattı.

Bilindiği üzere Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin, Emevi sultanı Yezit’in zulmüne karşı bir kafileyle Kufe’ye doğru harekete geçmişti.

Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü ile Hz. Hüseyin’in hareketi arasında inanılmaz benzerlikler var.

En başta, bazı yakınları tarafından Hz. Hüseyin’e karşı yapılan muhalefet ile Kılıçdaroğlu’na yönelik sol cenahtaki eleştiriler çok benziyor.

İmam Hüseyin’e de yapma dediler, bu işten bir şey çıkmaz dediler. Hatta Hz. Hüseyin’i ağır bir biçimde kınayan yakınları vardı. Kılıçdaroğlu’nun da bazı yakınları (Sözgelimi kardeşi) onu ağır biçimde protesto ediyor.

Ama gerçek şu ki, her iki harekette de zulme ve adaletsizliğe isyan var.

Her ikisinde de kararlılık ve çile var.

Her iki hareket de muktedirler tarafından fitne çıkarmakla itham edildi, ediliyor.

Her iki hareket de dış güçlerle işbirliği suçlamasına maruz kaldı, kalıyor.

Bu arada hemen belirtelim ki Yezit ve taraftarları Hz. Hüseyin’i Kufe’ye gitmek suretiyle bir taraftan İranlı, bir taraftan da Türkistanlı olan eşi Şehribanu üzerinden İran ve Türkistan’la ittifak yapmakla yani deyim yerindeyse dış güçlerden yardım istemekle suçlamışlardı. Oysa gerçek başkaydı. Gerçek yalnızca zulme isyan ve adaleti savunmaktı.

Aynı şekilde şimdi de Sayın Kılıçdaroğlu’nun masum ve haklı yürüyüşünü nerdeyse dış güçlerle ittifak suçlamasıyla karalamak istiyorlar. Oysa dış güçlerin yaklaşık 15 yıldır kiminle ittifak yaptığı apaçık ortada... Kaldı ki bugünkü siyasi iktidarın elitleri de evvelce Türkiye’yi başta AİHM olmak üzere pekçok “dış güce” şikayet etmişlerdi.

Her ne denirse densin Kılıçdaroğlu’na yönelik başka konulardaki eleştiriler bir yana, bu yürüyüş masum ve son derece haklı bir yürüyüştür.

Peki sonuç getirir mi?

Bence bunun yanıtı üzerinde fazla durmaya gerek yok. Zira diyalektik materyalist tarih anlayışı çerçevesinde düşünürsek hiçbir zulüm ebedi olarak devam edemez. Gün gelir ve elbet devran döner.

Dahası Kur’an’ın şu görkemli ayeti ( Şairler Bölümü / Şuara Suresi 227. Ayet)  muhakkak tecelli eder:
“... Zalimler nasıl bir devrimle devrileceklerini yakında bileceklerdir.! cemil-kilic, ilahiyatçı yazan 





20 Haziran 2017 Salı

On iki imamlar.


ON İKİ  İMAMLAR.

Aleviler, Hz. Muhammed’in hakka yürümesinden sonra Müslümanlara önderlik etmesi gereken kişilerin Ehlibeyt soyundan olmaları gerektiğine inanırlar. Buna kaynak olarak ta Kuran-ı Kerim’in Azhap Suresi 33. Ayeti gösterirler. Bu Ayet şöyle: “Ey Ehlibeyt Allah sizden her türlü pisliği, suçu gidermek ve sizi tertemiz bir hale getirmek diler.” Bu Ayetin anlamı, Ehlibeytin doğuştan arı olduğu bu anlamda da imamlığın Ehlibeytin soyundan gelen kişilerin hakkı olduğudur. Bilindiği gibi Ehlibeyt, Peygamberin ailesidir, soyudur. Peygamberin soyu da, yani Ehlibeyt Hz. Ali kanalıyla devam etmektedir. Dolayısıyla önderlik (halifelik) Hz. Ali ve çocuklarının hakkıydı. Ama maalesef bırakın Ehlibeytin imamlığını, ortada müthiş bir Ehlibeyt düşmanlığı vardı. Bu düşmanlık aslında biçimde Ehlibeyteydi. Bu düşmanlığın asıl hedefi İslamdı. Çünkü bu düşmanlığı geliştirenler Cahilliye döneminin azılı putperestleriydiler. Bu düşmanlığın sonuçları günümüze kadar da devam etmektedir. Bu düşmanlık öyle bir hal aldı ki, başta Hz. Ali olmak üzere bütün soyu büyük zulümler gördü. Ve on ikinci İmam Mehdi’nin dışında diğerleri genellikle zehirlenerek şehit edildiler. Hiç biri vadesiyle hakka yürümemiştir.

On iki İmamların Alevilikte çok büyük bir anlamı vardır veAleviler ibadetlerinde her zaman on iki İmamlara bağlılıklarını dile getirip onları anarlar. Kısaca belirtmek gerekirse; on iki İmamlar –bir bütün olarak- Aleviliğin temel yapı taşlarındadır. Bunlara ek olarak Aleviler on ikinci İmam Mehdi’nin bir gün gelip kendilerini kurtaracağına inanırlar.

ON İKİ İMAMLARIN İSİMLERİ:

1. Hz.Ali

2. İmam Hasan

3. İmam Hüseyin

4. Zeynel Abidin

5. Muhammed Bakır

6. Caf er Sadık

7. Musai Kazım

8. Ali Rıza

9. Muhammed Taki

10. Ali Naki

11. Hasan Askeri

12. Muhammed Mehdi 


ON İKİ İMAMIN HAYATI: 

------------------♡--------------------

 1- Hz. İmam Ali

Kimlik Bilgisi
Adı Ali
Doğum Yeri ve Tarihi: Mekke (M) 21/ 3 / 598
Şahadeti Yeri küfe (M) 28/01 / 661
Gömülü Olduğu Yer:( ırak ) Necef
Yaşı: 63 . 65 yaş arası
Lakabı : Murteza
Çocuk Sayısı: 12 E, 15 K.
Katili: İbni Mülcem
Künyesi: Ebu Muhammed
Babası: Ebu Talib
Annesi: Esed Kızı Fatıma
Yüzüğünün Yazısı: Kuluna sahip Allah'tır
İmamet Süresi: 30 yıl.
Birinci imamdır. Kabe’de doğan hiç puta tapmadan 8 yaşında iken Müslümanlığı kabul eden Hz. Muhammed’in amca oğlu, aynı zamanda damadı olan Allah’ın Aslanı Aliyel Mürteza 4. halife idi. Hz. Muhammed’in Hz. Ali için şu hadisleri söylediği rivayet edilir:
- Her nebinin nesli kendinden gelmiştir, benim neslim Ali’den gelecektir.
- Benim sırrımın sahibi Ebu Talib oplu Ali’dir.
- Ali benim dünya ve ahret kardeşimdir.
- Ali’nin dostu benim dostum, Ali’nin düşmanı benim düşmanımdır.
- Ben ilmin şehriyim Ali de kapısıdır.
Bu güzel sözlere muhatap olan Hz. Ali, cesareti, adaleti, hitabeti, İslam dini hakkındaki bilgileri ile kitaplara sığmaz.
----------------------------------------------------------------

2-Hz. İmam Hasan


Doğum Tarihi: (M) 12.03.624, (H) Ramazan 3
Şehadeti: (M) 25.03.670, (H) 28 Sefer 50
Gömülü Olduğu Yer: Medine
Yaşı: 50
Çocuk Sayısı: 8 E, 7 K.
Katili: Cü’de
Lakabı: Mücteba
Künyesi: Ebu-Muhammed
Babası: Ali
Annesi: Fatıma
Yüzüğünün Yazısı: Üstünlük Allah'ındır
Zamanındaki Padişahlar ve Halifeler: Muaviye
İmamet Süresi: 10 yıl.
İmam Hasan, o sırada Şam valisiyken iktidarı türlü oyunlarla elde etmiş olan Muaviye’ye mektuplar yazarak, yola getirmeye çalıştıysa da başaramadı. Çevresindekilerin ihaneti yüzünden halifeliği ona bırakmak zorunda kaldı. İkinci imamdır. Hz. Muhammed’e benzerdi. Halim ve selim bir zattı. Dedesi tarafından çok sevilirdi. Hz. Muhammed onu severken dudaklarına yakın yerden öper ve gözyaşı dökerdi. Soranlara: “Ölüm Hasan’ın ağzından girecektir” derdi. Dediği gibi de olmuş; karısı Cu’de, Muaviye’nin kışkırtması: “Seni oğlum Yezid’e alacağım, sen halife karısı olacaksın” kandırması ile İmam’ın suyuna zehir katmıştır (670).
---------------------------------------------------------------

3-Hz. İmam Hüseyin


Doğum Tarihi: (M) 25.02.625, (H) 5 Şaban 5
Şehadeti: (M) 10.10.680, (H) 10 Muharrem 58
Gömülü Olduğu Yer: Kerbela
Yaşı: 57
Çocuk Sayısı: 4 E, 3 K.
Katili: Şimr
Lakabı: Şehid
Künyesi: Ebu-Abdullah
Babası: Ali
Annesi: Fatıma
Yüzüğünün Yazısı: Tanrı'nın emri olur.
Zamanındaki Padişahlar ve Halifeler: Muaviye, Yezid
İmamet Süresi: 11 yıl.
Üçüncü imamdır. Hz. Ali’nin en küçük oğludur. Hz. Muhammed’in torunları için birçok hadis vardır: “Her nebinin nesli kendinden gelir, benim neslim Hz. Ali ve Hz. Fatıma’dan gelecektir” diyerek Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i evlatları yerine koymuş ve öyle severdi Hz. Muhammed. Veda Hutbesi’nde: “Size iki emanet bırakıyorum. Biri Kuran-ı Kerim diğeri de Ehlibeyt’imdir” dediği emanetlerden Ehlibeyt, bütün Müslümanların şefaat bekledikleri Hz. Muhammed’in ahfadı, torunları; Muaviye’nin oğlu lain Yezit’in askerleri tarafından Kerbela çölünde şehit edildiler(72 kişi). Hakkı olan hilafeti almak için değil, Müslümanlığın, dedesinin ve babasının yolundan, asıl İslam’dan saptırıldığı için isyanda olan Hz. Hüseyin ve Ehlibeyt Müslümanlık uğruna şehit olmuştur.
---------------------------------------------------------------

4- İmam Zeynel Abidin


Doğum Tarihi: (M) 10.01.658, (H) 5 Şaban 38
Şehadeti: (M) 17.10.713, (H) 22 Muharrem 96
Gömülü Olduğu Yer: Medine
Yaşı: 58
Çocuk Sayısı: 11 E, 4 K.
Katili: Hüşam
Lakabı: Seccad
Künyesi: Ebu-l Hasen
Babası: Hüseyin
Annesi: Şah Zenan (Şehri Banu)
Yüzüğünün Yazısı: Başarım Allah'ladır.
Zamanındaki Padişahlar ve Halifeler: Yezid, 2. Muaviye, Mervan, Abdülmelik, Velid
İmamet Süresi: 35 yıl.
Dördüncü imamdır. Hz. Hüseyin’in oğludur. Kerbela olayı sırasında hasta olduğu için savaşamamış, hastalığı hayatını kurtarmıştı. Zeynel Abidin Kerbela Savaşı’ndan sonra Kufe’ye oradan da Şam’a götürüldü. Zincire vurulmuş olarak Yezidin önüne çıkarıldı. Daha sonra serbest bırakıldı. Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin soyu İmam Zeynel Abidin’le yürüdü, Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre 716 yılında öldü. Emevi hükümdarı Abdülmelik tarafından zehirletilerek öldürüldüğü belirtiliyor. “Sahifet-ül Kamile” ve “Risalet-ül Hukuk” adında eserleri vardır. İmam Zeynel Abidin de cetleri gibi din bilgileri yönünden fevkalade bilgilere sahip, zamanın alimlerine ders verecek kadar genel kültüre ve geniş bir dünya görüşüne sahipti.
----------------------------------------------------------------

5- İmam Muhammed Bakır


Doğum Tarihi: (M) 10.05.676, (H) 3 Sefer 57
Şehadeti: (M) 28.03.733, (H) 7 Zilhicce 117
Gömülü Olduğu Yer: Medine
Yaşı: 57
Çocuk Sayısı: 5 E, 2 K.
Katili: İbrahim
Lakabı: Bakır
Künyesi: Ebu Cafer
Babası: Ali Zeynel Abidin
Annesi: Fatma Bint-al Hasen
Yüzüğünün Yazısı: Tanrı'nın emri olur.
Zamanındaki Padişahlar ve Halifeler: Velid, Süleyman, Ömer İbni Abdulaziz, Yezid, Hişam
İmamet Süresi: 19 yıl.
Beşinci imamdır. Pek çok bilgin yetiştirmişti. Kuran-ı Kerim’in en doğru yorumunun, en gerçek hadislerin İmam Bakır tarafından söylendiğini, zamanının tüm bilginleri kabul ederdi. Bir gün ikinci halife Ömer’in oğlu Abdullah’a bir kişi, çözemediği bir konuda soru sorar. O da o esnada biraz ilerden geçmekte olan İmam Bakır’ı göstererek: “Git şu gidene sor. Ama ne söylerse gel bana haber ver” der. Adam Hz. İmam’a yaklaşarak sorusunu sorar ve aldığı cevabı Abdullah’a bildirir. “Onlar her şeyi doğru anlarlar ve her şeyin doğrusunu bilirler. Çünkü Ehlibeyt soyundandırlar” der.
--------------------------------------------------------------

6- İmam Cafer-i Sadık


Doğum Tarihi: (M) 23.05.699, (H) 17 Rebiülevvel 80 (83)
Şehadeti: (M) 22.01.766, (H) 25 Şevval 148
Gömülü Olduğu Yer: Medine
Yaşı: 69
Çocuk Sayısı: 7 E, 3 K.
Katili: Mansur
Lakabı: Sadık
Künyesi: Ebu Abdullah
Babası: Muhammed-ül Bakır
Annesi: Ummu Ferve
Yüzüğünün Yazısı: Dostum Allah'tır. O beni korur.
İmamet Süresi: 34 yıl.
Altıncı imamdır. Müminlik konusunda bilgi yönünde ileri seviyede olduğundan, kendisinden sonra gelen Ehlibeyt yanlılarına en sağlam bilgileri o ulaştırmıştır. Bu işi o kadar sistemleştirmiştir ki, koyduğu ilkeler Mü minliğin yasaları haline gelmiştir. Zamanla fikirleri o kadar gelişmiştir ki Caferilik diğer İslam mezhepleri arasında ayrı bir yer işgal etmiştir. Müminlik esaslarını o kadar mükemmel düzenlemiştir ki, İslamiyet’in kabulünden sonra Anadolu’ya gelen Türk  Horasan erenleri bunu benimsemiştir. Yani bu mezhep, Türklerin birlikte getirdikleri Türk diline, Türk müziğine, Türk dansına, Türk şiirine vs. hiç engel olmamıştır. Maliki Mezhebi’nin kurucusu Malik Bin Enes’in: “Üstünlük, bilgi, ibadet ve takva bakımından İmam Cafer’den ilerisini ne bir göz görmüş, ne de bir kulak duymuştur.” sözü kayda değerdir.
-------------------------------------------------------------------

7- İmam Musa-i Kazım


Doğum Tarihi: (M) 08.11.745, (H) 7 Sefer 127 (128)
Şehadeti: (M) 01.09.799, (H) 25 Recep 185 (183)
Gömülü Olduğu Yer: Kazımeyn/Bağdat
Yaşı: 57
Çocuk Sayısı: 18 E, 19 K.
Katili: Harun
Lakabı: Kazım
Künyesi: Ebu-l Hasen
Babası: Cafer-i Sadık
Annesi: Hamide
Yüzüğünün Yazısı: Allah yeter bana
İmamet Süresi: 35 yıl.
Yedinci imamdır. İmam Cafer-i Sadık’ın oğludur. İmam Musa-i Kazım da dedeleri gibi geceleri içi ekmek, et ve para dolu zembili sırtına vurur, yetimlerin, kimsesizlerin evlerini dolaşır kendisini tanıtmadan onlara yardım ederdi. Bu dönemde Emeviler’den sonra Abbasiler de Ehlibeyt’e zulüm ve gaddarlık yapmaya devam eder. Ehlibeyt’i sevenler çoğaldıkça haliyle onların hükümdar olmasını isteyenler de çıkıyordu ve isyan hazırlıklarına girişiyordu. Saray içindeki lüks yaşantıya karşılık ülkede halkı sefalet, açlık, işsizlik kırıp geçirmekteydi. Halife Harun Reşit lüks yaşantısını sürdürürken, açlık ve sefalet içinde yaşayan yoksul halkın Musa-i Kazım çevresinde toplanmasından ve ayaklanmasından korkuyordu. Bu kuşkudan dolayı Musa-i Kazım’ı zehirli hurma yedirerek öldürttü.
----------------------------------------------------------

8- İmam Ali Rıza


Doğum Tarihi: (M) 29.12.765, (H) 2 Zilkade 153
Şehadeti: (M) 24.08.818, (H) 20 Sefer 203
Gömülü Olduğu Yer: Meşhed/Tus (Horasan)
Yaşı: 55
Çocuk Sayısı: 1 E, 1 K.
Katili: Me’mun
Lakabı: Rıza
Künyesi: Ebu-l Hasen
Babası: Musa-i Kazım
Annesi: Necime
Yüzüğünün Yazısı: Allah yeter bana.
İmamet Süresi: 20 yıl.
Sekizinci imamdır. İlk kez türbesi, Arap topraklarının dışında bulunan imamdır. Horasan’ın Tus kentinin Senabad köyünde yatmaktadır. Bu nedenle Hacı Bektaş-ı Veli’nin İmam Rıza’nın torunu olduğu neredeyse kesinlik kazanmaktadır. Çünkü bilindiği gibi Hacı Bektaş Horasan’lıdır ve oradan Anadolu’ya gelmiştir. İmam Rıza’nın pek çok eseri vardır. Bunlardan risaleler şöyle sıralanabilir: “Şer’i Hükümlere Ait”, “Şer’i Hikmetlere Ait”, hükümdar Memun’a yazdığı “Din Hakkındaki” ve yine ona yazdığı “Sağlık Hakkındaki Risaleler”, “Fıkh-ur Rıza, Sahiffet-ür Rıza”. Bu yüce insan da, kendisinden önceki yedi seçkin Ehlibeyt imamı gibi,gerek ahlaksal geğerler, gerekse bilgi alanında üstün bir yere sahipti. Eski kaynaklar İmam Ali Rıza’nın hayatı boyunca hiç kimseye kötü söz söylemediğini, kimseyi kırıp incitmediğini kaydederler. Olanakları ölçüsünde yoksullara düzenli olarak yardımlarda bulunurdu. Bu yardımlarda aracı kullanmaz, yardımlarını gizlice yapardı.
--------------------------------------------------------------

9- İmam Muhammed Taki


Doğum Tarihi: (M) 11.04.811, (H) 10 Ramazan 195
Şehadeti: (M) 25.11.835, (H) 30 Zilkade 220
Gömülü Olduğu Yer: Kazımeyn (Bağdat)
Yaşı: 25
Çocuk Sayısı: 4 E, 7 K.
Katili: Mu’tesem
Lakabı: Cevad
Künyesi: Ebu Cafer
Babası: Aliyyül Rıza
Annesi: Sebike
Yüzüğünün Yazısı: Allah nede güzel kudret sahibidir.
İmamet Süresi: 8 yıl.
Dokuzuncu imamdır. Çok ibadet eden, kendini Allah’a adamış Taki sözcüğü ise lakabıdır. Babası İmam Ali Rıza’nın Tus şehrinde Hakk’a varmasından sonra, 17 yaşında iken imamlık görevine başladı. Ehlibeyt’in ve onların soyundan gelen tüm imamların geniş bilgileri, ahlaksal alanda doruklaşan nitelikleri, bireysel ve toplumsal ilişkilerindeki sıcak ve içten yaklaşımları; özveriyi, hoşgörüyü, alçak gönüllülüğü, doğruluğu, mertliği, yardımseverliği kendileri için vazgeçilmez temel davranış ilkeleri olarak benimseyişleri nedeniyle, yüzlerce yıldır dünyanın dört bir yanında yaşayan milyonlarca insan tarafından örnek alınmaları ve izlenilmeleri gereken birer önder olarak kabul edilmişlerdir.
----------------------------------------------------------

10- İmam Ali-en Naki


Doğum Tarihi: (M) 16.09.829, (H) 13 Recep 214
Şehadeti: (M) 28.06.868, (H) 3 Recep 254
Gömülü Olduğu Yer: Samara
Yaşı: 42
Çocuk Sayısı: 4 E, 1 K.
Katili: Mütevekkil
Lakabı: Hadi
Künyesi: Ebu-l Hasen
Babası: Muhammed-el Cevad
Annesi: Semane
Yüzüğünün Yazısı: Ahıtları korumak Allah huylarındandır.
Zamanındaki Halifeler: Muta'sım Vasık, Mütevekkil, Muntasır, Mustain, Mu'tezz, Muhtemelen
İmamet Süresi: 33 yıl.
Onuncu imamdır. Asıl adı Ali’dir. Lakapları Naki (temiz, pak), Hadi (doğru yol gösteren) demektir. İmam Ali Naki babası Hakk’a yürüdüğünde 7 yaşlarında idi. Babasının vasiyeti üzerine imamlık görevini üstleneceği için çok iyi yetiştirildi. Genç yaşta herkese verdiği güven, ilişkilerindeki incelik ve sıcak yaklaşımları ile ilgi, sevgi ve saygı görmeye başlamıştı. Bu durumu kıskanan Medine valisi, Abbasi halifesi Mütevekkil’e bir mektup yazıp İmam Naki’nin hilafet için tehlike oluşturduğunu Bağdat’a aldırılması gereğini bildirdi. Halife tarafından Bağdat’a çağrılan İmam Ali Naki’ye halk da büyük ilgi ve sevgi gösterdi. Tüm yaşantısı boyunca gerçek İslam’ı anlatmaya çalıştı.
--------------------------------------------------------

11- imam Hasan-ül Askeri


Doğum Tarihi: (M) 27.10.846, (H) 8 Rebiülevvel 231
Şehadeti: (M) 02.01.874, (H) 8 Rebiülevvel 260
Gömülü Olduğu Yer: Samara
Yaşı: 28
Çocuk Sayısı: 2 E
Katili: Mu’temed
Lakabı: Vekil
Künyesi: Ebu-Muhammed
Babası: Ali
Annesi: Susen (Hudeys)
Yüzüğünün Yazısı: Noksan sıfatlardan arıdır; göklerin ve yeryüzünün anahtarı
Zamanındaki Padişahlar ve Halifeler: Mu’tezz, Muhtedi, Mu’temed – İmamet Süresi: 6 yıl.
On birinci imamdır. Ceddi gibi, yaşadığı devrin, din bilginleri açısından, büyük uleması idi. “Tefsir”, “İsmail Nişaburi’ye Mektuplar”, “Helal ve Haram’a Dair Risale” gibi eserleri vardır.
----------------------------------------------------------

12- imam Muhammed Mehdi


Doğum Tarihi: (M) 30.07.869, (H) 15 Şaban 226
Lakabı: Mehdi
Künyesi: Ebu-l Kasım
Babası: Hasan’ül Asker
Annesi: Nercis
Yüzüğünün yazısı: Benim Allah Hucceti ve Özkulu
Kaim Mehdi Hakkında
Kaim Mehdi Oniki İmamlardan sonradır:
Ey insanlar,
Aziz ve celiyl olan Allah tarafından Bana bir nur verilmiş,
Benden sonra Ali b.Ebi Talib'e ve
 O'ndan sonrada Mehdi-i Kaime kadar,Onun nesline verilmiştir.
Mehdi de Allah ın hakkını ve bize ait olan her hakkı geri alır.
Zira aziz ve celiyl olan Allah bize kusurda bulunanlar a,düşmanlık gösterenlere,muhaliflere,
hainlere,günahkarlara,
zalimlere ve tüm
alemlerden gasp edenlere
 karşı hüccet karar kılmıştır.

Mehdi Dede’m gelse gerek
Ali divan kursa gerek
Haksızları kırsa gerek
İntikamını ala bir gün 





♡♡♡ Ehlibeyt YOLU facebook sayfasını Beğenmeyi Unutmayın sevgili Canlar

11 Haziran 2017 Pazar

Mum söndü iftira.!!

Mum. Söndü iftirası,Hz.Muhammed ( s.a.v ) ve onun kan soyuna yani Ehlibeytine atılan bir iftira ve köfür olduğunu Biliyormusunuz.?


Mum Söndü, iftirası.!!

Aleviler üzerinden Hz.Muhammed (SAV) ile O'nun Ehlibeyt'ine (Kan soyuna) atılmış ve insanlık tarihindeki en edepsiz yalanı olarak insanlarımıza mal edilmiştir.Ehlibeyt demek, Hz.Muhammed'in(SAV) kendisi ve kan soyundan olan ailesi demektir. Alevi pirlerinin ve dedelerin tamamı bu kan soyunun devamıdır. Yani bugünkü Alevilerin yol gösteren rehberleri (Rayber) ve Ehlibeyt Yolu'na iman ederek Yol'u sürenlerin (Talip) bir kısmı da dahil olmak üzere hemen hemen tamamı Hz.Muhammed(SAV)'in soy olarak ailesidir.


Bakın bu iftiranın kökeni nereden geliyor?
İlk ayetler Hz.Muhammed (SAV) efendimize tebliğ edilirken, tehdit ve tehlikeler yüzünden ayetleri kandil ışığında gizli gizli yazıya dökenler (ki başlarında Hz.Ali gelir) hakkında ; halk üzerindeki nufüzlarını kaybetmek istemeyen ve o zamanın en zengin tüccarları olan Ebu Süfyan (sonradan Müslüman olduğu söylenir), Ebu Cehil gibi yöneticiler tarafından hakaret ve ahlaksız dedikodular yapılmıştır. Müslümanların azılı düşmanlarından olan Ebu Cehil (Amr) fitnenin en derin ruhuna sahip şeytani kişiliği ile (ki günümüzde de bu tipler Müslüman görünüp kendi çıkarları için İslam'a zarar verenlere şahit oluyoruz) Resulullah tarafından “bu ümmetin firavunu” olarak vasıflandırılmıştır.İslam’ın doğuşundan sonra, yaptığı büyük düşmanlıktan dolayı, “cehaletin babası” anlamına gelen “Ebu Cehil” künyesi bizzat Peygamber Efendimiz tarafından kendisine verilmiş, Ebü’l-Hakem yerine, bu sıfat ve künye ile İslam tarihine geçmiştir. Her türlü düşmanlıktan çekinmemiş, Peygamber Efendimize ve ailesine yaptığı saldırı ve hakaretlerinden birinin sonrasında hem kafası yarılmış, hem de Hz. Hamza’nın Müslüman olmasına sebep olmuştur. Hicret gecesi Peygamber Efendimizin öldürülmesi planı kendisi tarafından tertiplenmiştir. Bedir Savaşı’nın harcamalarının büyük ekseriyetini kendisi karşılamış ve bu savaşa katılmıştır. Bu yılanın ilk kullandığı iftira tam bu ana denk gelir ve tuttuğu adamlarla ümmetin içinde "Bunlar kandil ışığında bir araya gelip topluca cinsel ilişkiye giriyorlar!" dedikodusunu yaymıştır. Bu durum karşısında Allah (CC) Nur Süresi 34. ve 35. ayetleri ile ümmeti uyarır;

Nur Süresi 34 : Andolsun, biz size açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden bir misal ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için bir öğüt indirdik.

Nur Süresi 35 : Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile, neredeyse aydınlatacak (kadar berrak) tır. Nur üstüne nur. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

Yani bütün mesele tehlike ve tehditlere karşı tamamen gizli ibadet yapma zorunluluğundangelmektedir.

Alevilerdeki bu gizli ibadet şekli Osmanlı padişahlarının Alevi düşmanlıkları nedeniyle, dağlardaki mağaralarda, tek odalı evlerde mum ışığında ibadet yapma zorunluluğu olarak aynı şekilde devam etmiştir.

Çok yakın tarihlerde bile (özellikle son elli yıl içinde), Dersim, Sivas, Maraş ve Çorum katliamlarının bir sonucu olarak, birçok yerde Aleviler, ibadetlerini mum ışığında gizli gizli yapmak zorunda kalmışlardır.

Umarım bu yazımızdan sonra Alevilerin üzerine atılmış bu iftirayı ağzına alan her birey, aslında ve aynı zamanda Hz.Muhammed (SAV) efendimize ve ailesine küfür ettiğini anlar,bilir ve susar!



Biz ALEVİLER ,İbadetlerimizi Kur'ana uygun olarak ;
Kur'an Ayetlerine göre YAPARIZ .Cem İbadetimiz de 12 hizmet vardır ve bu hizmetlerden birisi de Çerağ hizmetidir.Cem Evlerin de Nur Suresi 35. ve 36. Ayetlerine göre de Çerağ uyandırılır.Önce bu Ayetlere bakalım ,daha sonra da Çerağ Hizmetinin ne olduğuna .

NUR SURESİ 35.AYET:

Esirgeyen Bağışlayan Allah'ın Adıyla
Allah göklerin ve yerin NURUDUR.
Onun Nur’u içinde ışık bulunan bir kandile benzer o ışık bir cam içindedir.
Camda, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır.
Bu, yalnız ne doğuda ne de batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır.
Onun kendisine bir ateş dokunmasa bile hemen ışık verir.
Bu ışık nur üstünde nur’dur. Allah dileğini Nur’a kavuşturur.
Allah insanlara misaller verir Allah her şeyi bilir.

NUR SURESİ 36.AYET:

Bu ışık Allah’ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verildiği evlerde
yakılır. Onlar buralarda sabah akşam onu teşbih ederler.
-Çerağ kelimesi Farsça bir kelime olup kandil, güneş, mum, lamba, çıra anlamına gelmektedir.
Cem İbadetin de ,Nur suresinin 35. ve 36. ayetleri gereğince 3 mum yakarız.
Bu Mumlar :Allah’ın, Nübüvvetin ve Velayetin NURUNU temsil ederler .
Çerağ yakıldığı, zaman gün yüzüne çıkan Hakk Muhammed Ali Nurudur. Asıl aydınlanan insanın kalbi ve bilincidir.Çerağ, Allah'ın Nurudur. Daha yer gök hiç bir şey yokken O NUR vardı.
Her şey O Nurdan meydana gelmiştir. İşte çerahın yakılması o Nurun ;Muhammed Ali yolunun sevgiyle, aşkla olduğu kadar bilimle, irfanla bütün insanların yüreklerinin ve beyinlerinin aydınlanmasıdır .
     Kur’an-da, Çerağ konusunda Nisa Suresi 174‘cü ayetinde; „Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, herşeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik“ buyrulmuştur.

Ve yine Ahzap Suresi 46’cı ayette ise; „Ey Resulüm! Sen Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir delil olarak gönderildin“ buyrulmaktadır.
Alevi inancında uyandırılan çerağ; Hakk meydanını aydınlatarak ibadete başlama noktasıdır.
Hakk meydanında verilen Allah‘ın kelamıdır, ilmidir. Allah’ın kelam ile ruhların aydınlanması ve Hakk Muhammed Ali muhabbetiyle de gönüllerin aydınlanması demektir. Diğer bir manada ise; Kainatın karanlıktan aydınlığa yalnız Allah’ın ilmi ve muhabbetiyle mümkün olduğunu ifade eder.
Hakk’a giden yolun ancak sevgi ve ilim ile mümkün olacağına işarettir.

ÇERAĞCININ DUASI

Bismi Şah Allah Allah;
Çerağı Ruşen, Fahri Dervişan,
Zuhuru iman, Himmeti Piran
Piri Horasan, Küşadı meydan
Kuvveyi Abdalan, Kanunu Evliya,
Gerçek erenler demine hü
La Feta İlla Ali La Seyfe İlla Zülfikar

Bi nuru azametike ya Allah ya Allah ya Allah ( ilk mum yakılır :Hakkın Nuru )
Ve bi nuru nübüvvetike ya Muhammed ya Muhammed ya Muhammed (2. mum yakılır :Nübüvvet )
Ve biri nuru velayetike ya Ali ya Ali ya Ali ( 3. mum yakılır :Velayet )
Çün Çerağı uyandırdık ol fahri hüdanın aşkına
**********
Cem Evlerin de ibadetlerimiz de 12 hizmetten birisi olan Çerağ Hizmeti budur.
Şimdi düşünün ELİNE DİLİNE BELİNE SAHİP OL ilkesi ile yaşayan ,
Yaptığı ibadetler de Kur'an AYETLERİNE göre olan bir Toplum nasıl böyle iğrenç bir Olayı yapabilir .
Elbette aklı başın da olan her İyi İNSAN biliyordur Ki bu MUM SÖNDÜ olayı büyük bir İFTİRADIR .
 Peki bu iftirayı çıkaranlar ve inanıp da BAK ALEVİLER NE YAPIYOR BİLİYOR MUSUN ,
Diye İftira ve gıybet ederek (Hucurat, 12) ayetine göre ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlananlar
Bırakın Müslüman olmayı İNSAN OLA BİLİRLER Mİ ?
ALEVİLERE OLAN BU KİN ve DÜŞMANLIK Neden ?
Allah’a , Peygamber’e, Kur’an’a, Büyük bağlılığımızdan .
Hz.Peygamber’in bıraktığı, iki kutsal emanete, Kur’an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt’ine sadık kaldığımızdan .
Hz. Muhammed’e düşman olmanın sebebi neyse Aleviliğe düşman olmanın sebebi de odur.
İslama gösterilen kinin sebebi neyse Aleviliğe olan kinin de sebebi odur.
Zira Alevilik rafine İslam’dır.İSLAMIN ÖZÜ OLAN BİR YOLDUR ....
Alevilikte Emevi sapkınlığı yoktur.
Alevilikte Vahhabî bağnazlığı mevcut değildir.
Hz. Ali’ye düşmanlık edenlerin içlerindeki kinin sebebi neyse Aleviliğe olan kinin de sebebi odur.
Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna takarak Hz. Ali önderliğindeki müminler ordusuna karşı hücum edenlerin kinlerinin sebebi neyse Aleviliğe olan kinin de sebebi odur.
Eline, Diline ve Beline sahip olmayı en büyük ahlaki özellik ve yüksek fazilet olarak gören Alevilere,
ana bacı tanımaz demek ve mum söndü yapıyorlar iftirasını atmak
Cehennem ateşine odun olmak için yeterlidir.
Aşıyla, eşiyle, kardeşiyle Hak Muhammed Ali yoluna ikrar veren Alevilerin yaptıkları yemek de, kestikleri et de Pir dilinden dualıdır. Bu sebeple Alevilerin lokması Hak lokmasıdır. O lokmadan yemek münkirlere haramdır. Binaenaleyh; “ Alevilerin yemeği yenmez!” diyenler münkirlerin ta kendileridir.
Bu münkirlik, cem evlerine “ Cümbüş evi “ dedirten bir münkirliktir.
Bu münkirlik, Alevi katillerini öven bir münkirliktir.
Bu münkirlik, Türk Milletini Alevi ve Sünni diye bölmeye çalışan bir münkirliktir.
Hal böyleyken Alevilere yönelik nefret söyleminin ve Alevi düşmanlığının beslendiği kaynak da Ebu Cehillerin, Muaviye’nin, Yezit’in, Ebussuud’un beslendiği inkar ve nifak kaynağıdır.
Peki, bir topluluğa karşı alenen düşmanca söylemlere sahip olmak, nefret duygusunu yaymak ve kin gütmek hukuken suç değil midir?
Elbette suçtur.
Peki, Alevileri ve Aleviliği aşağılayanlara karşı hangi savcı harekete geçmiştir?
Peki, okullarda, özellikle din derslerinde ama yer yer diğer derslerde de hatta felsefe dersinde bile Alevileri aşağılayan bir kısım sözde öğretmenlerim, Alevililiği “sapık mezhep“ diye niteleyen kimi sözde siyasetçilerin ve Alevi değerlerine küfretmeyi marifet sanan bir kısım sözde yazarların hangisi yargı önüne çıkmış ve hesap vermiştir?
Bu suçu işleyenlerin hangisi hakkında mahkemeler cezaya hükmetmişlerdir?
Evet, söyleyin Allah aşkına, hangi bağnaza, hangi yobaza, hangi karanlık yüze ceza verilmiştir?
Heyhat, bırakın Alevilere hakaret edenleri, Alevileri katledenlere bile hak ettikleri ceza hiçbir zaman verilmiş değildir.
Alevi katliamlarının failleri yargı önünde gereğince muhakeme bile edilmiş değildir. Katillerin yaptıkları yanlarına kar kalmıştır.Alevilere karşı büyük bir vicdansızlık yapılıyor.
Adalet ve insaf denilen kavramlar, söz konusu olan Aleviler olunca hiç akla gelmiyor.
Alevilerin inançlarına saygı yok.
Alevilerin ritüellerine saygı yok.
Hasılı, Alevilerin Aleviliğine saygı yok…

Mum. Söndü iftirası,Hz.Muhammed ( s.a.v ) ve onun kan soyuna yani Ehlibeytine atılan bir iftira ve köfür olduğunu Biliyormusunuz.?



10 Haziran 2017 Cumartesi

Hü,kelimesi Ne anlama geliyor



Hü,Kelimesi Ne anlama geliyor.?

HÛ Şöyle bilinmeli ki, Ulu Tanrı'nın iki (türlü) adı vardır. Birisi gizli, birisi açıktır. Açık adı "Errahmanirrahim", gizli adı "Hû"dur. (Böylece) Hak'u Taalânın binbir adı vardır. İmdi, onun hikmetinden soru sorulmaz. Bir buyruğu ile bir damla sudan güzel yüzlü adam yaratır, ay ve güneş onun güzelliğinden utanır. (Tanrı'nın) gücü sonsuzdur. Ve de nimet iki türlüdür. Biri gizli biri açıktır. Açık nimet, malmülk nimeti ile oğlan ve kız gibidir. Gizli nimet Şevk-i zevki terk edip Ali-Muhammed yoluna sarf etmektir. İman ve marifet gibidir. Şimdi şöyle bilinmeli ki; âlem esrar-ı ekberdir 296. Ruhtan ruh evreni büyüktür. Ve de sonsuzluktur. Ve insan âlem kalbinden ekberdir. Ve de (bir) hadis-i şerifte "İçinde Tanrı zikri bulunan yürek en ulu evdir" 297buyrulmuştur. Mümin olanın zikri kabuldür ve kalbi beyt-i şeriftir 298. Ancak, Hak Taalâ'yı anmak yedi türlüdür. Birinci pirin hizmetini bilip işlemektir. İkinci Allah-u Taalâ ikrarına razı olup Tanrı yoluna düşmektir. Üçüncü şeriata sağlam bağlılıktır. Dördüncü, tarikate sıkı bağlılıktır. Beşinci marifeti sağlam olmaktır. Altıncı ilmi sağlam olmaktır. Yedinci edep ve hayası sağlam olmaktır

Şöyle bilinmeli ki; selam 300 Hak Taalâ ulu, büyük adlarından biridir. Selam Tanrı'nın selamıdır. (Onun) temiz sıfatıdır. Aşk (ise) insanın sıfatıdır. Ve de selam kudret kandilinin nurudur. "Aşk olsun" demek "cesede can geldi" demek(tir). "Hoş gördük" ve "sefa gördük" (demek), "ceset geldi" (demektir). Ve bir rivayete göre "safa gördük" sözü Cebrail Aleyhüsselam('ın) dilinden Adem Safiyullaha, Nuh Nebiyullah'a, İbrahim Halilullah'a ve İsmail Zebhullah'a geldi. "Hoş gördük", "Safa gördük" demek Cebrail Aleyhüsselam'ın dilinden Eyyüb Şifaullaha, Yusuf Hüsnullah'a ve Süleyman Eminullah'a geldi. Bu sekiz peygamberin her biri bir belâya tutuldu. (Onlar bu çıkmazda iken) Hak Taalâ Cebrail Aleyhüsselam Hazretlerini gönderdi. Cebrail gelip sekiz peygamber belâ anındayken "sefa gördük" "hoş gördük" dedi. İmdi, sema, aşk (olsun), sefa (gördük) ve hoş (gördük) sözlerinin anlamının bu olduğu anlaşıldı. Er ve bacıların selamları ve karşılıkları gereklidir. (Bir ev sahibinin eve gelen kimsenin selamına karşılık vermesi) "Bu ev senindir" demektir 301. Besmele 302; İmdi şöyle bilinmeli; bir kimse "Bismillahirrahmanirra-him" dese tıpkı ateşin karşısında mumun erimesi gibi, lanetli şeytan erir. Ve bu rivayette "Bismillahirrahmanirrahim" sözü dört sözcüktür. Ve günah (bu) dört tür üstünedir. Birinci gece günahı, ikinci gündüz günahı, üçüncü gizli günah, dördüncü açık günahtır. Ne zaman ki bir kişi yürekten "Bismillahirrahmanirrahim" dese, Allahu Taalâ o kimsenin günahını yarlıgar, bağışlar. Ve de evliyalar sultanı bir hadisinde şöyle buyurur: "Bir kimse inançla "Bismillahirrahmanirrahim" dese, Allah'u Taalâ baş

yazıcısına buyurur. O kimseye divanına gelince Cennette dörtbin derece (hayır) yazdırır. O kimsenin dörtbin günahını bağışlar". Ve bir hadiste Muhammed Mustafa Hazretleri buyururlar ki: "Bir kimse çocuğunu okumaya verse ve o çocuk bir kez "Bismillahirrahmanirrahim" dese, Hak Taalâ Hazretleri o oğlan ile atası ve anasının ateşten uzaklaşmaları, asla cehennem ateşi görmemeleri için berat yazar. Ve de Hazreti Ali Keremullahu veçhe Hazretlerinden şöyle rivayet olunur: "Hak Süphane ve Allah'u Taalâ ne kadar sırrı ve gizemi varsa dört kitapta bildirmiştir. (Bu dört kitabın) birincisi Tevrat, ikincisi Zebur, üçüncüsü İncil, dördüncüsü Kuran-ı Azimüşşan'dır. Bu dört kitap içindeki esrarını Fatiha şerifte bildirdi. Ve Fatiha-i şerifte her ne esrarı var ise "Bismillahirrahmanirrahim" içine koydu. Ve "Bismillahirrahmanirrahim" içinde ne kadar esrarı var ise Yasin-i Şerif'te (gizledi). Yasin-i şerifte (ne sırrı) varsa o 'ba'nın altındaki noktada sakladı."

( imam-ı Cafer Sadık buyruğu )


5 Haziran 2017 Pazartesi

Gadir-i hum olayı, ve Ehlibeyt kimdir.!!



GADİR-İ HUM OLAYI VE  EHLİBEYT KİMDİR.?


Ahir zaman Peygamberi, Hz. Muhammed Mustafa, hakka yürüyeceğini anlayınca 23 Şubat 632 tarihinde Gadirhum denilen bir alanda, rivayetlere göre 80 bini kişiyi aşkın bir topluluğa, Deve semerlerinden bir mimber oluşturarak bunun üstüne çıkıp tarihi Veda Hutbesini okudu. Hz. Muhammed Mustafa, ümmetine seslenerek 2 emanet tavsiye etti.

 1- Allahın kelamı Kuran-ı Kerim,

2- Ehl-i Beyt’i.

Hz. Muhammed şöyle dedi. “Kuran ve Ehl-i Beytime ipine sım sıkı sarılın. Kevser Havuzunda her iki emanet bir birinden ayrılmadan bana ulaşacaktır . Ehl-i Beyt’im, Nuh’un gemisi gibidir. Gemiye binenler kurtuldular, binmeyenler helak oldular”.

(Ehl-i Beyt, Hz. Muhammed’in ailesi demektir ve 1- Hz. Muhammed, 2- İmam Ali, 3- Ana Fatma, 4- İmam Hasan ve 5- İmam Hüseyin olmak üzere toplam 5 kişidirler).

Kur’an-ı Kerim düşünce, kanun ve değerler kaynağıdır... Kur’an, hayat programını düzenlemek ve hayat kanunlarını belirlemek üzere inen ilahî vahiy ve sözlerdir...

Kur’an-ı Kerim’de, Ehl-i Beyt’den bahsedilirken iki üslup kullanılmıştır:

1- Onlara özel bir unvan vererek onlardan bahsetmiştir. Tathir Ayeti’nde “Ehl-i Beyt” olarak, Meveddet Ayeti’nde de “Kurba” (Peygamber’in yakınları) olarak onlardan söz edilmesini buna örnek olarak verebiliriz. Bu konuda birçok ayet nazil olmuş ve Sünnet-i Nebevî o ayetleri açıklamıştır; müfessirler ve raviler de, onları kendi hadis ve tefsir kitaplarında nakletmişlerdir.

2- Onlarla ilgili olaylar ve vakıaları kaydetmiş, onların fazilet ve makamlarını anlatmış, onları övmüş ve ümmeti onlara yöneltmek istemiştir. Bu konularda birçok ayet inmiştir. Bu ayetlerin bazılarında, Mübahele Ayeti (Âl-i İmran, 61) ve İt’am Ayeti’nde (İnsan, 8) olduğu gibi, Ehl-i Beyt’den toplu olarak söz edilmiş, bazılarında ise Ehl-i Beyt’in bazı fertlerinden bahsedilmiştir. Örneğin; Maide Sûresi’nin 55. ayeti olan ve “Velâyet Ayeti” diye adlandırılan, “Sizin veliniz, yalnız Allah, O’nun Peygamberi ve iman eden, ibadet eden ve rükû halinde zekât verenlerdir.” ayetinde Hz. Ali’den bahsedilmektedir.

 Ehl-i Beyt Hakkında Nazil Olan Ayetler(4)

1- Tathir Ayeti(5)

“Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister” (Ahzab: 33)

Birçok tefsir ve Hadis kitaplarında bu ayet-i kerimedeki “Ehl-i Beyt”ten maksadın, Peygamber’in Ehl-i Beyti ve onların da, “Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” olduğu açıklanmıştır.

Suyutî, ed-Dürr’ül-Mensur adlı tefsirinde, Taberanî’nin, Ümmü Seleme’den şöyle tarif ettiğini bildiriyor: “Peygamber, kızı Fatıma’ya şöyle buyurdu: “Kocanı ve çocuklarını benim yanıma getir .” O da gidip onları getirdiğinde, Peygamber, Fedek’ten getirilmiş olan abasını onların üzerine attı ve mübarek ellerini onların üzerine koyup şöyle buyurdu: “Allah’ım, bunlar Muhammed’in ailesi ve soyudur, kendi rahmet ve bereketlerini Muhammed’in ehli ve soyunun üzerine indir; nasıl ki İbrahim’in soyuna indirdin. Şüphesiz ki sen, övülensin, yücesin.”

Ümmü Seleme: “Ben de abanın altına girmek ve onlara katılmak istedim ve bunun için abanın bir ucunu kaldırdım. Peygamber abayı benim elimden çekti ve abanın altına girmeme müsaade etmedi ve şöyle buyurdu: “Sen hayır ve saadet üzeresin”. Demektedir.

Peygamber’in eşi Ümmü Seleme’den nakledilen diğer bir hadiste de şöyle geçer: “Peygamber, Ümmü Seleme’nin evinde bir yatakta yatmıştı ve üzerine de bir Hayber abası örtmüştü. O sırada Fatıma biraz yemek getirdi. Peygamber buyurdu: “(Ey Fatıma!) Kocanı ve çocukların Hasan ve Hüseyin’i benim yanıma çağır.” O da onları çağırdı. Yemeği yedikleri sırada Peygamber’e şu ayet nazil oldu:

“Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.”

Peygamber üzerindeki abanın fazlasını onların (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’in) üzerine örttü, daha sonra elini abadan çıkarıp göğe kaldırarak şöyle dua etti:

“Allah’ım, bunlar benim Ehl-i Beytim ve bana ait olan kimselerdir; öyleyse her türlü pisliği ve kötülüğü onlardan gider ve onları tertemiz kıl.”

Hz. Peygamber, bu sözü üç defa tekrarladı. Ümmü Seleme diyor: “Bende başımı o örtünün altına soktum ve dedim: “Ya Resulullah! Ben de sizinle miyim?” Peygamber iki defa buyurdu: “Sen hayır ve saadet üzeresin.”

Hz. Peygamber, devamlı olarak bu ayetin manasını ümmetine açıklıyor ve bu ayette açıklanan nur ve hidayetten ayrı düşmemeleri için sürekli olarak onların dikkatini bu ayete çekiyordu. Örnek olarak şu hadis-i şerifi zikredebiliriz:

Hz. Muhammed buyuruyor ki:

“Bu ayet (Tathir Ayeti) beş kişinin hakkında nazil olmuştur: Ben, Ali, Fatıma, Hasan, ve Hüseyin”. Bu ayetin tefsirinde, Ehl-i Beyt’den maksadın kimler olduğu hakkında Aişe’den şöyle bir rivayet eder.

“Bir gün Peygamber üzerinde siyah yünden dokunmuş nakışlı bir kumaş olduğu halde dışarı çıktı. O sırada Hasan bin Ali geldi, Peygamber onu o kumaşın altına aldı; sonra Hüseyin geldi, Peygamber onu da o kumaşın altına aldı; sonra Fatıma geldi, Peygamber onu da o kumaşın altına aldı; daha sonra da Ali geldi, geldi, Peygamber onu da o kumaşın altına aldı ve şu ayeti okudu: “ Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.” (Ahzab: 33)

Kur’an-ı Kerim, Ehl-i Beyt’den bahs ederken onların her türlü fenalıktan pâk ve temiz olduklarını belirtmektedir.

Peygamber, sabahları Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın kapısına gelerek onları “Ehl-i Beytim” diye çağırıyor, böylece onların şahsiyetini ümmetine tanıtıp anlatarak, dikkatleri onlara çekmek ve Ehl-i Beyt’e sevgi, itaat gösterilmesini amaçlıyordu.

Sahabe’den Taberanî, Ebu’l-Hamra’dan şöyle rivayet ediyor: “Altı ay Peygamber’in, Ali ve Fatıma’nın kapısına gelip şöyle dediğine şahit oldum: “Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.” (Ahzab: 33)

Fahr-i Razî de bu Hadisi şöyle naklediyor:

“ Resulullah, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın evine gelip; “Ey Ehl-i Beyt! “Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.” derdi.

 2- Meveddet Ayeti

“(Ey Peygamber! Müslümanlara) De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma (Ehl-i Beytime) sevgidir.” (Şûra: 23)

Hz. Peygamber, bu ayetten kimlerin kastedildiğini ve sevgileri ve itaatleri farz olanların kimler olduğunu Müslümanlara beyan etmiştir.

İslam Hadis ve tarih yazarları bu ayetteki “Kurba” (Peygamber’in yakınları) kelimesinden maksadın, “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin” olduğunu nakletmişlerdir.

Dönemi yansıtan gelişmelere bakılırsa inanmayanlar kendi aralarında konuşurlarken “Acaba Muhammed, yaptıklarından dolayı karşılık olarak bir şey isteyecek mi?” diye konuşurlar. O zaman; “De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma (Ehl-i Beytime) sevgidir.” (Şûra: 23) ayeti nazil olur.”

“Meveddet ayeti nazil olduğunuda “Ya Resulullah! Sevgi ve muhabbetleri bize farz olan yakınların kimlerdir?” diye sordular. Resulullah: “Onlar Ali, Fatıma ve onların iki evladıdır. ” Diye buyurdular.

Hz. Peygamber, kızı Hz. Fatıma’yı çok seviyor ve şöyle buyuruyorlar:

“Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır; onu inciten, rahatsız eden beni incitip rahatsız etmiştir.”

İslam kaynaklarına göre ve yaşanılan Aleviliğe yansımasına bakılırsa, Hz. Muhammed’in, Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’i çok sevdiği görülmektedir.

Ehli Beyte inanan, aradığı çoğu erdemi onlarda bulan ve dolayısı ile sonsuz sevgi duyan Peygamber’in ümmeti de onları sever ve yüreğinde hisseder. Kur’an-ı Kerim de buyurulur: “(Ey Peygamber ! Müslümanlara) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da siz sevsin.” (Âl-i İmran: 31)

“... Ve ona (Peygamber’e) uyun ki doğru yolu bulmuş olasınız.” (A’raf: 158)

“Onun (Peygamber’in) emrine aykırı hareket edenler, Allah’ın azabından sakınsınlar.” (Nur: 63)

“(Ey Müslümanlar!) Andolsun ki, Allah’ın Resulü’nde sizin için uyulacak güzel bir örnek var. (O, sizin için en güzel örnektir) “. (Ahzab: 21)

Hz. Peygamber’in, Hz Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i sevdiği ve onlara önem verdiği için, Müslümanların da Peygamberine uyarak onları sevmesinin, onlara önem vermesinin Allahın emir olduğu da böylelikle anlaşılır.

Ehl-i Beyte dua edip salâvat göndermek, büyük bir makama sahip olan Ehl-i Beyt’i anmak ayrıca büyük bir ibadettir..

İmam Şafiî bir şiirinde şöyle diyor:

“Ey yolcu! Mina kumluğunda biraz dur; seher vakti hacılar Mina’ya akın yaptıklarında, büyük bir ırmak gibi coşup gittiklerinde, Hif’in sakinlerine ve ayaktakilere seslen; onlara de ki: Eğer Muhemmed’in Ehl-i Beyti’ni sevmek rafizilik ise (dini terketmkse), öyleyse bütün insanlar ve cinler tanık olsunlar, ben rafiziyim.”

İbn-i Abbas adlı Sahabe’ninrivayet ettiği hadiste: “Meveddet Ayeti nazil olduğunda Müslümanlar Resulullah’a: “Muhabbeti ve sevgisi bize farz olan akrabaların kimlerdir ya Resulullah?” diye sordular. Resulullah, “Ali, Fatıma ve onların iki evladıdır.” diye buyurdular.”

Hz. Peygamberin ümmetine: “Ben sizden peygamberlik ve Allah’ın ahkâmını tebliğ etme yolunda çektiğim zahmetler ve zorluklara karşılık Ehl-i Beytimi ve yakınlarımı sevmekten başka bir şey istemiyorum.” Hadisinin, gerçekte, ümmetin takip edeceği yolu öğrenmekte kime başvuracaklarını göstermektedir.

 3- Mübahele Ayeti

“(Ey Peygamber!) Sana gelen bilgiden sonra, kim seninle bu hususta tartışacak olursa, de ki: Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra Allah’ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.” (Âl-i İmran: 61)

İslâm tarihinde “Mübahele” olarak rivayet edilen çok önemli bir olaya göre: “Hıristiyan olan Necran kabilesinden bir heyet, Hz. Muhammed’in yanına gelip onun peygamberliği hakkında bahsedip delil isteyince, Allah bu ayeti göndererek Hz. Muhammed’e; Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i yanına alıp çöle çıkmasını, Hristiyanlara da kendi hanım ve çocuklarıyla birlikte çöle çıkmalarını, sonra da Allah’tan yalancıların üzerine lânet ve cezasını indirmesi için dua etmeleri emredilir.”

Zemahşerî, Keşşaf adlı tefsirinde şöyle yazar:

“Hz. Peygamber, Necran Hıristiyanlarını mübahele etmeye çağırdığı zaman dediler ki: “Müsaade edin, dönüp bu konuda biraz düşünelim. Kendi aralarında toplanıp konuştukları zaman, fikir sahipleri olan (Necran papazı) Akıb’e dönerek: “Ey Mesih’in kulu! Senin görüşün nedir?” diye sordular. O da şöyle dedi: “Ey Hıristiyan Cemaati! And olsun Allah’a ki, siz Muhammed’in Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu ve O’ndan hak bir kitap getirmiş olduğunu biliyorsunuz. Allah’a andolsun ki, Peygamberi ile mübahele eden hiçbir ümmetin büyükleri diri kalmamış ve küçükleri de büyümemiştir. Eğer onunla mübahele ederseniz, gerçekten hepimiz helâk oluruz. Bununla beraber yine de kendi dininizin üzerinde kalmak isterseniz, bu şahısla (Muhammed’le) vedalaşın ve kendi diyarınıza dönün.”

Bu arada Hz. Peygamber, Hz. Hüseyin’i kucağına almış, Hz. Hasan’ın elinden tutmuş, peşi sıra Hz. Fatıma ve onun peşi sıra da Hz. Ali olduğu halde geldi ve: “Ben dua ettiğim zaman siz de amin deyin.” diye buyurdular.

Necran papazı bu manzarayı görünce, Hıristiyanlara dönerek şöyle dedi:

“Ey Hıristiyan topluluğu! Ben öyle simalar görüyorum ki, Allah bir dağı onların hürmetine yerinden koparmak istese, koparır. Onlarla mübahele etmeyin. Eğer mübahele ederseniz, helâk olursunuz ve kıyamet gününe kadar yeryüzünde bir Hıristiyan kalmaz”. Bunun üzerine Hristiyanlar, Hz. Peygamber’e dediler ki: “Ey Ebe’l-Kasım! Biz seninle mübahele etmemeye karar verdik; sen kendi dininde kal, biz de kendi dinimizde.”

Hz. Peygamber’ de şöyle buyurdu: “Eğer mübahele etmiyorsanız, öyleyse İslâm dinini kabul edin ve Müslüman olun ki, Müslümanların menfaat ve zararlarına ortak olasınız”. Hıristiyanlar bunu kabul etmeyince, Peygamber şöyle buyurdu:

“Öyleyse sizinle savaşacağım.”

Onlar şöyle dediler:

“Bizim Arap milleti ile savaşmaya gücümüz yoktur. Fakat seninle bir anlaşma yapmaya hazırız. Eğer bizimle savaşmaz, bizi korkutmaz ve bizi kendi dinimizden döndürmezseniz, her yıl size iki bin tane elbise veririz. Bunların yarısını safer ayında ve yarısını da recep ayında veririz. Bundan başka, bir de demirden dokunan otuz adet zırh veririz”.

Peygamber’de buna razı oldu ve daha sonra şöyle buyurdu:

“Canım elinde olan Allah’a andolsun ki, Necran ehlinin helâk olma vakti gelip çatmıştı. Eğer onlar mübahele etmiş olsalardı, şüphesiz ki suret değişip maymun ve domuz olacaklardı ve bu sahra onlar için ateşten bir cehenneme dönecekti. Hatta ağaçların üstündeki kuşlar da dahil olmak üzere Necran ehlinin hepsi helâk olacaktı ve bir yıl bile geçmeden bütün Hıristiyanlar yok olup gideceklerdi.”

Zemahşerî, bu olayı naklettikten sonra, Mübahele Ayetinin tefsiriyle ilgili olarak Ehl-i Beyt’in büyüklüğü hakkında Aişe’den rivayet ettiği bir hadis ile Ehl-i Beyt’in makamını açıklıyor:

“Allah-u Teala bu ayette, onları ‘kendimiz’ diye tabir edilen kimseden de önce zikretmiştir ki, onların Allah katındaki özel makamlarını ve yakınlık derecelerini açıkça bildirsin. Bu ayet, ‘Ashab-ı Kisa’nın fazilet ve üstünlüğüne en büyük ve en güçlü bir delildir”.

“Aynı zamanda bu olay, Hz. Resulullah’ın nübüvvetinin doğruluğuna da güzel bir delildir. Zira ister dost olsun, ister düşman, hiçbir şahıs, Hıristiyanların, Hz. Peygamber’in mübahele isteğini kabul ettiklerini nakletmemiştir.”

İslam ile inanmayanların ordusunun karşı karşıya geldiği bu olayda sadece bunların öne çıkması, onların hidayet önderleri, ümmetin seçkinleri, ileri gelenleri ve ümmet içinde duları geri dönmeyen, sözleri yalanlanmayan en temiz ve en kutsal kişiler olduklarını göstermektedir.

Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir adlı eserinde Zemahşerî’nin naklettiği rivayeti aynen nakletmiş ve söz konusu ayetin tefsirinde Zemahşerî’nin sözlerine katılarak şunu da eklemiştir: “Bil ki, bu hadisin doğru olduğuna tefsir ve hadis ehli ittifak ve icma etmişlerdir.”

 4- Salâvat (Salât) Ayeti

“Şüphe yok ki Allah ve melekleri Peygamber’e salât (rahmet) ederler. Ey inananlar, siz de ona salât edin ve tam teslimiyetle ona selâm verin.” (Ahzap: 56)

Kuranı Kerim, Ehl-i Beyt’in pak ve tertemiz olduğunu, açıklamıştır. Din Alimleri de Kur’an ayetleri ve Hadislerden faydalanarak Ehl-i Beyt’in kimler olduğunu isimleriyle belirlemiş, onların “Hz. Muahmmed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin” olduklarını beyan atmişlerdir.

Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir’inde adlı eserinde şu Hadisi naklediyor: “Hz. Peygamber’den: “Ya Resulallah! Sana ne şekilde salâvat getirelim?” diye soruldu. ‘Peygamber, “ Bana şöyle salâvat getirin” buyurdu: “Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beyti’ne salât et, nasıl ki İbrahim’e ve İbrahim’in Ehl-i Beyt’ine salât ettin; Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beyt’ine bereket ver, nasıl ki İbrahim’e ve İbrahim’in Ehl-i Beyt’ine bereket verdin. Şüphesiz, sen beğenilmişsin, yücesin.”

Eğer. “Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlarsa, artık bizim salâvat getirmemize ne gerek var?” diye sorulursa, deriz ki: “Hz. Peygamber’e salâvat getirmek, onun salâvata ihtiyacı olduğu için değildir. Yoksa Allah’ın salâtından sonra meleklerin salâvatına da ihtiyacı kalmazdı. Salâvat, Peygamber’e karşı bizden taraf bir tazim ve saygıdır. Bu vesile ile sevap kazanabiliyoruz. İşte bunun içindir ki, Hz. Peygamber buyuruyor: “Kim bana bir defa salâvat getirirse, Allah da ona on defa salât eder.”

Suyutî de, ed-Dürü’ül-Mensur adlı tefsirinde şöyle yazıyor:

“Abdurrezzak, İbn-i Ebî Şeybe, Ahmed, Abd bin Hamid, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî, İbn-i Mace ve İbn-i Merdeveyh, Ka’b bin Umre’den şöyle nakletmişlerdir: “Bir gün adamın biri, Hz. Peygamber’e: “Ya Resulallah! Sana selâm vermenin usulünü öğrendik, bize sana salâvat getirmenin şeklini de öğretir misin?” diye sordu. Hz. Peygamber buyurdular: “De ki: Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beyti’ne salât (rahmet) et, nasıl ki İbrahim’e ve İbrahim’in soyuna salât ettin. Gerçekten sen övgü ve izzet sahibisin.”

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

“Cimri, benim ismim yanında anıldığı zaman, bana salâvat getirmeyen kimsedir.”

5- İnsan (Dehr) Sûresi: 5-22)

5. İyiler ise, kâfûr katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içerler.
6. (Bu,) Allah’ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır.
7. O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler.
8. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.
9. “Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.”
10.  “Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden korkarız” (derler).
11.  İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; parlaklık, sevinç verir.
12.  Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri lütfeder.
13.  Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk.
14.  (Cennet ağaçlarının) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.
15.  Yanlarında gümüşten kaplar ve billûr kupalar dolaştırılır.
16.  Gümüşten öyle kadehler ki onları istedikleri ölçüde tayin ve takdir etmişlerdir.
17.  Onlara orada bir kâseden içirilir ki (bu şarabın) karışımında zencefil vardır.
18.  (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebîl denir.
19.  O insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedîmler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.
20.  Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.
Bu ayetlerde cennet ile müjdelenen Ehl-i Beyt’tir.
Zemahşerî, bu ayetlerin tefsirinde şöyle diyor:

“İbn-i Abbas nakletmiştir: “Bir gün Hasan ve Hüseyin hasta olmuşlardı. Hz. Peygamber ashaptan bir grup ile birlikte onları görmeye gittiler. Bu ziyaret esnasında: “Ey Ebe’l-Hasan, çocuklarının şifası için bir adak ada” buyurdular. Ali, Fatıma ve hizmetçileri Fizze, her üçü, “Hasan ve Hüseyin şifa bulurlarsa, üç gün oruç tutacağız.” diye nezrettiler. Hasan ve Hüseyin şifa buldular. Fakat o günlerde evlerinde yiyecek herhangi bir şey yoktu. Ali, Şem’un isimli bir Yahudiden üç sa’ miktarında arpa borç aldı. Hz. Fatıma onun bir sa’ını öğütüp kendi sayılarınca beş adet ekmek pişirdi. Onları iftar vakti yemek için önlerine koydukları sırada, bir dilenci kapının önünde durup şöyle seslendi: “Selâm olsun size Ey Muhammed’in Ehl-i Beyt’i! Ben bir fakirim; bana yiyecek verin, Allah size cennet sofralarından yedirsin.” Bunun üzerine, hepsi fedakârlık edip ekmeklerini dilenciye verdiler ve kendileri suyla iftar edip o geceyi öylece sabahladılar. Ertesi gün yine oruç tuttular. Akşam vakti sofra başına oturup iftar edecekleri sırada, bu sefer bir yetim kapıya gelip yiyecek istedi. Onlar da ekmeklerini ona verdiler ve o gün de aç kaldılar. Üçüncü gün iftar vakti bir esir gelip yiyecek istedi. Onlar da iftarlıklarını ona verdiler. Ertesi gün Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’ın ellerinden tutup Hz. Peygamber’in huzuruna geldiler. Hz. Peygamber, onları açlıktan titrer halde görünce şöyle buyurdu: “Sizi bu halde görmek bana çok ağır geliyor .” Daha sonra onlarla beraber Fatıma’ın evine geldiler. Hz. Peygamber kızı Fatıma’ı mihrabında açlıktan karnı vücuduna yapışmış ve gözleri çukurlaşmış bir halde gördü. Bu manzara, Peygamber’i çok üzdü. Bu sırada Cebrail nazil oldu ve: “Ey Muhammed! Allah böyle Ehl-i Beyt’ten dolayı seni müjdeliyor.” dedi ve İnsan Sûresini Peygamber’e okudu.”

Bu ayetler, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için inmiş ve Cennetle müjdelenenler olduğunu İslam kaynakları ortaya koymakta, Hadislerle de aktarmaktadır.


31 Mayıs 2017 Çarşamba

Aleviler selam alır verirken neden Ellerini kalplerinin üstüne koyarlar.?


Aleviler Selam Alıp Verirken Neden Ellerini Kalplerinin Üstüne Koyarlar.?  

Aleviler yemin ederlerken ellerini göğüslerine koyup ALAH EYVALLAH derler. Bu dahi AL-i Abâ’ya yani Ehlibeyte işarettir. Elin baş parmağı Hazreti Muhammed, Şahadet parmağı Hazreti Ali, orta parmağı Hazreti Fatıma, küçük parmak Hazreti Hasan, serçe parmak Hazreti Hüseyin’e delâlet ( işaret ) eder. Bunun içindir ki Aleviler elin parmaklarını açarak kalplerinin üzerine koyarlar ve bu şekilde selam verirler, selam alırlar. Elin göğse, kalp üzerine konmasının sebebi ise ( Al-i Abâ: Ehlibeyt ) her an benim gönlümde, içimde, kalbimdedir. Onları çok seviyorum. Onlar için canımı fedaya hazırım demektir. Alevilerin her hareketlerinde, her sözlerinde başka bir mana, bir işaret vardır.

Aleviler Neden İşaret Parmagını Öpüp Basına Koyar.?

Bu hareketin anlamı "niyaz vermek"tir.
Sağ elin işaret parmağı öpülür, alına götürülür ve sonra da kalbin üzerine konur.

Muhammed Ali Hızır, erenler evliyalardan bas ettiğimizde veya türbeye gittiğimizde ya da bir sohbet sırasında herhangi bir Pirden bahsederken niyaz veririz.

Bunun anlamı daima dilimde, başımda (başımın üstünde, aklımda) ve de kalbimdesin demektir


24 Mayıs 2017 Çarşamba

Hakkullah Nedir.?



HAKKULLAH NEDİR.?

ALEVİLİKTE HAKKULLAH (HUMS) Makale..Aleviler arasında “Hakkullah” oldukça yaygın kullanılan, ama son zamanlarda işlevini neredeyse yitirmiş bir terimdir. Gönüllü olarak kendisini 12 imam yolunun hizmetine adamış, bu uğurda Kur’an ve Ehli Beyt ilimlerini öğrenmiş, nefsini terbiye etmiş veya etmekte olan, ihlaslı, doğru sözlü, adil, haramlardan kaçınan ve günah işlemeyen seyyidlerin (bugünkü deyimle dedelerin);


- Halka inançlarını öğretmeleri,
- Batıl düşüncelerin saldırılarıyla mücadele edip halkı onlardan korumaları,
- İbadethaneler kurup görevlendirme yapmaları,
- İbadethanelerde dini ritüelleri yürütmeleri
- Ve toplumsal sorunlara çare bulmaları gerekmektedir.

Bunlar seyyidlerin asli görevleridir. Ancak bunları yaparken maddi sıkıntı içinde olmaları ellerinin-kollarının bağlanmasına ve hareket alanlarının oldukça sınırlanmasına neden olur. İşte bu nedenle Alevilikte seyyidlere (dedelere) “Hakkullah” verilir.

Hakkullah (Hums) Nedir?


12 İmam yolunda (gerçek İslam’da), yukarıda da bahsettiğimiz gibi yolun ihyası için
yüce Allah tarafından tüm müslümanlar “Hums” vermek ile mükellef kılınmışlardır. “Hums” alevi geleneğinde “Hakkullah” adıyla anılmıştır. Yani Hakkullah gerçekte Hums’tur ve beşte bir demektir. Kur’an’ı Kerim’de Enfal Suresi 41. Ayette geçen Allah’ın buyruğudur;

 "Biliniz ki, kazandığınız her şeyin beşte biri Allah'ın, elçisinin, (Peygamber'in) yakınlarının, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalanlarındır.”

Alevi geleneğinde Hums’a, Hakkullah denilmesinin nedeni, ayetten de anlaşılacağı gibi seyyidlerin dini ve sosyal hizmetleri yerine getirebilmeleri için kendilerine tabi olan Ehli Beyt muhiplerinden sadece Allah’a ait olan payı talep etmiş olmalarıdır. Alevi seyyidler ayette geçen Peygamberin, Peygamber yakınlarının, yetimlerin, fakirlerin ve yolda kalanların payını talep etmemişlerdir. Bu yüzden “Hums” yerine “Hakkullah (Allah Hakkı)” deyiminden istifade etmişlerdir.

Yukarıda zikredilen Hums ayeti gereği tüm Ehli Beyt taraftarlarının, muhiblerinin (sevenlerinin) ve taliplerinin “Hums” vermeleri gerekmektedir. Hums’un hangi şeylere tekabül edeceğini, diğer bir deyişle hangi mal veya kazancın beşte birinin verilmesi gerektiğini, Peygamberimiz ve Ehli Beyt’i açıklamışlardır. Özetle şöyledir;

1) Kazanç (Kar).
2) Maden.
3) Define.
4) Haramla karışmış helâl mal.
5) Denize dalmakla elde edilen mücevherler.
6) Savaş ganimeti.

Yukarıda bahsi geçen bu maddeleri kısaca açıklayalım;

1) KAZANÇ (KÂR)

Ticaret, sanat ve diğer (helal) kazanç yolları ile bir mal elde eden kimsenin kazandığı bu mal, kendisinin ve ailesinin yıllık ihtiyacından fazla olursa, fazla olan bu kısım kazançtır (kardır). Kazancın beşte birini vermelidir.

2) MADEN

Altın, gümüş, kurşun, bakır, demir, petrol, taşkömürü, firuze, akik, sülfat, tuz ve elde edilen diğer madenler zamanın imamının malıdır. Fakat biri onları çıkarır ve şer’i olarak da bir engel olmazsa, ona sahip olabilir. Nisap miktarına ulaşınca beşte birini vermelidir. (1)

3) DEFİNE

Define; taşınabilen ve insanların ulaşamayacağı şekilde yerin altında, ağaçta, dağda veya duvarın içinde saklanmış olan ve orda bulunması tabii olmayan mala denir. Herhangi birinin mülkü olmayan veya kendisinin işleyerek sahip olduğu ölü toprakta bulunan define, bulan kimsenin kendisinindir. Ancak beşte birini vermesi gerekir. (2)

4) HARAMLA KARIŞMIŞ HELÂL MAL

 Helâl mal, haram malla birbirinden ayırt edilmeyecek şekilde karıştığında, (temizlenmesi için) beşte biri verildikten sonra helâl olur.

5) DENİZE DALARAK ELDE EDİLEN MÜCEVHERLER

 Dalgıçlık vasıtasıyla, yani denize dalarak denizden çıkarılan inci, mercan veya diğer mücevherlerin değeri, 18 nohut [takriben 3.5154 gr.] altına ulaşırsa, beşte biri verilmelidir.

6) GANİMET

 Müslümanların Masum İmam'ın emriyle kâfirlerle savaşıp, savaşta ele geçirdikleri maldır. İmam'a has olan şeyleri ganimetten ayırdıktan sonra geriye kalan kısmın beşte birinin verilmesi gerekir.

Humus Kimlere Verilmelidir?

Hums ayetine dikkat edersek, verilen beşte biri altı paya ayırmaktadır;

"Biliniz ki, kazandığınız her şeyin beşte biri Allah'ın, elçisinin, (Peygamber'in) yakınlarının, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalanlarındır.”
1 inci pay Allah’ın
2 inci pay Elçisi’nin
3 üncü pay (Peygamberin) yakınlarının (Ehli Beyt’in)
4 üncü pay yetimlerin
5 inci pay yoksulların
6 ıncı Pay yolda kalanlarındır.

Allah’ın, Elçi’nin ve Ehli Beyt’in payı zamanın imamına verilmelidir. Diğer üç pay ise yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara verilmelidir. Yetim, yoksul ve yolda kalmışlara verilen payda eğer bu kimseler arasında seyyidler varsa, Hz. Peygambere hürmeten ve O’nun saygınlığını korumak için seyyidlere öncelik verilmelidir. Çünkü Peygamber’e ve Ehli Beyt’e sadaka haram olduğu gibi, Peygamberin (İmam Hasan ve Hüseyin’in) soyundan gelenlere de sadaka haramdır. Sadaka almaları haram olduğundan dolayı da Hums’ta yetim, yoksul ve yolda kalmış seyyidlere öncelik tanınması daha uygundur.

Kısaca Hums (Hakkullah) düşen malın veya kazancın önce beşte biri hums olarak ayrılmalı ve sonra ikiye bölünerek; yarısı zamanın imamına, diğer yarısı da yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara verilmelidir.

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Hums’tan Allah’a, Elçisi’ne ve Ehli Beyt’e ait olan payın zamanın imamına verilmesi gerekir. Ancak zamanımızın İmamı Muhammed Mehdi gaybette (gizlilik döneminde) olduğu için yüzyıllardır, Hums’tan Allah’ın payı olan “Hakkullah” seyyidlere verilmiştir.

Tüm seyyidler imamın payı olan Hums’u alamazlar ve onu kullanamazlar. Aynı şekilde üzerinde vereceği Hums olan kişi onu herhangi seyide veremez. Hums verilecek seyyid 12 İmam’a ikrar vermiş olmalı, alim olmalı, ilmine amel etmeli, insanları hak yol ve gerçek İslam olan Ehli Beyt yoluna davet etmeli, adil olmalı ve güzel ahlaklı olmalıdır. Günah işleyeceğine, haram lokma yiyeceğine ve yoldan sapacağına ihtimal verilmeyecek derecede ciddiyet sahibi olmalıdır.

Hums alan seyyid onun kendisinde bir emanet olduğunu bilmeli, Allah’ın ve zamanın imamının harcanmasına razı olacağı yerlerde harcamalıdır. Bunu yapmadığı taktirde kıyamet günü büyük bir hesabın sorumluluğunu boynunda taşıyacağını bilmelidir.

Son elli yılda şu iki sebepten ötürü talipler “Hakkullah” vermeyi terk etmişlerdir;

1 – Bazı seyyidler (dedeler) yukarıda belirttiğimiz şartlara riayet etmeksizin Hakkullah almış ve kendine ait bir mal gibi kullanmıştır. Neticesinde amacının dışına çıkarılmıştır.

2 – Komünist düşüncenin yayılmasıyla birlikte, Alevi canların oylarına siyasi olarak muhtaç olan komünistler, Aleviler arasında dedelerin Hakkullah alarak sömürü düzeni kurdukları propagandasını yapmak vesilesiyle halkımızı Hakkullah vermekten men etmişlerdir.

Oysaki bunların her ikisi de yanlıştır. Bu iki yanlış düşünce ve uygulama bugün alevi seyyidlerinin inancımızı yaşatma anlamında başkalarına muhtaç kıldı. Hal böyle olunca samimi ve içten olan dedeler meydandan çekildiler. Çünkü komünist propaganda neticesinde eziyet görmeye ve kendi toplumu tarafından dışlanmaya maruz kaldılar. Dövüldüler, hakarete uğradılar ve hatta ölüm tehditleri aldılar. Bugün bu zulümler maalesef kendilerine Alevi süsü vermiş ateist-komünist düşüncedeki siyasi çıkar peşinde olan kimseler tarafından sürdürülmektedir.

Bir grup dede ise komünist düşünceyi benimsediklerinden dolayı onlarla işbirliği yapmaktan hiçbir şekilde çekinmediler ve hala da çekinmemekteler. Komünist-ateist düşünceli kimselerin Alevilik üzerine yatırımları öyle bir hale geldi ki şu anda cem evlerinin veya bazı büyük Alevi Federasyonlarının sözde dedelerden oluşan dar divan kurulu üyeleri ve başkanları ateisttir. Bu durum hiçbir şekilde kabul edilemez olsa değerli halkım gözlerini açmadığı sürece böyle devam edeceği, hatta daha kötüsünün olacağı kaçınılmazdır.

Şahsım adına bir araştırmacı-yazar olarak üzerime düşeni yapmaya ve Hakkullah (Hums) olmadan Aleviliğin ayakta durmasının mümkün olmadığını anlatmaya çalıştım. Bundan sonrası özünde Hak Muhammed Ali ve Kur’an inancını taşıyan siz alevi canlara düşmektedir. Hakkullahın, bizleri yaratan Allah tarafından yine bizlerin iyiliği için emredildiğini kavramamız ve gereğini yerine getirmemiz gerekmektedir. Aksi taktirde (Allah’ın yardımı hariç) memleketimizde hak olan inancımızın yok oluşunu seyretmekten başka bir çaremiz kalmayacaktır. Mesajın gönlünde hak sevgisi olan değerli Alevi canlara ulaştığını ve bizimle birlikte mücadele için ayağa kalkacaklarını ümit ediyorum. Kemal KÜNTAŞ Araştırmacı/Yazar

Dip Notlar.
1 - Madenin nisâbı, sikkeli 15 miskal altındır. 15 miskal altın 70.3125 gr. yani yaklaşık yetmiş buçuk gramdır. Yani elde edilen madenin değeri, onun için yapılan (çıkarma ve halis yapma vs.) masrafları düştükten sonra sikkeli 15 miskal altın miktarında olursa, humusunu verilmelidir.

2 - Definenin nisabı sikkeli 105 miskal gümüş [yaklaşık yarım kilo] veya sikkeli 15 miskal altın [yaklaşık yetmiş buçuk gram]dır. Yani elde edilen definenin değeri bu iki miktardan birine ulaşırsa onun humusunu vermelidir.

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Hz.Muhammed ( s.a.v )


Hz.Muhammed ( s.a.v )


Hz. Muhammed, 570 yılında Mekke’de doğdu. Ailesi Kureyş kabilesindendi. Hz. Muhammed’in babası Abdullah o henüz doğmadan ölmüştü. Annesi Amine (Emine) de altı yaşındayken ölünce çocukluğu dedesi Abdülmuttalib sonra da amcası Ebu Talip’in yanında geçti. (Bu arada belirtmek gerekir ki; Ebu Talip Hz. Ali’nin babasıdır.)

Hz. Muhammed ticaretle uğraşan Ebu Talip ile beraber Suriye ve Yemen de dahil olmak üzere bir çok yere gitti. Bu arada kervanlar sahibi olan Hz. Hatice ile evlendi. Bu evlilikte Hz. Fatıma doğdu. Bilindiği gibi Hz. Fatıma, Hz. Ali ile evlendi ve böylece peygamberin soyu sürdü.

Hz. Muhammed ticaret yaşamında bir çok yeri gezip görmüş ve Arap yarımadasının toplumsal yapısını yakından tanımıştı. Hz. Muhammed ticaretle zenginleşen Mekke’de gördüğü adaletsizliklerden bunalmış ve ticaretten uzaklaşmıştı. 605 yılında ve izleyen yıllarda sık sık toplumdan uzaklaşıp Nur dağına çıkıp Hıra mağarasında tek başına kalmaya, düşünmeye başlamıştı. Bu durum yaklaşık 5 yıl kadar sürdü. Ve günlerden bir gün Tanrının meleklerinden Cebrail Hz. Muhammed’e ilk ayetleri bildirdi. Hz. Muhammed bunların ne anlama geldiğini bilmiyordu. Daha sonraları bunların Vahiy olduğunu öğrendi. Cebrail bir süre görünmedi. 613 yılında yeniden gelmeye başlayan ayetler peygamberliğini insanlara duyurmasını buyuruyordu. Hz. Muhammed’e ilk inananlar Hz. Ali ve eşi Hz. Hatice`ydi. Ama putlara tapan Mekkeliler Hz. Muhammed’e inanmadılar. Hz. Muhammed’e inananların sayısı hızla artmaktaydı. Bu durum zengin Mekke’lileri tedirgin etmeye başlamıştı. Çünkü Hz. Muhammed çok tanrıcılığı (putperestliği) ve onun etrafında gelişen adaletsizliği reddediyordu. Ve Müslümanlık bütün kötülüklere karşı en güzel seçenekti. Mekke’nin ileri gelenleri Hz. Muhammed’i peygamberliğinden  vazgeçirmeye çalıştılar. Vazgeçiremeyince de baskıya ve şiddete başvurdular. Bunun üzerine Hz. Muhammed Müslümanların daha güvenlikli yerlere göç etmelerine izin verdi. 615’te bir bölüm Müslüman Habeşistan’a (Etiyopya) gittiler. Hz. Muhammed ve yakın çevresi mücadelelerini Mekke’de sürdürmeye devam ettiler. 619’da Hz. Muhammed’in en büyük destekçileri Ebu Talip (Hz. Ali’nin babası) ve eşi Hz. Hatice vefat edince baskılar artmaya başladı. Hz. Muhammed Medine halkından gelen davet üzerine Medine’ye Hicret (göç) etti. Hicret (göç) denilen bu olay İslam takvimi olan Hicri takviminin de başlangıcıdır.

Ama Mekkeliler gel işen İslamiyet’ten hoşnut değillerdi. Bu yüzden de Hz. Muhammed’e karşı bazı Arap kabillerini kışkırtıyorlar ve onların Hz. Muhammed’e saldırmalarını örgütlüyorlardı. Buna karşın Hz. Muhammed’de Müslümanları örgütleyerek onları savaşa hazırlıyordu.

Bu savaşların en önemlileri şunlardır:

Bedir 624, Uhud 625, Hendek 627,  Hz Muhammed bütün bu savaşlardan zaferle çıktı.

630 yılının ocak ayında Hz. Muhammed Mekke’ye girdi. Kentteki bütün putları yok etti. Mekkeliler için af ilân etti. Hz. Muhammed bundan sonra Müslümanlara direnen kabilelere karşı harekete geçti. Bundan sonra Arabistan yarımadasında yaşayanların çoğu Müslüman oldular. Hz. Muhammed 632’de ilk ve son kez hac ziyaretinde bulunduktan sonra (ki buna veda haccı da denilir) Medine’de hakka yürüdü.

Hz. Muhammed’in  Hz. Ali ve Ehlibeyt için söyledikleri

 Bazı Alevi düşmanları, Alevilerin Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul etmediklerini propaganda ettiler. Oysaki gerçek bunun zıttı dır. Aleviler tarih boyunca ve günümüzde Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul ettiler. Alevilerde Hz. Muhammed’e bağlılık tartışılmaz. Aleviler Hz. Muhammed’i İslamın peygamberi  olarak kabul ederler ve ona inanırlar. Aleviler peygamberin soyuna yapılanları her ibadet edişlerinde lânetlerler. Ve bu anlamıyla peygambere bağlılıklarını dile getirirler. Ama bazıları peygamberden şefaat umarken onun biricik torunlarına ve Ehlibeyti’ne yapılanları görmezlikten gelirler. Bu da bir ikiyüzlülüğün, sahtekârlığın Emevilerden başlayarak günümüze geldiğini gösteriyor.

Aşağıda Hz. Muhammed’in Hz. Ali ve Ehlibeyt için söylediklerinden bir kaçını yazacağız. Ama ne acıdır ki; Yezitler, Muaviyeler ve onların günümüzdeki temsilcileri bunları yok saymaya devam ediyor. Onlar Hz. Ali ve Ehlibeyt gerçeğini, haklılığını inkâra devam ediyorlar.

H z. Peygamberin çeşitli zamanlarda ve çeşitli vesilelerle söylediği bir kaç hadis:

Ya Ali, benim Ehlibeytim Nuh un gemisine benzer. O gemiye binen kurtulur. Ve kim Ehlibeytime buğz ederse helak olur.

Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır. İlmi isteyen kapıya gelsin.


Ya Ali, mümin sana buğz etmez, münafık ise seni hiç sevmez.

Ali, müminlerin dilediği ve uyduğu kişidir. Mal ise münafıkların dilediği şey.

Ey Allah’ın kulları, bu Ali’nin kanı benim kanımdır, teni benim tenimdir ve canı benim canımdır. Her kim bu Ali’yi severse, beni sever beni seven de Allah’ı sevmiş olur. Ali’ye kim düşmanlık ederse bana düşmanlık etmiş olur.

Kuran ve Ehlibeyt ikizdir.

Hayatım gibi yaşamak isteyen Ali Veli edinsin.

Ya Ali, sen benim dünyada ve ahrette sancaktarımsın.

Ali’yi anmak ibadettir.

Ey halk! Biliniz ki; ben de insanım. Allah’ın daveti bana yakında gelecektir. Ben de onu kabul edeceğim. İşte size ben iki mühim ve en değerli emaneti miras bırakıyorum. Bunlardan birincisi Kuran, ikincisi benim Ehlibeytim. Allah’ın huzurunda size Ehlibeytimi tavsiye ediyorum. Allah’ın huzurunda size Ehlibeytimi tavsiye ediyorum. Allah’ın huzurunda size Ehlibeytimi tavsiye ediyorum, buyurdu. Bu yazdıklarımız sevgili Peygamberimiz tarafından söylenmiş olan hadislerden sadece bir kaçı. Bunlar Hz. Ali gerçekliğini ve Ehlibeyt haklılığını gösteren en büyük kanıtlardır.



14 Mayıs 2017 Pazar

Seyyid Nesemi..





SEYYİD NESEMİ ( İmadeddin )


İmadeddin Nesimî ( d.1369, – ö. 1417, Halep ), daha çok Seyid Nesimî mahlası ile tanınan, 14.-yy Hurûfi Türk şairi. Azerbaycan Türkçesi ile yazdığı şiirleri, Farsça divanlarının yanı sıra Arapça şiirler de yazmış olan Hurufi inançlı şair.

Azerî sahasında yetişen önemli bir Türk divan şairidir. Asıl adının Imâdeddîn olduğu, Bağdat civarında Nesim kasaba­sında veya Azerbaycan’ın Şamahı şehrinde doğduğu söylenir. doğum yeri ve doğum tarihi hakkında verilen bilgiler çelişkilidir. İran’da Hurufilik mezhebini kuran Fazlullah’ın (Öl. 1401) halifelerinden olduğu, şeriata aykırı inançları propa­ganda ettiği için Halep’te derisi yüzülerek Öldürüldüğü bi­linmektedir (1404). Hayatı efsaneleşmiş, özellikle alevi, Bektaşî şairler arasında “Şâh-ı Şehit” adı ile itibar kazan­mıştır.

HAYATI


Tam adı Seyyid Ömer İmâdeddîn Nesîmî’dir.[1]“Nesîmî” mahlasını alması ile ilgili iki farklı görüş vardır. Lâtîfî’ye göre, Bağdat yakınlarındaki “Nesîm” kasabasında doğmuş olmasından veya “Âdumı Hak’den Nesîmî yâzerem” şeklindeki tuyuğundan hareketle bu mahlasın Fadlullah tarafından verilmiş olması mümkündür. [2] Çünkü Nesimi’ye göre Hak ( Allah) Hurufiliğin kurucusu olan Fadlullah’ta tecelli etmiştir.

Kaynaklar doğum yeri ve nereli olduğuna dair çok farklı bilgiler verir. Halep, Diyarbekir, Bağdat yakınlarında Nesîm denilen bir köy veya nahiyede, Şamahı da, Şiraz’da doğduğuna dair farklı iddialar vardır. Üstelik doğum tarihi de belli değildir. Fakat Şeyhi Fazlullah’ın ona hilafet verdiği tarih belli olduğundan doğum tarihi hakkında bir fikir ileri sürülebilmektedir. Onun 1340- 1344 yılında doğmuş olma ihtimali Fazlullah Naimi’nin (1340–1394) Hurufiliği 788/1385 yılında kurmaya başlaması, Nesimi’ye 40 45, yaşlarında iken halifeliği vermiş olabileceği tahminlerinden söylenebilmektedir. [3] Bu durumda Nesimi ile Fazlullah Naimi’nin hemen hemen aynı yıllarda doğmuş olabilecekleri tahmini yapılabilmektedir.

Nesimi’nin ailesi hakkında verilen bilgiler ve isimlerin kaynağı hakkında oluşan menkıbelerdir. Bu bakımdan babası ve kardeşleri hakkında ortaya atılan isimlerin sahiciliği konusunda şüphe duymak lazımdır. Bu kaynaklara göre babasının adı Seyid Muhammed ‘dir. Seyyid kelimesi ile Nesimi’nin kökenini Hz. Muhammet ve On iki İmama ulaştırmaya çalışan rivayetlerin çabası ortaya çıkmaktadır. Asıl isimin Seyid Ali olduğu iddia edilmesi belki de aynı çabadan kaynaklanmaktadır. Ayrıca kardeşi Seyid Hüseyin’in de kendisi gibi Hurufi olduğu ve bu inancı yaymak için çalıştıkları da rivayet edilmektedir.

Eğitimi hakkında bir belge bulunmasa da iyi bir eğitim gördüğü, Arapça, Farsça şiirler yazabilecek kadar bu dilleri öğrendiği belli olmaktadır. Şiirlerinde görülen tema, fikir, benzetme ve örnek olabilecek diğer konulardan kendisinden önce yaşamış pek çok mutasavvufu ve şairi okuyup incelediği ortaya çıkmaktadır. Bunların sonucunda da oldukça iyi bir medrese tahsili almış olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Bir şiirinde “Hâşimîyem, Kureyşîyem” şeklinde bir ibare kullanmış olması, ailesinin ve kendisinin seyyid olarak anılması yüzünden Arap asıllı olduğuna dair görüşler ileri sürülmüştür. Fakat şiirlerinin çoğunu Türkçe yazan, en güzel şiirleri Türkçe yazılmış şiirleri olan Nesimi’nin Türk asıllı olduğu Âşık Çelebi’nin Meşâirü’ş-Şüarâ’da “Türkmâniyyü’l-Cins” ibaresinden de bellidir. [4] Arapça ve Farsça şiirler de yazmış olduğu halde en güzel şiirlerini ana dili olan Azerbaycan Türkçesi ile yazmış olduğu kabul edilmektedir. Tuyug nazım türünü kullanıyor olması gibi nedenler onun Türk asıllı olduğuna delalet etmektedir. Seyyid olarak adlandırılması tarikat ehillerini Hz Muhammed’in soyuna bağlamak çabalarının ürünüdür ki diğer pek çok mutasavvufa da bu sebepten Seyyid denmiştir.

Nesimi’nin yaşadığı dönemde Fazlullah Naimi’nin (1340–1394) kurucusu olduğu Hurufilik hareketi geniş ölçüde yaygınlaşmıştı. Seyyid Nesîmî, Esterabadlı Fadlullah Naîmî’nin ortaya attığı ve yaymaya çalıştığı Hurûfîliği benimsemiş, Esterabadlı Fadlullah kendisine “Halifelik” vermiştir. Bazı kaynaklara göre Nesimi Fazlullah Naimi’nin kızı ile evlendiğini belirtir. Tüm kaynaklar onun Hurufi bir şair olduğu hakkında birleşirler, üstelik onun şiirlerinin pek çoğu da bu inancı ortaya koyan şiirlerdir.

Kaynaklardan, şiirlerinden ve hayatından yansıyan bilgilerden hareketle Hurufilik inancının her yerde yayamaya çalıştığı, bunun için çok fevri hareket ettiği, hayatını dahi tehlikeye atmaktan çekinmediğini ortaya koyar.

Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam
Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam

……..

Fâş eyledim cihâna ene’l-hak rumûzunu
Doğru haberdir anun için dâra düşmüşüm[5]

Hallac ve Mevlana’dan etkilenen Fazlullah 1370’lerde tüm Azerbaycan bölgesinde öğretisini yaymaya başlamış, 1393 te Nahcivan’da Timur Han in emriyle oğlu Miranşah tarafından, kendini Tanrı ilan ettiği gerekçesiyle idam edilmiştir.[6]

Nesimi, daha üstadı hayattayken Hurufilik inancının en şiddetli taraftarlarından ve propagandacılarından olmuş, onun öldürülmesinden sonra da gizlenme lüzûmu bile duymadan ölümü bile göze alarak, Anadolu’yu, Irak’ı, Suriye’yi dolaşarak Hurufilik inancının yamaya başlamıştır. Fazlullah (Fadlullah) Astrabadi’inin idamından sonra Hurufilik inancının önderi haline gelen Nesimi’nin etrafına birçok kişiyi toplayabildiği de belli olmaktadır. Kaynaklar onun pek çok insanı bu inanca bağladığı yönünde bilgiler vermektedir. Hatta bunların arasında Beyler bile vardır. [7] Bu beyler arasında Celayirli Karayülük Osman Bey, Dul Kadir oğlu Ali Beğ’le kardeşi Nâsırü’d-Dîn’ de vardır.

Fazlullah (Fadlullah) Astrabadi’nin görüşlerinden etkilenen ve buna hayatı pahasına sahip çıkan Nesimi, Fazlullah (Fadlullah) Astrabadi’nin “Cavidan ilmi“ denilen Cavidan-ı Kebir adlı eserinde ifade bulan düşünceleri yaymak için mücadele etmiş hayatını da bu uğurda feda etmiştir. “Kendisi gibi dailer yetiştiren “[8] Nesimi pek çok yeri dolaşmış en sonunda düşüncelerinden ötürü bir müddet de zindan hayatı yaşamıştır. Ölmeden evvel zindanlarda yattığını Refi’nin, Beşâret-nâme adlı eserinden öğrenmekteyiz.[9]

Nesimi’nin şiirlerine bakıldığı zaman başına geleceklere razı, ve bunlara çoktan kendini hazırlamış, hatta olacakları tahmin ettiği ve bildiği halde bundan hiç endişe duymayan düşüncelerini pervasızca açıklamaktan çekinmeyen bir ruh hali içinde olduğu görülmektedir. Şeyhi’nin ve üstadının asılmış olmasına bildiği halde asla gizlenmeye, veya düşüncelerini ifade etmekten kaçınmaya kalkışmamış, her şartta düşüncelerini ifade etmekten çekinmemiştir.

Derde müştâk olmayan kimdir ki dermân isteye
Kabl-i mevti bilmeyen sen sanma kim cân isteye

“Ona göre davası için çile ve dert çekmeye hazır olmayan kimse, gerçekten inanmış değildir, böyle bir kişi olsa olsa sadece bir müddeîdir.”[10] Şiirlerinde Astarabadi ile ahrette buluşmak fikirlerini işleyen Nesimi, ölümden, dertten, işkenceden ve ızdıraptan çekinmeyen bunları davasının doğal sonucu olarak gören kayıtsız, korkusuz ve endişesiz bir kararlılık içinde olduğunu şiirlerinde göstermiştir.

Nesimi düşüncelerini yaymakta çok başarı göstermiş oldukça geniş bir taraftar toplamış, taraftarları ve sevenleri çoğalmıştı. “Hurûfîlik düşüncesinin iyice yayılmasından korkulmaya başlanmıştı. Şiirleri Hurûfî taifesi içinde tagannî ediliyor, belâgati ve büyüleyici üslûbu dinleyenleri etkiliyor, Farsça ve Türkçeyi telkinlerine ustaca vasıta kılıyordu. Hatta şöhreti öylesine artmıştı ki, neredeyse akımın kurucusu Fadl’ın şöhretini gölgede bırakır hale gelmişti”[11]

Kaynaklar Nesimi’nin takibe alındığını Hallac’ın “ en el hak “ sözünü söylemesinden ve şiirlerinde sırrını ifşa etmesinden dolayı zindana atıldığını yazarlar.

Lâtifî’ye göre ise “Mansur ene’l-hak söyledi/hakdır sözü hak söyledi” beyti yüzünden tutuklanmıştır. Mısır Memlük Sultanı Melikü’l-Müeyyed, “…derisi yüzüle, ölüsü Haleb’de 7 gün teşhir edile, durumu herkese duyurula, sonra uzuvları parçalana, birer parçası inançlarını bozduğu Dul Kadir (Zü’l-Kadr) oğlu Ali Beğ’le kardeşi Nâsırü’d-Dîn’e ve Kara Yülük Osman’a gönderile!”[12]

Memlük Sultanı Melikü’l-Müeyyed’in bu fermanından da anlaşılacağı gibi Nesimi düşüncelerini Dul Kadir (Zü’l-Kadr) oğlu Ali Beğ’le kardeşi Nâsırü’d-Dîn’e ve Kara Yülük Osman bey gibi beylere kabul ettirmeyi dahi başarmıştır.

Fermanın aynen tatbik edildiğine hiç kuşku yoktur. Derisi yüzülerek öldürülmüş uzuvları da Nesimi’nin düşüncelerine ve inançlarına değer verdikleri anlaşılan sözü edilen beylere yollanmış olmalıdır. Fakat onun bu şekilde idam edilmesi Nesimi’nin şöhretinin daha da yayılmasına Şahi Şehit mertebesinde görülmesine, Gölpınarlı’nın deyişiyle “erenlerin serdengeçtisi” makamına yükseltmiş, Hallac-ı Mansur ayarında görülmesine neden olmuştur.

HURUFİLİK İNANCI


“Fazlullah, Batınilerin yöntemlerini benimsemiş, harflere verilen anlamlar ve sayısal karşılıklarıyla uğraşmıştı. Batınilerin tevil (farklı, değişik yorumlama) yöntemlerini benimseyerek, özellikle harflerin önemi ve gerekli gördükçe harflerin sayılarla ilişkilerini ele almış; dini buyrukları ve hükümleri Arapçadaki 28 ve Farsçadaki 32 harfe indirgeme yolunu tutmuştu. “

Fadl’ûl-Lâh, Kur’an-ı Kerim’i harf sistemiyle izah etmeye çalışır. Ona göre yedi rakamı anahtardır, ve gerek Kur’an’daki Fatiha Suresi’nin ayetleri, gerek imanın şartları, gerekse de yüzdeki ana yedi nokta hep yedi rakamını işaret eder. Bu sebeple insan da hakikat için anahtardır. Hurufilik harfler ve hatlarla dinsel buyrukları değiştirme ve bu inancı hazırlamak için kurulmuş bir yöntemdi ve bu inancın esası, insanı Tanrılaştırmaktı.

Daha çok gelecekteki olayları keşfetmek için kullanılan Hurufilik bilgisini Fadullah ilginç bir biçime sokmuş, kendisini Mehdi, Mesih ya da Tanrı görünümünde tanımış ve tanıtmıştı. Bu fikirler Nesimi de tasvip etmiş ve savunmaya başlamıştı.

Bu düşünceler, Tanrı’nın her peygamberlerin bedeninde zuhur ettikten sonra, son peygamber olan Hz Muhammet’e sırlar anahtarının verildiği, bu sırların yedinci Şiî imâmı Musa el-Kâzım’a ve onun soyundan gelen Fadl’ûl-Lâh Ester-Âbâdî’nin bedeninde ortaya çıkarak Fadlullah Astarabadi’nin Tanrı olarak vucut bulduğu inancıyla şekilleniyordu. Bu inanca göre bütün peygamberler Fadl’ûl-Lâh’ı müjdelemişler ve Fadl’ûl-Lâh ile tanrılık dönemi başlamıştır.

EDEBİ KİŞİLİĞİ


Nesimi sadece yaşadığı asrın değil, bütün Türk edebiya­tının da en usta şairlerindendir. Türkçe ve Farsça ile mesneviler, gazeller, rubailer ve tuyuglar yazmıştır. Türkçe şiirlerinde ahenkli ve çok düzgün bir dil görülür. Şiirlerinde Hurufî inancının izleri, mücadeleci ruhunun, korkusuz benliğinin, düşüncelerini söylemekten çekinmeyen pervasız bir kişiliğin izleri görülür.

Şiirlerinde yaydığı düşüncelerin ne derece şiddetli tepkiler oluşturacağını bildiği ahlde Hurufilik inancını açıkça ifşa etmekten çekinmeyen, başına gelecekleri bildiği halde söylemekten çekinmeyen, başına gelen dertleri ve işkenceleri kayıtsızca karşılayan bendan da şikâyet etmeyen ölümü ve öldürülmeyi de hiç umursamayan cesur bir tavrı vardır.

İnançlarını yaymayı birinci hedef haline getiren Nesimi’nin şiirlerinde öğreticilik esas haine gelmiştir. Buna rağmen onun didaktik şiirleri dahi oldukça içli ve duygu doludur. Nesimi çok lirik ve ahenk ustası bir şairdir.

Son derece etkileyici tasavvufî didaktik ve lirik şiirleri olan Nesîmî’nin güçlü ve ahenkli üslûbu yanında, şiirlerini oldukça sade bir dille söyleyebilmiş olması ile de dikkat çeker. “Şiirde büyük bir kudretin sahibi olan Nesîmî, çoğunlukla akidesini telkine çalışmakla beraber, din dışı kimi konularda ve aşk hakkında çeşitli gazeller de yazmıştır” Divânında, klâsik Türk şiirinin temel nazım formlarından olan Tuyuğlara yer vermesi oldukça önemlidir. Nesimi Kadı Burhaneddin ile birlikte en önemli Tuyug şairlerimizden birisidir.

“Âzerî Türkçesine de gerçek bir edebî şekil vererek onu temellendiren Nesîmî, şiirlerinde canlı bir halk dilinden yararlanmış, Arapça ve Farsça kelimeler yerine arkaik Türkçe unsurları yerleştirmeye çalışmış, Türkmânî ve Anadolu ağızlarında şiirler yazarak sahip olduğu sempatiyi daha da artırmıştır. “[13]

Türkçeye oldukça vakıf bir şair olan Nesimi, çok karmaşık düşünceleri çok basit ve çok anlaşılır bir hale getirmekte oldukça başarılıdır.

Kendisinden sonraki pek çok şairi etkisi altında bıraktığı onun şiirlerine yapılan çok sayıda nazirelerden anlaşılmaktadır. Fuzuli gibi büyük bir şâir üzerinde oldukça etkili olmuştur. Kanunî Sultan Süleyman da onun meşhur bir gazeline nazire yazmıştır. Şiirleri Anadolu, Azerbeycan ve İran’da yaygındır. Esterabadlı Fazlullah’ın yaymaya çalıştığı Hurufilik inancını anlatığı şiirlerinde dahi ahenkten ve sanattan asla ödün vermemiştir.

Şam’da derisi yüzülerek öldürüldükten sonra menkıbelere konu olmuş, Şah-ı Şehit sayılmış, öldürüldükten sonra derisini omzuna alıp 7 kapıdan aynı anda çıktığına inanılmıştır.

ESERLERİ


Türkçe ve Farsça olmak üzere İki divanı vardır. Türkçe şiirlerinde Nesimi, Farsça şiirlerinde Hüseynî mahlasını kullanmıştır. Nizami, Hakani, Mehseti, Feleki, Zülfikar Şirvani, Arif Erdebilli, Mahmut Şebusteri ve Marağalı Evheddin’ , Celaleddin Rumi, Rudeki, Sadi, Attar gibi şairlerinin eserlerini okuduğu ve onlardan etkilendiği görülmektedir. Eserleri ilk defa 1844, sonra 1871 ve 1880 yılında İstanbul’da basılmıştır.Türkçe divanı 1844–1881 yılları arasında dört defa neşredildi. Şairin ana dilinde divanının ilmi tenkidini ilk defa Azerbaycan’da C. Kahramanov hazırlamış, Azerbaycan’da Selman Mümtaz tarafından 1926 yılında Nesimi Divanı Arap harfleriyle baskıya hazırlamış Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Akademisi tarafından üç cilt hâlinde Bakû’de basılmıştır. (1973). [Hüseyin Ayan, Nesimi divanı konusun­da doktora tezi hazırlamıştır. Kemal Edip Kürkçü oğlu’nun hazırladığı Seyyİd Nesimi Divanı’ndan Seçmeler isimli açık­lamalı kitap Kültür Bakanlığı’nca neşredilmiştir. (1973).[14]


BENDE SIĞAR İKİ CİHAN


Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam
Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam

Kevn ü mekândır âyetim zâta gider bidâyetim
Sen bu nişân ile beni bil ki nişâne sığmazam

Kimse gümân ü zann ile olmadı Hakk ile biliş
Hakkı bilen bilir ki ben zann ü gümâna sığmazam

Sûrete bak vü ma’nîyi sûret içinde tanı kim
Cism ile cân benim velî cism ile câna sığmazam

Hem sadefim hem inciyim haşr ü sırât
Bunca kumâş ü raht ile ben bu dükâna sığmazam

Genc-i nihân benim ben uş ayn-ı ayân benim ben uş
Gevher-i kân benim ben uş bahr ile kâna sığmazam

Arş ile ferş ü kâf ü nûn bende bulundu cümle çün
Kes sözünü uzatma kim şerh u beyâna sığmazam

Gerçi muhît-i a’zâmım adım âdem durur âdemim
Dâr ile kün fekân benim ben mu mekâna sığmazam

Cân ile hem cihân benim dehr ile hem zamân benim
Gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamâna sığmazam

Encüm ile felek benim vahy ile melek benim
Çek dilini vü epsem ol ben bu lisâna sığmazam

Zerre benim güneş benim çâr ile penc ü şeş benim
Sûreti gör beyân ile çünkü beyâna sığmazam

Zât ileyim sıfât ile Kadr ileyim Berât ile
Gül-şekerim nebât ile piste-dehâna sığmazam

Şehd ile hem şeker hem şems benim kamer benim
Rûh-ı revân bağışlarım rûh-ı revâna sığmazam

Tîr benim kemân benim pîr benim civân benim
Devlet-i câvidan benim îne vü âna sığmazam

Yer ü gökü düzen benim geri dönüp bozan benim
Cümle yazı yazan benim ben bu dîvâna sığmazam

Nâra yanan şecer benim çarha çıkar hacer benim
Gör bu odun zebânesin ben bu zebâne sığmazam

Gerçi bugün Nesîmîyim Hâşîmîyim Kureyşîyim
Bundan uludur âyetim âyet ü şâna sığmazam